Peki ne oluyor? Ne oldu da bölge halkı yıllar sonra sokağa çıktı? İktidarı, yönetenleri hedef aldı? Daha da önemlisi bu süreç nereye kadar devam edecek, sonuçları ne olacak?
Bütün bu soruları bölgeyi yıllardır gazeteci olarak takip eden ve halen TRT Arapça kanalının yayın yönetmenliğini yapan Sefer Turan ile konuştuk. Anlamaya çalıştık.
Sefer Turan, yaptığımız söyleşide, gerçekten bölgede bir paradigma değişimin başladığını ama nasıl sonuçlanacağını sürmekte olan mücadelenin belirleyeceğini söyledi. Turan, Mısır'da yaşananların önemli olduğunu ifade ederek, “Rejim değişirse bölge baştan aşağı yeniden kurulur” dedi.
Ben Mısır ile başlamak yerine size bir fotoğraf çekerek başlayayım. Çünkü yaşanan olayları ancak bu fotoğrafa bakarak anlayabiliriz. Arap ülkelerine baktığımızda gördüğümüz tablo şu. Yıllardır değişmeyen iktidarlar. Bunların bazısı krallık, bazıları cumhuriyet adını taşıyor ama yönetim biçiminde çok fark yok. Otoriter, baskıcı ve toplumu dışlayan modeller. Aynı zamanda ekonomik olarak sürekli kötüye gidiş söz konusu. Bu iki olgu bugün yaşananların en temel nedenleri. Bu tabloyu ağırlaştıran dışsal koşul ise bu yönetimlerin Batı tarafından sürekli desteklenmesidir. Yani başta ABD olmak üzere Batılı ülkeler Ortadoğu'da değişim istemiyor. Her ne kadar farklı zamanlarda demokrasiyi destekler çıkışlar yapsalar da, samimi olmadıkları için bir şey değişmiyor. Ancak son yıllarda Ortadoğu köklü bir değişim yaşıyor.
Bu değişimin merkezinde Batı'nın bölge üzerinde uyguladığı politikaların iflası var. Batılı ülkelerin bölgede desteklediği tüm muhalif hareketler başarısız oldu. İran konusunda, Suriye konusunda vs. sürekli bir başarısızlık söz konusu. İşte Batı'nın bu başarısızlığı kaçınılmaz olarak bölgede önce bir sorgulama sonra da bir değişim sürecini tetikledi.
Kesinlikle. Örneğin ABD İran'da rejimi tasfiye edemediği gibi, İran kendi nükleer programını geliştirdi ve bölgede dikkate alınması gereken bir ülke oldu. 2005'te Refik Hariri'nin öldürülmesiyle ABD'nin iki hedefi vardı: Bir, Suriye'yi Lübnan'dan daha doğrusu Suriye'yi Ortadoğu siyasetinde uzaklaştırarak etkisiz kılmak, ikincisi bununla bağlantılı olarak Hizbullah'ın askeri gücünü tasfiye etmek. Ama ne oldu, proje başarıya ulaşmadı ve ABD Suriye ile masaya oturmak zorunda kaldı. Hizbullah tasfiye edilemeyince İsrail, Lübnan'a saldırdı, o da bir sonuç vermedi. Yine Filistin'de Ortadoğu'nun en demokratik seçimleri yapıldı, Batılıların neredeyse seçime girsin diye yalvardıkları Hamas iktidara geldi. Bu kez Hamas düşman ilan edildi. Kısaca artık Ortadoğu ABD'nin istediği Ortadoğu değil. Yeni bir Ortadoğu'dan bahsedebiliriz.
Kendi iç dinamikleri üzerinde durmaya çalışan bir Ortadoğu. Yeni Ortadoğu'nun önemli bir öğesi de artık Türkiye'dir. Türkiye izlediği politika ile, güçlenen ekonomisi ile, İslam algısı ve bunun yorumu ile bölge insanına başka bir umut vaat etti. O ülkelere bir rol model oldu. Bugün Cezayir'den Lübnan'a kadar bütün ülkelerde ve sokaklarda Türkiye'ye karşı çok büyük bir ilgi var ve bu gizlenen bir şey de değil. Başbakan Erdoğan bugün, hangi Arap ülkesinde adaylığını koysa her birinde seçimi rahatlıkla kazanır. Böyle bir olgu ortaya çıktı. Bölge insanı için Başbakan Erdoğan'ın Davos'taki “one minute” çıkışı bir umut kaynağı oluşturdu. İnsanlar bundan da cesaret aldılar. Tunus'ta olanlar da bunun pratikteki karşılığı. İnsanlar artık korkuyu yendiler ve sokaklara çıktılar.
Kesinlikle.
Mısır, Arap dünyasında ve jeopolik açıdan önemli bir ülke. Özgül ağırlığı olan bir ülke. ABD'nin bölgedeki en büyük müttefiki, aynı zamanda İsrail'in de. Ancak Mısır'daki tablo da diğer Arap ülkelerinden farklı değil. Sokaktaki isyan, Mısır'da köklü bir değişimi istiyor. Mübarek'in gitmesini. Ancak Mübarek'in ikinci adamlığa Ömer Süleyman'ı ataması, Başbakanlığa da Ahmet Şefik'i getirmesi bir tür zaman kazanma ve direnme operasyonudur. Yani değişim imajı vererek kendisini sürdürme planıdır. Sanırım Batılılar da bu projeyi destekleyecekler.
Görünen o ki değil. Çünkü gösteriler biraz irtifa kaybetse de devam ediyor. Burada belirleyici olacak olan sokaktaki göstericilerle, ordu arasındaki ilişki olacak. Ordu eğer halktan yana tavır alırsa yeni kurulacak yönetimin de şansı olmaz. Ancak şu da olabilir Ömer Süleyman eğer tam yetkili, tek adam olmak isterse Mübarek'i o da görevden alabilir. Burada şu nokta da önemli, Mısır'da sokağa çıkanlar ne yazık ki, aralarında bir birliktelik kuramamışlar ve bir lider adayları yok. Ne Müslüman Kardeşler ne de diğer siyasi partiler Mübarek'e alternatif bir siyasi figür çıkaramadılar. Bu gösterilerin en büyük dezavantajı da bu. Bu süreçte bunu netleştirmeye çalışıyorlar.
Ne Tunus'ta ne Yemen'de ne de Mısır'da ABD'nin, Batı'nın bir etkisi ya da kışkırtması yok. Zaten bu isyan Batı'ya, Batı'nın bölgeye dayattığı siyasal sistemlere ve onların liderlerine isyandır. Şu anda Batılıların yapmaya çalıştığı şey değişimi kontrol altında tutabilmektir.
Burada Mısır'da olacaklar çok önemli. Eğer Mısır'da Mübarek devrilirse et-kisi Tunus'ta olanlardan çok daha fazla olur. Hem yeni isyanlar ortaya çıkar hem de bölgede sert değişimler yaşanır. Bu noktada en çok rahatsız olan ülkenin de İsrail olduğuna kuşku yoktur. Çünkü Mısır'daki iktidar değişimi İsrail'i çok fazla etkileyecektir.
Derinden sarsar. Çünkü yeni yönetim Filistin'e yakın olacaktır. Gazze'ye ablukayı kaldıracaktır. Böyle bir süreçte Ortadoğu'da kartlar yeniden dağılacaktır.
Bu soruya geçmeden şunu hemen ifade edeyim. Bölgede yaşananlar ABD'nin, Batılıların istediği şeyler değil. Yani yaşananların arkasında Batı, ABD yok. Tam tersine yaşananlar Batı projesine karşı bir ayaklanma. Tunus'ta Zeynel Abidin Bin Ali, iktidara demokrasi vaat ederek gelmişti, çok despot bir rejim kurdu. Bu rejim, hem Türkiye'de birtakım çevreler tarafından hem de Batı tarafından örnek bir rejim olarak lanse edildi. Tunus halkının bu isyanı Batılıların Tunus'a dayatmış olduğu geleneksel eğilimlere yönelik bir isyandır. Tunus Batı siyasetinin Ortadoğu'daki iflasının sembolüdür. Ancak yine Tunus örneğinden gidersek, Bin Ali kaçmıştır ama ekibi olaylara hâkim olmaya çalışıyor. Ama Tunus halkı bunun da farkında. Şu anda kurulan hükümetin başında Bin Ali'nin adamı Muhammed Gannuşi var. Ama onun da çok uzun süreli kalacağını zannetmi-yorum.
Bir kere artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Daha özgürlükçü, daha demokratik sistemler kurulacaktır. Halkın daha çok içinde olacağı demokratik sistemler kurulacaktır. Ancak bir kere daha ifade edeyim; halk bizim istediğimiz olacak diyor. Ancak yerel güçlerin zaafı şu, her şeyin bu kadar hızlı olabileceğini beklemiyorlardır. Onlarda hazırlıksız yakalandılar. Ama şu bir gerçek ki, Ortadoğu'da hiçbir şey artık eskisi gibi olmayacak.
Galiba umutları yoktu bugüne kadar. Şimdi işler değişiyor. Tunus'ta kendini yakan genç Boazzizi'nin kardeşi canlı yayınımıza katıldı. Onun ifade ettiği şunlar. İnsanlar yoksulluğa alışmış ve yoksullukla yaşamayı öğrenmiş. Onun isyanının sebebi onurunun çiğnenmiş olması. Kardeşinin bunun için kendisini yaktığını söylüyor. Bakın halk o kadar biriktirmiş ki, bir kıvılcım yangına dönüştürdü her şeyi. Tabii bunda bu iktidarların kendilerini Batı'nın garantörlüğü altında görmelerinin de etkisi var. Bize bir şey olmaz, Batı bizi destekliyor havasındalar. Ama Bin Ali'yi gördük. Hiçbir Batılı ülke onu kabul etmedi.
Batılıların kendi ekseni kaydığı için Türkiye'yi yanlış anlıyorlar
Türkiye son yıllarda dış politikada Batı dışında farklı coğrafyalarda ekonomiden siyasete her alanda ilişkilerini geliştirmeye çalışıyor. Bu coğrafyalardan birisi de komşuları ve Ortadoğu. Ve Türkiye bu bölgeye dönük iyi niyetli ilişkilerinin semeresini almaya başlıyor. Bugün Batı'dan gelen “Türkiye'nin ekseni kayıyor” söyleminin temelinde, Türkiye'nin Doğu ve Ortadoğu ile kurduğu ilişkilerden duydukları rahatsızlık yatmaktadır. Türkiye bu bölgelerde ağırlığını arttırınca, bu bölgeye hakim olduğunu düşünenler bu eksen kayması eleştirisine sarıldılar. Bu açıdan ekseni kayan Türkiye değil, Batı'nın kendisi. Üstelik Türkiye'nin Doğu ve Ortadoğu ile kurduğu ilişkiler Batı ile, AB ile kurduğu ilişkilerin bir alternatifi değil. Hatta şunu ifade edeyim, Türkiye Doğu ve Ortadoğu'da ne kadar güçlü olursa Batı'da da prestiji ve etkinliği o kadar artar.
Hayır. Türkiye bölgede Batılılardan farklı bir politika izliyor. İzlediği politikanın temeli de şu; “birlikte karar vermek, birlikte hareket etmek ve birlikte çözmek”. Yani Türkiye bölgeye kendi projesini, kendi söylemini getirmiyor. Bölge ülkeleri ile eşdüzeyli ilişki kuruyor ve krizleri, sorunları birlikte çözelim diyor. Bugüne kadar Batılıların projelerini uygulamak zorunda kalmış ülkleer için bu çok önemli bir farklılık. Türkiye'yi özelde kılan biraz da bu. Tabii bir de kültürel ve tarihi ortaklık var. İslam ortak paydası var. Ve tabii Türkiye'deki İslam yorumu var. Bu bölge için çok çok önemli bir faktör. Bir de Türkiye bölgedeki çatışan taraflar arasında bir taraf olmamaya gayret gösteriyor. Mesela eskiden Türkiye'nin Irak politikası, oradaki sadece birkaç grupla sınırlıydı. Şimdi Türkiye Irak'taki bütün gruplarla masaya oturabilen, görüşen, hepsini Ankara'ya davet eden bir ülke konumuna geldi. Lübnan'a gidildiği zaman Lübnan'daki bütün taraflarla oturan bir ülke konumuna geldi. Davutoğlu hem Washington hem de Hizbullah'la görüşen ender kişilerdendir. Türkiye'nin bölgeye getirdiği bu açılım özellikle Arap sokaklarında büyük kabul gördü bundan sonra ortak politikalar geliştirmek için de bölge insanlarına umut verdi.
Bu son olayların yılların birikimiyle gerçekleştirilen bir patlama olarak değerlendirilmesi lazım. Ama Türkiye'nin Arap ülkelerinde bir model ülke olmasının etkisini de yok sayamayız. Türkiye'nin bu son olaylarda belki doğrudan değil ama dolaylı etkisinin olduğunu söyleyebiliriz.
Türkiye'deki İslam algısı ve İslam yaşayışı birlikte çok merak ediliyor. Biz bu ihtiyaçlara yönelik programlar hazırladık, kendi dünyalarındaki siyasal hareketlere bakıp bir farklılık görüyorlar, algılamaya çalışıyorlar.
Söylem olarak farklı, mesela AK Parti'ye biraz tereddütlü yaklaşıyorlardı; ama İslamcı kökenden gelen bir parti olarak ve iktidardaki uygulamalarına baktıklarında böyle bir şey olabilir mi diye sormaya başladılar. Onlarda İslamcı hareketlerin iktidara gelip kendi projelerini hayata geçirmelerine izin verilmedi, hepsinde darbeler oldu, önlendi; ama en azından toplumda bunu görüyorlar. Yine Türkiye'nin bu haliyle ekonomik kalkınmasını gerçekleştirmesi. Bu da önemli. Türkiye'yi model ülke olarak görüyorlar. Bu iki başlık altında Türkiye'nin her şeyi merak ediliyor. Bir Arap turist Türkiye'de ezan sesini duyunca psikolojik olarak kendini evindeymiş gibi hissediyor ve harcamaları daha fazla oluyor haliyle, Batı'ya oranla. Ankara büyükelçileriyle Trabzon'a gittik. Karadeniz'i gördüklerinde şaşırdılar, 'Bu bölgenin bizim ülkemizde tanıtılması için çalışacağız bundan sonra' dediler mesela.
İsrail-Filistin görüşmeleri tamamen durmuş durumda. Son olarak El Cezire'de yayınlanan belgeler Filistin yönetimini (El Fetih) sarstı. Ama kısa ve orta vadede var olan durumda bir iyileşme görmüyorum ben. Elbette temenni ediyorum ama gerçekçi olarak baktığımda da gördüğüm tablo olumlu değil. Ancak bu süreci tersine çevirecek olan Mısırdaki değişimdir.
Sanmıyorum.
Mısır'da değişim olursa kaçınılmaz olacaktır. Ama aynı zamanda Filistin yönetiminde bir değişiklik olması gerekiyor. Filistin'in kendi iç dinamikleri var, Filistinliler kendi aralarında ulusal birliği sağlamak zorundalar. Bunu sağlamadıkça dışarıda çok fazla etkili olamazlar. El Fetih ve Hamas ile diğer gruplar ama ondan önce de El Fetih'in kendi içinde bir reforma gitmesi zorunlu. Bu gerçekleşirse Filistin iç dinamikleri yeniden hareketlenebilir ama kısa vadede zor görünüyor. Filistin'in iç dinamikleri bu süreci belirleyecek. Özellikle Mısır'da yaşanacaklar önemli.
İki ülke arasında şu anda belirsiz bir ilişki var. Türkiye'nin talepleri net. Ancak burada sorun bu taleplerin gerçekleştirilmesi için bir tarih ifade edilmemesi. Böyle olunca İsrail de zaman kazanmaya çalışıyor. Eğer Türkiye bir tarih telaffuz ederse bazı somut adımlar gelebilir.
ABD, Türkiye'nin bu rolünden rahatsız. Çizmiş olduğumuz resim, ABD'nin çıkarlarıyla örtüşen bir resim değil. ABD Türkiye'nin rolünden rahatsız ama yapacak çok da fazla şeyi yok. Çünkü bu söyleşide ifade ettik, Ortadoğu'da değişim yaşanıyor ama bu değişimin daha büyüğü dünyada yaşanıyor. Artık ABD dünya sisteminde tek başına değil. Artık sınırları var.