|

Ahmet Midhat Efendi'nin gözünden sürgün yılları

Ahmet Midhat Efendi'nin Menfa'daki asıl niyeti hayatını anlatmaktan çok, kendisine yapılmış büyük bir haksızlık olarak algıladığı, sürgün olarak Rodos'a gönderilmesine neden olan olayları ve sebeplerini incelemek, tartışmaktı.

Adem Dönmez
00:00 - 14/03/2013 Perşembe
Güncelleme: 10:33 - 13/03/2013 Çarşamba
Yeni Şafak
Ahmet Midhat Efendi'nin gözünden sürgün yılları
Ahmet Midhat Efendi'nin gözünden sürgün yılları

1800 yılların ikinci yarısı, değer yargılarının ve ahlaki gelişimin sorgulandığı, dünyanın yeni bir çağa adım adım yaklaştığı kritik bir dönemdir. Aynı yıllar kelime dağarcığımıza; milliyetçilik, sanayi, ulus, dünya düzeni gibi yeni kavramların girdiği, asırlar boyunca beslendiği kaynakların yönünü doğudan batıya doğru çeviren ve değişim rüzgârlarının hayatın tüm alanlarını etkilediği bir dönemdi.

Bu dönemde, geçmişinde yaşadığı coğrafyaya yön vermiş koca bir imparatorluğun ağır yükünü omuzlarında hisseden ve değişim rüzgârlarının en çok etkilediği bir şehirde, İstanbul'da, 1844 yılında dünyaya gelen Ahmet Mithat Efendi için değişim rüzgârları her yönden esecek ve hayatının her döneminde etkili olacaktır.

Ahmet Mithat Efendi, beş altı yaşlarında iken babasını kaybetti ve bir süre Mısır Çarşısı'nda bir aktar dükkânında çırak olarak çalıştı. Daha sonra üvey abisi, Vidin Eyaleti'nde müdür olan, Hafız Ağa'nın yanına gitti ve eğitimine Vidin'de başladı. Hafız Ağa, Mithat Paşa'nın Vidin eyaletine atanmasının ardından Niş'e geçti ve Ahmet Mithat Efendi de Niş Rüştiyesinde okudu. Okulu bitirdikten sonra da Mithat Paşa'nın desteği ile yeni kurulan Tuna Vilayeti'nin merkezi Rusçuk'ta Mektubî Kalemi'ne çırak oldu. Bu dönemde bir yandan camilerde doğu ve dini bilgilerini kuvvetlendirdi, diğer taraftan da bir Bulgar'dan Fransızca öğrenmeye başladı. Aynı dönemlerde Tuna Gazetesi'nde yazılar yazmaya başladı. Mithat Paşa Ahmet Mithat Efendi'nin bu çalışmalarını beğendi ve onu korudu. Hatta Ahmet Mithat Efendi'nin adının içindeki Mithat ismi Mithat Paşa tarafından verilmiştir.

Mithat Paşa Bağdat Valiliği'ne atanınca, Ahmet Mithat Efendi de onunla birlikte Bağdat'a gitti. Bağdat'ta bir basımevi kurdu ve Zevra isimli bir gazete çıkarmaya başladı. İlk kısa hikâye niteliğindeki kitapçıklarını Bağdat'ta yayınladı.

SÜRGÜNE GÖNDERİLDİ

Ahmet Mithat Efendi, üvey abisi Hafız Ağa'nın vefatı üzerine kalabalık ailesine bakmak için Bağdat'tan İstanbul'a döndü. Ceride-i Askeriyye gazetesinde başyazarlık yaptı. Evinde kurduğu küçük basımevinde kendi kitaplarını bastı. Birçok dergi ve gazete çıkardı. Siyasi dostlukları ve yazılarından dolayı Rodos'a sürüldü. Hayatının geri kalanında en fazla ürün vereceği roman türündeki ilk eserlerini de Rodos'ta sürgündeyken yazdı.

Sultan Abdülaziz'in tahttan indirilmesi ile affedilip İstanbul'a döndü. Tekrar gazetecilik yapmaya başladı. Gazetecilik tarihimizde önemli bir yeri bulunan Tercüman-ı Hakikat gazetesini kurdu. Yine aynı dönemlerde Karantina Başkatipliği, Meclis-i Umûr-ı Sıhhiye reis-i sâniliği gibi görevlerde bulundu. Stockholm'de toplanan 8. Müsteşrikler Kongresi'nde Türkiye'yi temsil etti.

Ahmet Mithat Efendi 1908 yılından sonra yazılarına rağbet olmadığını düşünerek yazmayı bıraktı ve öğretmenlik yapmaya başladı. Darüşşafaka'da gönüllü olarak öğretmenlik yaptığı dönemde, 30 Aralık 1912 yılında bir gece okulda nöbetçi iken kalp krizi sonucunda hayata gözlerini kapadı.

Ahmet Mithat Efendi için; gazeteci, matbaacı, çevirmen, yayınevi sahibi, oyun yazarı, eğitim ve öğretimin olduğu her kademede öğretmen, tüccar, aktar ve devlet memurluğu unvanlarını kullanabiliriz. Fakat bütün bunların ötesinde Rodos'ta sürgünde olduğu yıllarda yazmaya başladığı ve ön plana çıkan romancılığını ilk sıraya koymak ve 'Romancı', 'Romanı bu ülkeye tanıtan ve sevdiren insan,' olarak tanıtmak hiç kuşkusuz çok yerinde olur.

Ahmet Mithat Efendi'nin 1870 yılında basılan Kıssadan Hisse ve Letaif-i Rivayet adlı hikâye kitapları yerli eser olarak okuyucu ile buluşan ilk kitaplardır. Fakat Ahmet Mithat Efendi sadece ilk yerli eserleri kaleme almakla kalmamış, roman türü üzerinde detaylı bir şekilde düşünmüş, Avrupai bir şekilde anlatım teknikleri geliştirmiş, bu türü geliştirebilmek için nasıl yazmalı sorusuna cevaplar aramıştır.

Ahmet Mithat Efendi, çağdaşlarının aksine bir iki roman yazarak yetinmeyip olağan üstü bir çaba ile çalışarak onlarca eseri okuyucu ile buluşturmuştur.

Tanzimat dönemindeki ilk eserler incelendiğinde, çeviri eserlerdeki ahlak sorunlarının neredeyse birebir işlendiğini görürüz. Ayrıca ilk yerli eserlerle birlikte romantizmden realizme ve natüralizme doğru bir akış görürüz.

Ahmet Mithat Efendi Rodos'ta sürgündeyken başladığı roman yazımına sürgün dönüşü de hiç ara vermeden devam etmiştir. Eserlerinin çoğunu roman türünde vermiştir. Her tarzda roman yazmıştır. Kendisi romanlarında ne yapmak istediğini şu şekilde açıklamıştır:

'Seyahat-i Fikriyye yaptırmak; İstanbul'da köşelerde bucaklarda dolaştırmak; alaturka âlemlerde gezdirmek; beşeriyyenin hiçbir yerde ve hiçbir zaman yakasını kurtaramadığı felaketleri gösterip rikkat-i kalbiyyeyi davet etmek; yine beşeriyyenin hiçbir zaman ve hiçbir yerde kendisini kurtaramadığı türlü türlü gariplikleri gösterip kahkahalarla güldürmek…(Mustafa Nihat Türkçe'de Roman 1937)

Ahmet Mithat Efendi romanlarını bir ana kahramanın hikâyesi üzerine kurmaz, farklı hayatların hikâyelerini bir arada okuyucu ile buluştururdu. Kitaplarının birinin önsözünde şu şekilde söyler:

'Romanda azayı vak-a yalnız bir kişiden ibaret olur da romancı dahi söyleyip söyleyip hep bunu söylerse kocakarı masallarından hiçbir farkı kalmaz. Fakat bir romanda azayı vak-a müteaddid olur ve cümlesinin başka başka sekenatı bulunursa o roman bit-tabi zenginlik gösterir…'

Ahmet Mithat Efendi, romanlarında sadece roman kahramanlarının başlarından geçenleri anlatmakla kalmayıp onların ruh hallerini de incelemeye çalışmıştır. Eserlerinde yazar olarak kişiliğini gizlemez. Romanın bazı yerlerinde okuyucuya 'Ey kaarie' diye seslenir. Daha sonra da konunun gidişatına aldırmadan aklındaki düşünceyi okuyucu ile paylaşır. Hatta bazı zamanlarda okuyucuya seslenmenin de ötesinde romanın içinde kendi kendine konuşmaya başlar ve 'Aman muharrir efendi, korkarım kendine kıyacak,' (Karnaval) cümlesinde görüldüğü gibi kendini dinç tutmaya çalışırdı. Her eserinin sonunda mutlaka bir kıssadan hisse çıkarır ve iyiler mutluluğa kavuşurken kötüler cezalarını bulurlardı.

Ahmet Mithat Efendi, ilk eserinden itibaren kendini halkı bilinçlendirmek için çabalayan bir öğretici gibi görmüştür.

KENDİ HAYATINI YAZDI

Ahmet Mithat Efendi bütün bu romanlarının yanı sıra Menfa isimli kendi hayatını romanlaştırdı. Menfa'da doğumundan itibaren başlayarak Rodos'a sürgüne gönderilmesine kadar geçen hayatını anlatmıştır. Ancak Ahmet Mithat Efendi'nin Menfa'daki asıl niyeti hayatını anlatmaktan çok, kendisine yapılmış büyük bir haksızlık olarak algıladığı, sürgün olarak Rodos'a gönderilmesine neden olan olayları ve sebeplerini incelemek, tartışmaktı. Bu yüzden Menfa'nın büyük bir kısmı bu sürgün öncesindeki dönemi anlatmaktadır. Sadece halkı bilgilendirmek ve çeşitli konularda eğitmek adına yazdığını fakat bu yazdıklarının zararlı içerikli olarak algılandığı için sürgünle cezalandırıldığını düşünen Ahmet Mithat Efendi, sürgüne gönderilmesinin asıl nedeninin Namık Kemal ile olan yakın arkadaşlığının yol açtığını düşünmektedir. Lakin Tanpınar'a göre Ahmet Mithat Efendi'nin düşündüğü bu arkadaşlık kurbanlığı olayı tam olarak gerçekçiliği yansıtmamaktadır. Çünkü çıkardığı gazetelerden Devir ilk sayısında, Bedir on üçüncü sayısında 'şiddetli lisan' kullanımı gerekçesi ile kapatılmıştır. Hatta Dağarcık gazetesinde yayınlanan bazı yazılarından dolayı kâfirlik ile dahi suçlanmıştır. Bununla birlikte birkaç olay daha vardır. Sonuç olarak Menfa'da yazılanlarla birlikte bu olayları da düşünürsek, Ahmet Mithat Efendi sürgünün yolunu kendi elleri ile hazırlamıştır.

TAMAMLANAMAYAN BİR ESER

Bir diğer açıdan bakıldığında ise Ahmet Mithat Efendi Menfa'da sürgün öncesi dönemi değil de aslında sürgünde geçen yıllarını anlatmak istemiştir. Kitabın ismini bu yüzden Menfa, yani Sürgün Hatıraları olarak seçmiştir. Fakat kitap tam olarak tamamlanmadığı için, şu an elimizde bulunan haliyle 1876 yılında ilk defa basılmıştır. Sürgün dönüşü sansür müdahalesi korkusu ile son cümlesi dahi tam olarak tamamlanmadan, devamı olduğunu belli edercesine, okuyucu ile buluşan Menfa için çok farklı yorumlar yapılmıştır. Menfa, Ahmet Mithat Efendi için sürgün dönüşü tam bir dönüm noktasıdır. Apar topar, eksik haliyle bastırmasının nedeni de Namık Kemal ve diğerleriyle arasındaki bağı koparmasına yetecek kadar içeriği olduğunu düşünmesidir. Kitap basılan ilk haliyle o zamanki görevini yerine getirebilecek içeriktedir. Menfa'da kullandığı dil, romanlarında olduğu gibi sıcak bir sohbet havasındadır.

Menfa, günümüz Türkçesine uyarlanmış olarak 'Şu başlık altında üç sene, iki ay müddet devam eden sürgün hayatımda başımdan geçenleri yazıyorum.' cümlesi ile başlar. Ahmet Mithat Efendi, bu şekilde bir kitabın o tarihte ilk defa yayınlanmadığını, örneklerinin çok olduğunu ve üslup olarak iki farklı yolun izlenebileceğini belirtiyor. İlk yol yazarın kendini bir hikâye kahramanı gibi göstermesidir. Bu kolay olan yoldur. Çünkü hikâye kahramanı hayali olarak var olmuştur ve gerçeklerin üzerine bir hayal perdesi çekilebilir. İkinci yol ise yaşanılanları olduğu gibi anlatmak ve yazarın kendini olduğu gibi kitabın içine koymasıdır. Ahmet Mithat Efendi bu ikinci yolu tercih etmiştir. Bu yolu neden tercih ettiğini detayları ile anlattıktan sonra bir filozofun, 'Sarhoşa sarhoşluğun ne kadar fena bir şey olduğunu gösterip onu bu ayıptan kurtarmak istiyorsanız ayık olduğu zaman kendisine bir sarhoşu göstermekten daha etkili bir

yol olamaz.' sözü ile başlayarak hikâyesini anlatmaya koyulur.

YENİDEN BASILAN BİR ESER

Menfa ilk baskısının ardından çok çeşitli tercüme ve kısaltmalarıyla okuyucu ile buluşmuştur. Geçtiğimiz günlerde Kapı Yayınları'ndan çıkan ve Handan İnci'nin hazırladığı Menfa kitabı iki kısımdan oluşuyor. İlk kısımda Menfa'nın orijinal metni Arap alfabesinden Latin alfabesine aktarılmış. İkinci kısımda ise günümüz diline uyarlanmıştır. İkinci kısım hazırlanırken çok dikkatli davranılmış ve özgün bir anlatım biçimi oluşturulmuş. Handan İnci bu düzenleme hazırlanırken yazarın üslubunu koruyabilmek için azami güç sarf etmiş. Ayrıca metin içinde kendine yer bulan kurum, kişi ve önemli olaylarla ilgili dipnotlar eklenmiş ve bu dipnotlar çok yerinde ve uygun kullanılmış.

Menfa'dan sonra Ahmet Mithat Efendi romancılığa çok fazla önem vermeye başlamış ve bu yazının ilk kısımlarında anlattığım gibi çok sayıda roman yazmıştır. Kendisini Osmanlı toplumunu okutmaya, eğitmeye adamış bir romancı olmuştur. Ahmet Mithat Efendi düşünceleriyle, romanlarıyla, yaptıkları ve yapamadıklarıyla, çalışma ve yaşama biçimiyle Osmanlı modernleşme döneminin önemli bir figürü olmuştur. O, bir merkez kuvvet gibi yaşadığı döneme ait ne varsa etrafında toplamıştır. Onun hayatını incelemek, eğitim öğretim kurumlarıyla, matbaacılık tarihiyle, aile yapısıyla, kadın hayatındaki dönüşümleriyle, Batılılaşma ekseninde yeni bir yola giren edebiyatıyla, özellikle roman türünün başlama ve genişlemesiyle, Osmanlı'da çocuk olmaktan ticaret hayatına kadar bütün bir 19. Yüzyıl modernleşmesini incelemek demektir. Menfa, yarım kalmış haliyle bile olsa, Ahmet Mithat Efendi'nin henüz tam olarak yazılamamış bu olağanüstü biyografisi için küçük bir giriş kapısıdır.

Kitabın Künyesi:

Menfa (Sürgün Hatıraları)

Ahmet Mithat Efendi

Kapı Yayınları

315 sayfa

2013

11 yıl önce