|

İnsanlık ruhunu yitirdi

İki önemli düşünce adamı Edgar Morin ve Sami Nair, dünyadaki iktisadi ve siyasi gelişmelerin kritiğini yaptıkları 'Bir Uygarlık Siyaseti' adlı eserlerinde, insanlığın geleceğini irdeliyorlar.

.
00:00 - 31/03/2001 Cumartesi
Güncelleme: 12:52 - 13/01/2014 Pazartesi
Yeni Şafak
İnsanlık ruhunu yitirdi
İnsanlık ruhunu yitirdi

'Bunalım' ve 'anarşi' kavramlarının teorik alt yapısını oluşturup felsefi bir sistem haline geldiği bir dönemde yaşıyoruz. Teknik, askeri, ekonomik, kültürel gelişmelere rağmen insanlığın 'insanlık'tan koptuğu bir süreçten geçtiğimiz bugünlerde, herkes 'gelecekte neler olacak' sorusunu merak ediyor. Gelecek kuşakları bekleyecek olan sorunlar nelerdir? Başdöndürücü bir hızla değişim geçiren dünyanın sonu mu yaklaşıyor? Yoksa insanlık, iktisadi, sosyo-kültürel, teknik, askeri..vs gibi alanlarda aynı anda yaşadığı evrimle kendi sonunu mu hazırlıyor? 'Modern insan' şu anda yaşamakta olduğu sıkıntılardan kurtulup huzura ermeyi başarabilecek mi? Bu ve benzeri sorularla kafa yoran iki önemli düşünce adamı Fransız yazar Edgar Morin ve siyaset bilimci Sami Nair, Om Yayınları'ndan dilimize kazandırılan 'Bir Uygarlık Siyaseti' adlı eserlerinde, bu konulardaki düşüncelerini içeren makalelerini yayınlıyorlar.

Kapitalizm günah keçisi

Edgar Morin, 'Yitik Temellerin Peşinde' adlı makalesinde, siyasal düşüncelerin sıkıntıda olduğunu ve bilimden kaynaklanan güçlerin yalnızca hayırlı sonuçlar doğurmadığını, aynı zamanda yok edici, güdümleyici ve olumsuz neticelerin oluşmasına da yol açtığını belirtiyor. "Marksizm, çağdaş insanlığın acı çektiği tüm kötülükleri kapitalizmin içinde topluyordu. Emperyalizmin kaynağı kapitalizmdi, savaşların kaynağı da emperyalizmdi. Oysa, emperyalizm ve savaşlar, kapitalizmden çok önceleri varolan tarihsel olgulardı. Paranın iktidarından kaynaklanan kötülükler, iktidarın iktidarından kaynaklanan ve üstelik paranın yol açtığı kokuşmuşluğu sürdüren kötülükleri artık gizleyemezler." diyen Morin'e göre Kaptalizmden daha kötü ekonomik ve siyasi sistemler hep varolmuştur ve varolacaktır da. İnsanlığın gelişmesinin gezegenimizi aynı zamanda sıkıntıya soktuğunu ifade eden Morin, kent yaşmının insanların sosyal dayanışmadan uzaklaşmasına ve bireylerin atomlaşmasına yol açtığını; bunun da sıkıntıya neden olduğunu söylüyor. Doğu blokunun çöküşü ardından Amerika'nın Asya ve Avrupa'dan gelen muhalefetle uğraşmak zorunda kaldığını belirten Sami Nair ise, her ne kadar zengin, kapitalist ülkelerin rekabet içinde olduğu bilinse de, dünya ölçeğinde iktisadi kökenli tek bir imparatorluğun ortaya çıktığını öne sürüyor: "...Gerçekte bu imparatorluk egemen uluslarla-ABD, Almanya, Japonya- ve onların içinde de, şimdiye dek hiçbir zaman bu kadar rahat bir durumda olmayan toplumsal tabakalarla özdeşleşiyor. Gerçekte bu imparatorluk dünya ölçeğinde seçkinler arasında bir ittifaklar sistemi oluşturmaktadır. Bu imparatorluk, başka bölgeleri dışlayarak, gelişmiş kapitalizmin bazı bölgelerde yerleşmesini güçlendiriyor, ancak, geçmişten farklı olarak, bu imparatorluğun sınır bölgeleri artık coğrafi değil, toplumsal hale geldi." Kaptalizmin bu gelişmelere bağlı olarak adeta yurtsuzlaştığını ve klasik kapitalist yapıdan sıyrılarak kabuk değiştirdiğini ifade eden yazar, çok uluslu şirketlerin merkezileşmiş yapıyı ve bürokratik modeli hızla terkedip tüm dünyaya yayıldığını ve artık takip edilemez bir şekilde örgütlendiğini söylüyor. Dünya hakimlerinin kurduğu iktisadi imparatorluk sonucunda, Marksizmin söylemlerinde geniş yer alan 'emek' kavramının da giderek anlam yitirdiğini ileri süren Nayır, sermayenin ülkesizleşmesinin emeğin toplumsal ilişkisini düzenleyen kuralların yıkılmasına neden olduğunu belirtiyor: "El emeğinin bu artan esnekliğinin dolaysız sonucu, güvensizliğin dünya ölçeğinde gelişmesidir. Bu güvensizlik, ücretlilerin direnme yeteneklerini zayıflattığı gibi, kollektif toplumsal yapıları da (sendikalar, partiler, sınıflar vb) istikrarsızlaştırır."

Kıyamet yaklaşıyor mu?

Kitabın son bölümünde genel bir değerlendirme yapan Edgar Morin, oldukça karamsar cümlelerle sözlerini noktalıyor: "Geleneksel uygarlıklar, çevrimsel bir zamanın kesinliği içinde yaşıyorlardı; öyle ki, Azteklerin güneşin sönmesini önlemek için yaptıkları gibi, gerektiğinde, insan kurban ederek bu çevrimsel zamanın doğru bir biçimde işlemesini sağlamak gerekirdi. Modern uygarlık, tarihsel ilerlemenin kesinliği içinde yaşadı. Yeni belirsizlik, belirsizliğin bilincidir...Yüzyılın sonunun çöküşünün geçici gölgelerin örttüğü bir aydınlanma çağında mıyız? Yeni bir dünyanın doğuşunu gizleyen bir dünyanın ölümünü mü yaşıyoruz? Yoksa bunun tersine, genelleşmiş gerilemelerin ve bir barbarlıklar çağının çizgilerinin belirlediği, belki de binlerce yıllık bir kültür varlığının kalıntılarını koruyan yalnızca birkaç adanın kurtulacağı bir çağda mıyız? Gezegenin bütünüyle batma tehlikesi taşıdığı bir yıkım zamanı mı yaşıyoruz? Mayakovski, son mesajında "aşkın sandalı yaşamın kayasına çarpıp parçalandı," diye yazıyordu. Yaşamın sandalı ölüm kayalığına çarpıp vakitsiz parçalanmayacak mıdır?" (Om Yayınları / Tel: 0212-296 82 41)

23 yıl önce