|

Haramlara dost olmak

Haramlara bakma ve seyretme hastalığımız sadece internet, film ve diziyle sınır değil. Bundan belki yirmi yıl önce gözlerimizi haramdan sakınarak evimize veya işyerimize rahatça gidebiliyorduk. Günümüzde ise bunu yapabilmek neredeyse imkânsız hale geldi.

04:00 - 16/04/2023 Pazar
Güncelleme: 12:42 - 17/04/2023 Pazartesi
Yeni Şafak
Arşiv.
Arşiv.
Enbiya Yıldırım

Her toplumun gelenek diye isimlendirilen alışkanlıkları vardır. Bunlar aynı zamanda o toplumu bir arada tutan temel değerlerin önemli kısmıdır. Bunları kaldırdığınız zaman toplum çözülmeye başlar. İnsanlar birbirine yabancılaşır ve aralarındaki bağlar erir. Biz dindarların batı kültürünün toplumumuza egemen olma çabasına karşı çıkmamızın ve çok üzülmemizin temel nedenlerinden birisi budur. Çünkü toplum başkalaşmaya ve Avrupalılaşmaya doğru kaymakta, kendi adet ve örflerinden uzaklaşmaktadır. Bu durum son derece tehlikeli bir çözülmedir. Zira geleneğinden kopan toplumların istikrarlarını sürdürmeleri çok zordur. Dış etkiye açık böylesi toplumları bekleyen tehlikelerin en küçüğü, Batı kültüründen etkilenerek kökenlerinden uzaklaşanlarla değerlerine sahip çıkanlar arasındaki sorunlardır. Nitekim ülkemizde bunun yansımalarını her an görme imkanına sahibiz. Acı olan bu ayrışmanın zaman zaman derinleşmesidir.

Esasında toplumun olduğu gibi insanların da alışkanlıkları vardır. Bunların bir kısmı gelenekten gelen alışkanlıklardır. Herkesin bunları yapmasıyla millet oluruz. Lakin insanların hepsinin değil, bir kısmının bazı alışkanlıkları da vardır ki, bunlar zararlı olabilmektedir. Alkol ve sigara bağımlılığı bunların başında gelir. Bunlara alışanlar zararlarını bilmelerine rağmen kolay kolay bırakamazlar. Bırakmak istediklerinde de bağımlı hale gelmiş bünyeleri nedeniyle zorlu bir sınav kendilerini bekler. Bu dönemlerinde onlara destek olacak, tekrar aynı hataya dönmelerini engelleyecek dostlara şiddetle ihtiyaçları vardır.

Kötü alışkanlıklar sadece bu kimselerle veya içki-sigara alışkanlığıyla sınırlı değildir. Bunlardan birisi de, haramlara bakmaya ve seyretmeye alışmaları, kanıksamalarıdır. İnternet, yüzlerce televizyon kanalı, sosyal medya, gazeteler ve diğerleri sahip olduğumuz bazı değerlerin iyice zayıflamasına neden oldu. Çok kanallı döneme geçtiğimiz zamanlarda, geleneğimize aykırı şeyleri gördüğümüzde hemen kanal değiştirir ve çok kızardık. Ancak bunları her gün gözümüzün içine soka soka, bizleri öyle alıştırdılar ki, haram ilişkileri gösteren diziler bile artık evlerimizde rahatça seyredilir oldu. Birbirlerine ahlak dışı kumpaslar kuranların ve gayr-i meşru ilişki yaşayanların filmlerinin karşısına kurulur olduk. Haram olan hususlara öyle alıştırıldık ki, artık bunları neredeyse kanıksamış gibiyiz. Esasında tam anlamıyla bir zavallı konumundayız. Öyle bir zavallıyız ki, zavallılığımız her geçen gün artıyor ve daha kötü oluyoruz.

Haramlara bakma ve seyretme hastalığımız sadece internet, film ve diziyle sınır değil. Bundan belki yirmi yıl önce gözlerimizi haramdan sakınarak evimize veya işyerimize rahatça gidebiliyorduk. Günümüzde ise bunu yapabilmek neredeyse imkânsız hale geldi.

Her gün bu ortamlarda bulunmak zorunda kalan müminlerin nefislerini korumaları gerçekten zordur. Hele de yaslanacağı ve kendisine Allah’ı hatırlatacak bir arkadaş grubu yoksa işi çok daha ağırdır. Çünkü her gün aynı ortamların içine gire çıka sonunda bunları kanıksamaya başlar. İlk başlarda haram diyerek kendisini korumaya gayret etse bile belli bir müddet sonra dayanma gücü zayıflamaya sonrasında da kırılmaya başlar.

Bizlerin sınavı eskiye göre çok daha ağırdır. Bu aynı zamanda, harama bakmamaya çalışarak kendisini korumak için çırpınan ve zorluklar içinde dindarlıklarını yaşamaya çalışan müminlerin ne kadar samimi ve ihlaslı olduklarının da bir göstergesidir. Sınavın hasını bu insanlar vermektedir. Durum gerçekten de böyledir. Köyünde cami-ev-tarla üçgeninde hayatını geçiren kimse ile ev-cami-işyeri arasında, haramlarla dolu bir ortamda yaşamını devam ettirmek zorunda kalanın durumu aynı değildir. Nitekim köydeki insanın televizyon dışında harama bakması söz konusu olmaz. İşleyebileceği haramlar gıybet, komşusunun malına zarar vermek gibi birkaç günahla sınırlıdır. Şehir hayatını yaşayanlarda ise durum çok vahimdir. Hayat onu yüzlerce sınava tabi tutar. Bu sınavları verebilenlerin Rabbimiz katındaki mükafatları da hiç şüphesiz daha fazla olacaktır. Çünkü korunmaya çalıştıkları haramlar daha fazladır. Tasavvuf kitaplarımızda bununla ilgili olarak güzel bir kıssa anlatılır:

İki kardeş varmış. Biri köyünde çoban, diğeri de şehirde ayakkabı tamircisiymiş. Çobanlık yapan hem hayvanlarını otlatıyor hem de ibadetle meşgul oluyormuş. Çok zahid bir kulmuş. Şehirdeki kardeşi de zahidmiş ve helalinden kazanmaya çok önem veriyormuş. Çoban olan bir gün kardeşini ziyaret etmeye karar vermiş. Hediye olarak da tuluma koyduğu sütü götürmeye karar vermiş. Kardeşinin dükkanına varmış. Selamlaşıp kucaklaştıktan sonra getirdiği sütü duvara asıp muhabbete koyulmuş. Birazdan dükkâna bir bayan gelmiş. Ayağındaki ayakkabının birini çıkarıp yırtıldığını söyleyerek tamir etmesini söylemiş. Bu esnada çobanlık yapan kardeşin gözü kadının ayakkabısız kalan ayağına takılmış. Aklı karışmış, şeytan zihninde hızlıca cirit atmaya başlamış. O bu haldeyken duvara astığı tutulumdan süt damlamaya başlamış. Bu durumu gören ayakkabıcı kardeşi ona şunu demiş: “Dağ başlarında, günah işleme imkânı yokken veli olmak, kulluğu yaşamak kolay. Esas olan ise haramların olduğu ortamlarda kulluk yapabilmektedir.” Böyle dedikten sonra da besmele çekerek parmağını süt damlatan yere değdirmiş, sütün akması durmuş.

Hikmet dolu bu kıssa herkesin sınavının aynı olmadığını da göstermektedir. Nitekim bütün hayatını Mekke’de geçiren biri ile her türlü yanlışlığın serbestçe işlendiği bir şehirde yaşayan kişi aynı değildir. İlkinde harama götüren bir vesile neredeyse yoktur. Hayat tamamen kulluk üzerine inşa edilmiştir. Nitekim umreye veya hacca giden kardeşlerimiz bunu çok iyi tecrübe ederler. Günlerinin tamamı ibadetle kaplanmıştır. Beş vakti Kabe’de veya başka bir mescitte cemaatle eda ederler. Kalan vakitlerde de tavaf, Kur’an okuma ve zikrullah ile meşgul olurlar. Ancak memleketlerine döndüklerinde bu güzelliği devam ettirme imkanları kalmaz. Zira hayatın içine katılmak zorundadırlar. Zaten ne oluyorsa da bundan sonra olur. Müminin esas sınavı başlar. Bu nedenle insanların sınavları ile alacakları mükafatların rabbimiz katında aynı olmayacağı aşikardır.

Hz. Peygamber fitne ve zorluk zamanlarında müminlerin kendi kabuklarına çekilmelerini hatta mümkünse toplumdan uzaklaşarak yalnız yaşamalarını tavsiye etmiştir. Çünkü din adına insanların birbirlerini kırdıkları, huzurun kalmadığı bir ortamda kalmaktansa kötülüklere bulaşmadan kendi kulluğunu yaşayarak, başka bir ifadeyle kafasını dinleyerek son nefesini vermek daha makuldür. Lakin günümüzde bunun ne kadar imkânsız olduğunu hepimiz biliyoruz. Köylerde geçim imkânı kalmamıştır. Hatta bazı yörelerde toprak genişleyen ailelere yetmemektedir. Bu nedenle nüfusun büyük çoğunluğu şehirlere yerleşmiştir. Göç, hızını kesmeden devam etmektedir. Bu yüzden her halukârda kulluğumuzu ayakkabı tamircisi misali şehirde yaşamak ve dünya sınavımızı kalabalıklar arasında vermek durumundayız.

#Haram
#Günah
#Kötü alışkanlıklar
1 yıl önce