|

Savaş öldürmekle kalmaz kirletir ve ahlakı bozar

Bilgi Üniversitesi Yayınları arasında çıkan "Modern Toplumlarda Savaş ve Barış" adlı kitapta yazar Cemil Oktay, geçmişten günümüze savaş ve barış olgusunu ele alıyor. Oktay, kitabında savaşın sadece öldüren yıkan değil aynı zamanda kirleten bulaştığı insanların ve kurumların ahlakını bozan bir vaka olduğunun altını önemle çiziyor.

Işın Eliçin
00:00 - 25/07/2012 Çarşamba
Güncelleme: 21:57 - 24/07/2012 Salı
Yeni Şafak
Savaş öldürmekle kalmaz kirletir ve ahlakı bozar
Savaş öldürmekle kalmaz kirletir ve ahlakı bozar

Karar vericiler dışında kalan herkes, düşüncesi, eylemi ne olursa olsun kendisini savaşın içinde bulur; iradeler, araya konmak istenen mesafeler yok olur. Bertolt Brecht, Duvara Tebeşirle Yazılan şiirinde:

'Savaş istiyoruz! '

En önce vuruldu

Bunu yazan.

dizeleriyle, bizde pek hafıza oluşturmuşa benzemeyen savaş gerçeğini anlatır. Yani yanlısı olmak da karşıtı olmak gibi savaşın kendisi için birşey ifade etmiyor.

Modernleşmenin kıstaslarını belirleyen toplumların karar vericileri, irili ufaklı epey savaştan sonra adına bu kez "dünya savaşı" dedikleri çok büyük iki tane daha yaşattılar insanlığa. İlkine "bütün savaşları sona erdirecek savaş" bile demişlerdi ama aksine ikincisi de geldi ve yıkım öyle sarsıcı oldu ki, savaşın ve barışın kurallarını yeniden yazmaya karar verdiler. İşte bu kurallar çerçevesinde ve "dünya barışı"nın tesisi iddiasıyla Birleşmiş Milletler doğdu.

Modern zamanda adı değişti

Modern zamanların başından beri, savaşın şekli, yapılışı, algılanışı, sunumu önemli değişimler geçirdi. 3. dünya savaşı henüz yok belki ama dünyanın dört bir yanında savaş var. Ya da var mı? : İç savaş, terörle savaş, düşük yoğunluklu savaş, önleyici savaş, gerilla savaşı, halk savaşı... Başına farklı sıfatlar getirilenler ya da "Nato'nun Afganistan operasyonu" gibi adı savaş olmayanlar… Nedir savaş? Barış nedir?

Siyaset Bilimi profesörü Cemil Oktay'ın Modern Toplumlarda Savaş ve Barış (Bilgi Üniversitesi Yayınları; Haziran 2012) adlı kitabı savaşın ve barışın kavramsal açıdan izini sürüyor; önemli tarihi ve kuramsal koordinatlar vererek savaşı ve barışı anlama çabalarına çerçeve sunuyor. Çalışma, "Savaş ve barış hallerinin savaşan ve barışı kuran ülkelerin toplumsal özelliklerini yansıttığı varsayımı" üzerine kurulmuş, konuya dair geniş yazın da ulus devletler açısından taranmış.

Şiddete başvurmanın gerekçesi

İlk üç bölümde savaş ve barışın doğasıyla, sanayi toplumlarının eğilimleri irdeleniyor. Savaş hukukuna ayrılmış 4. bölümden itibarense, günümüzün savaşlarıyla geleceğin barışına dair tartışmalara ışık tutacak bir zemin kurgulanmış. Kendi adıma, "Savaş haklı bir vakıa olabilir mi" sorusuna 17. yy.'da önceki ilahiyatçı görüşlerden ayrılarak yanıt arayan Hollandalı Hugo Grotius'la tanışmaktan memnun oldum. Zira soru güncel. Ama Cemil Oktay, aslında bu konudaki tartışmaların epey önce kadük olduğunu hatırlatıyor. Nitekim savaşı meşru müdafaa dışında tümüyle yasaklayan Birleşmiş Milletler Şartı, "şiddete başvurmanın haklı gerekçesi yok" demiyor mu? İistisnai durumlar içinse meşru olanın karar mercii BM Güvenlik Konseyi. Tam bu noktada yazar "öyleyse 'haklı savaş' tartışmalarını tekrar alevlendirmenin anlamı ne?" diye soruyor ve iki noktaya işaret ediyor: 1) "sorunun yanıtı, ABD'nin tedhiş hareketlerine maruz kalmasında aranmalıdır. " 2) "Değişik coğrafyalarda cereyan eden bazı çatışmalarda ortaya çıkan kabul edilemez kıyımların yarattığı infialler de yeni tartışmaların –insani nedenlerle müdahale- bir başka kaynağıdır."

11 Eylül saldırılarını kastettiğini birkaç sayfa sonra netleştirdiğimiz ilk tespitte "maruz kalma" ifadesini pasif bir pozisyona işaret ettiği için sorunlu bulduğumu söylemeliyim. Ama NATO'nun işlevi tartışmalarında da gördüğümüz üzere, ABD'nin hegemonyasını küreselleştirmek için tercih ettiği araçları ve güncel "haklı savaş" söylemlerinin gerisindeki nedenleri düşündürmesi bakımından çok yerinde. İnsani nedenlerle müdahale de Arap coğrafyasındaki isyan dalgasıyla birlikte canlanan bir tartışma ve "haklı savaş" sınırlarını zorladığı ölçüde ilk tespitle birlikte değerlendirilmeli. Bu bölümde İsrail Devleti'nin kuruluşu değilse bile sonraki icraatının barışın tesisi çabalarına etkisine hiç değinilmemiş olması, kanımca kitabın büyük zaafı. İsrail sözcüğünün sadece bir kez, "müzakereci barış" kavramı çerçevesinde Camp David anlaşması dolayısıyla geçtiğini de not edelim.

Kitabın "Savaşların acı bereketine övgü masalları" adlı 5. bölümü ise, Kürt sorunu ve/veya Suriye konusunda savaş kışkırtıcılığına varan "çözüm" önerilerinin, şiddet kullanmayı siyasete tercih eden yaklaşımların sıkça gündem oluşturduğu şu günlerde özellikle okunası. Yazarın deyişiyle "savaşın sadece öldüren ve yıkan değil, aynı zamanda kirleten, bulaştığı kurumların ve insanların ahlakını bozan bir vakıa" olduğunu hatırda tutmaya yarıyor.

Cemil Oktay çalışmasını güncel koşulların ilişkileri ulus devlet sınırlarını aşıp 'dünya toplumu' oluşturmaya zorladığı savıyla bitiriyor; düzensizlik görüntüsü veren gelişmeleri de yeni bir yapılanma süreci olarak okuyor. Ancak Oktay bu sürecin sonunda dengenin barıştan yana kurulacağından şüpheli. Hatta "toplumların özellikleri ne olursa olsun itidali ancak aşırılık örsünde biçimlenerek bulabildiklerini" yazarak karamsar bir öngörüde bulunduğu da söylenebilir. Ama ben yine de kitapta önemli yer tutan "öngörülemeyenin doğurganlığı" kavramından hareketle Turgut Uyar'ın kara-iyimserliğine sığınalım diyorum:

Umut yoktur

kimse yoktur umut etmemeyi önleyecek

çünkü umut kaçınılmaz gelecektir

bütün gümbürtüsüyle

umut kaçınılmaz gerçektir çünkü

biri Asya'da biterken sözgelişi, Şili'de öbürkü başlar

12 yıl önce