|

Yeni bir söz söyleyebilmek için

Atasoy Müftüoğlu
04:00 - 20/08/2018 Pazartesi
Güncelleme: 02:37 - 20/08/2018 Pazartesi
Yeni Şafak
Gündem
Gündem

İslam dünyası toplumlarında, İslami düşünce ve ilahiyat hayatı, akademik hayat, insani dünya ve insanla ilgisi bulunmayan, modern-seküler kavram ve kurumların, bilimsel bilgi’nin, emperyalist temellerini, mahiyetini, niteliğini ve çerçevesini halen gereği kadar farkedebilmiş, çözümleyebilmiş değildir. Eğer bu kavram ve kurumların emperyalist niteliği/mahiyeti gereği gibi fark edilebilmiş, sorgulanabilmiş olsaydı, Müslüman yazarlar/düşünürler/ilahiyatçılar/akademisyenler sözünü ettiğimiz kavram ve kurumlarla uzlaşmanın, bütünleşmenin yollarını arıyor olmayacaklardı.

Entelektüel-kültürel bağımlılığın/edilgenliğin bir kader haline geldiği toplumlarda/toplumlarımızda, sömürgeci-kolonyalist bilgiyle hesaplaşılamadığı için, kültürel aşağılanma maalesef içselleştirildi. Sömürgeci bilgiyle hesaplaşamayan bir kültür ve toplum için bağımsız bir gelecek-tarih düşünülemez. İslam dünyası toplumları, entelektüel/kültürel/felsefi bir bağımlılık ve edilgenlik içerisinde bulundukları için, bugün, emperyalizmler hiç bir meşrulaştırma diline/gerekçesine ihtiyaç duymaksızın İslam’a ve Müslümanlara yönelik saldırılarını hayasızca sürdürüyor, sürdürebiliyor.

Riyakarlığın ve niteliksizliğin küreselleştiği, çok derin bir anlam krizinin yaşandığı, pragmatizmin, bütün değerlerin/ilkelerin/anlamların sonuna işaret ettiği bir korku-gerilim çağında, ayrımcılıkların devlet siyasetine dönüştüğü, her tür ahlakiliğe ve hukukiliğe meydan okuyan bir dönemde, Müslümanlar olarak bizlerin, ‘ancak birlikte olduğumuzda varlığımızın büyük bir anlam kazanacağı’ bilincine yabancılaşarak, ulus-devlet pragmatizmi adına üretilen yanlışlarla-milliyetçiliklerle bütünleşiyor olmamız anlaşılabilir bir durum değildir.

KORKUNUN KOL GEZDİĞİ BİR DÜNYA

Korku’nun kol gezdiği ve korkuların sınırsız bir biçimde sürdürülebildiği bir dünyada, bütün temel haklar güvenlik mülahazalarına kurban ediliyor. Anlam krizinin derinleşmesi, pragmatizmin yükselişi sebebiyle, insanlık vicdanı komaya girdiği için, bugün, başta Filistin-Gazze olmak üzere, bütün Ortadoğu toplumları, ıstırap-acı ve mahrumiyet-maduniyet merkezi haline getirilmiştir. Günümüzde, Müslüman halkların sorunları, insanlık sorunları, ulus-devlet sınırları içerisinde kalarak çözümlenemeyecek ölçüde genişliyor, büyüyor ve kronik hale geliyor.

Hangi toplumda olursa olsun, niceliksel olanın hayatın her alanına hakim olması, hiç bir düşünsel-kültürel yönelişe, harekete, yoğunluğa hayat hakkı tanımıyor. Medyatik-politik güncelliğin dünyasına-gündemine hapsolmak, medyatik-politik güncelliğin sınırlarını aşamamak, medyatik-politik güncelliğin gündemiyle büyülenmek, bu gündeme maruz kalmak, toplumları/halkları sıradanlaştırıyor, düşüncesizleştiriyor, kültürsüzleştiriyor. Bu tür bir güncelliğe maruz kalmak, hayatın her alanında üretkenliği engelliyor. Toplumun bütün enerjisini, ilgisini, dikkatini medyatik-politik güncellik doğrultusunda ölçüsüzce israf etmesi sebebiyle, toplumsal işlevi-ilkesi-yankısı olabilecek fikirler üretemiyoruz. Medyatik-politik güncelliğin dili/söylemi kitleleri nesneleştiriyor. Bu nesneleşme süreçleri zamanla toplumsallaşıyor. Resmi iyimserliklerin sınırlarını aşamıyoruz. Bu tür toplumlarda, Türkiye örneğinde de somut olarak görülebileceği üzere, tarih felsefecileri-filozofları-düşünürleri, siyaset felsefecileri-filozofları-düşünürleri, hukuk felsefecileri-filozofları-düşünürleri, sanat/estetik felsefecileri-filozofları-düşünürleri yetişmiyor, yetiştirilemiyor. Karizmatik lider mitolojisinin hakim olduğu toplumlarda, entelektüel kadroların yokluğunu toplum hissetmiyor. Sözünü ettiğimiz kadrolardan yoksun olduğumuz için, niçin tarihin dışına düştüğümüzü açıklayamıyoruz.

Müslümanlar olarak, karşı karşıya bulunduğumuz dikkat ve sorumluluk tutulmasını bütünüyle aşarak, sessizliği kırmak zorundayız. Farklı-eleştirel yorumlara, çözüm önerilerine tahammül edememek, iletişim-müzakere alanının dışında konumlanmak, bir fanatizme işaret eder. Her tür dayanışma, karşılıklı sorumluluk, karşılıklı çabalarla sağlanabilir. Eleştirel olmak, kavga etmek anlamına gelmeyeceği gibi, kibirli olmak anlamına da gelmez.

DEĞERLER VE AHLAK GÜÇSÜZLEŞİYOR

Dünyevi ihtiraslarımızın nihilizmi, bu ihtiraslarımızın ilgilerimiz ve bilincimiz üzerindeki baskısı sebebiyle, İslami kurucu idealler-ilkeler-bağlılıklar doğrultusunda hiçbir entelektüel-felsefi yoğunluk gerçekleştiremiyoruz. Böyle bir yoğunluk için medyatik-politik güncelliğin dışında kalarak, bu çerçeveyi aşarak, çaba harcayan kadrolarımız yok. Zihne-beyne hitap eden, gönüle hitap eden niteliksel kültür yerine, folklorik-romantik-hamasi kültürel ilgilere yöneliyoruz. Kültürün politikaya tabi kılınması, kültür algısını bütünüyle sınırlandırıyor. Bütün toplumlarda yaşanan niteliksel düşüş, değerleri ve ahlakı güçsüzleştiriyor.

Başkalarının, güçlülerin, sümürgecilerin keyfine göre gerçekleştirilen ilişkiler, tercihler, konumlar, varoluşlar ve hayatlar, rencide edici tavizler vermek suretiyle sürdürebiliyor. Bu nedenle, İslam toplumlarının her şeyden önce, yapısal bağımsızlığın imkanları üzerinde çalışmaları gerekiyor. Sömürgeleştirilmeye elverişli unsurlar oldukça, bağımlı unsurlar oldukça, sömürgecelik yeni biçimler altında, yeni isimler altında devam edecektir. Sömürgeci yapılarla, dille, sistemle bütünleşen, sistemi asimile olan bir bünye için yapısal bağımsızlık söz konusu olamaz. Yapısal bağımsızlığı gerçekleştirmeksizin yeni bir söz söylenemez.

#Müslüman
#İslam
6 yıl önce