Büyük dayım Fenerbahçeliydi. Onun yüzünden Fenerli oldum.
Büyük oğlum Yahya Fenerbahçeli. İkizlerden biri Galatasaraylı. Galatasaray'ın renklerini çok sevdiğini söylüyor. Diğeri Beşiktaşlı gibi. Ona bir Beşiktaş forması hediye etmişler. Epeyce sahiplenmiş görünüyordu. Galiba benim hatırıma Fenerliyiz diyorlar.
Bu sadece sponsor problemi değil, memleketin problemi. Şike konuşuluyor, herkes bir şey söylüyor. Mahkemeler bitmeden hükümler veriliyor. Ne oluyor ki, problem oluyor toplumda. Birincisi 'futbol bile böyle olmuşsa geri kalanını sen düşün' diyor toplum. Böyle bir konuda bu derece birbirimizi yemenin ne anlamı var? Neticede bir top. İkincisi, 'Burada bile bu derece kamplaşabiliyorsak nerede uzlaşacağız?' Bu kadar taraftar olmamak lazım. Haktan yana taraf olmak lazım.
Her şeyden önce sabır diliyorum. Beni mahkemeye verdiklerinde bile kendime sabır tavsiye ediyorum. Mahkemelerden ne sonuç çıkacağını kestiremiyorsunuz. Çünkü farklı yorumlanabiliyor.
Düşünmüyorum. Çünkü ben o işten anlamam. Ben bisküvi yapmayı biliyorum. Seyirci ve sponsor olarak kalmak bana yeter.
Daha önce denedik, bu bizi mutlu etmedi.
Sabri Bey'in isteğiyle yapmıştık. Babamı da eski bakanlardan Ali Doğan Bey ikna etmişti. Ancak Delgado gol attığında bana aferin diyorlardı. Gol atamayınca küfrediyorlardı. Ne alakası var anlamıyorum. Biz sadece parasını vermişiz. Bu yüzden sıcak bakmıyorum.
Geçtik o dönemi. Planlarımız arasında artık yok. Bir dönem görüşmelerimiz olmuştu.
Ülker markasıyla yer almıyoruz ancak ortaklıklarımız var. Girişim sermayesi şirketimiz Gözde üzerinden yatırımlara girebiliriz. Tabii ki girdiğimiz yatırımların hiç bir yerinde Ülker yazmaması kaydıyla.
Ben konuttan anlamam. Bilmediğim işe de girmem.
Ekonominin gidişatından memnunuz. En çok da ekonomiyi yönetenlerin göstergeler normalken bile endişeli olması güven veriyor.
Evet, ancak bizi çok fazla etkileyeceğini düşünmüyorum. Bizi bugüne kadar Avrupa Birliği'ne almadıkları için de teşekkür etmek lazım.
Her zaman hesaplanabilir ve katlanılabilir riskler aldık. En kötü senaryoyu göze almadığımız bir yatırıma girmeyiz.
Vakit buldukça okumaya çalışıyoruz. Son dönemde okuduklarım arasında Steve Jobs'un hayat hikayesi, Thomas Friedman ve Global İnovasyon Başkanımız Bilal Kaafarani'nin Sürüden Ayrılmak isimli kitaplarını sayabilirim. Ayrıca Kale Grubu'nun kurucusu Sadık Özgür ve Uşak Şeker Fabrikası'nın kurucusu Nuri Şeker'in biyografilerini de okuduklarım arasında. En son Prof. Oded Shenkar'in imovasyonu anlattığı CopyCats'i (Taklitçiler) okudum. Yakın bir dönemde İbn-i Hacer'in ahkam hadisler kitabı olan Büluğ-ul Meram'ını bitirdim. Bir süredir Muhyiddin İbn-i Arabi'nin Ekrem Demirli Bey'in tercüme ettiği 17 ciltlik Fütuhat-ı Mekkiye'sini okumaya başladım.
İbn-i Arabi'yi hep merak ediyordum. Kendisini en enteresan yönü nedir biliyor musunuz? Endülüs'te doğmuştur. Suriye'de gömülüdür. Yani bütün bu toprakların hepsi Endülüs'ten Kuzey Afrika, Türkiye ve Arap Yarımadası'na kadar hepsi bir toprakken, hepsinin ortak bir kültürü meydana getirdiği bir dönemde doğmuş, bütün buralarda yaşamış ve ölmüş bir adam. O yüzden kitapları değerli benim için.
Aklınızın almayacağı her şey var. Modern resim gibi bir şey. Modern resim ile İbn-i Arabi'nin düşüncesi arasında bir benzerlik var. İbn-i Arabi, tüm düşüncelerini, bildiklerini ve gördüklerini başka türlü söyleyebilen bir insan. Modern resim de öyle. İnsanların farklı şeyler görebildiği, düşünebildiği söyleyebildiği bir sanat modern resim. O yüzden birbirine benziyor. Tekdüzeliğe, kolay anlaşılmaya aykırılıkları birbirine benziyor.
Hayır. Ama gördüğüm başkaları var. İsmini hatırlayamadığım başka pek çok sanatçı var. Mesela bende bir düğün tablosu var. Epeyce bir süre odamda asılı durdu ama üzerinde düğünle alakalı hiç bir şey yoktu.
Ne işe yarıyor biliyor musunuz? Ticari bir faydası var. Tüketicilerin aynı malı, aynı ürünü, aynı hizmeti nasıl çok farklı görebildiğini anlayabiliyorsunuz. Farklı yaklaşımları, farklı arzuları, farklı mülahazaları, temennileri olduğunu gösteriyor. Bir ürün üretiyorsunuz, çok iyi olduğunu düşünüyorsunuz, sunuyorsunuz, ilgi gösterenler de oluyor. Ama birisi de geliyor ve çok kötü diyor. Ve sonuç olarak o da haklı. Bunu öğreniyorsunuz, toleransı öğreniyorsunuz. Ben İbn-i Arabi'den de modern resimden de bunu öğreniyorum.
Benim hayat felsefem: Ölüversem...
Hayatta sadece nefes almaktan başka anlamlı bir şeyler yapmıyorsanız yaşamanın manası yok ki. İşte görüyorsunuz Miserable Life (Sefil bir yaşam). Uyanırsın, uykun gelir, uyursun uyanırsın, açsın yersin, toksundur, yine acıkırsın, su içersin, kanamazsın... Sefil bir hayat içindeyiz.
Var. Mesela yarın işe gitmemek.
Çünkü iş, hayatımızı kuşatmış durumda.
Ben hayatım boyunca tatil yapmadım hiç. Hafta sonuna bir gün ilave ederim. O benim tatilimdir. Yani bir şey yapmadan duramam. Bir şey yapmam lazım.
Hayatı sefilleştiren şey, mutlu olacağımız bir şey bulamamak değil. Ancak neticede bir sonu yok. Yani neye kavuşursanız kavuşun bir şekilde bitiyor ve yeni bir heves başlıyor. Sefil olan bu. Eskiler buna 'Denii' derlerdi. Yani sefillik.
Hiç bir şey yapamıyoruz, çünkü henüz ölmedim. Yaşadığımız sürece bu tekdüzeliğe mecburuz. (Ülker Kurumsal İletişim Genel Müdürü Zuhal Şeker'e dönerek, 'Bana bir şinorkel, boğuluyorum' diyor. )
Ben ince bir adam değilim. Anlamam şiirden. Benim güzel şiir dediklerime arkadaşlarım bu şiir bile değil diyorlar.
Babamın iş hayatımızı şekillendiren pek çok tevsiyesi oldu tabii. Toplantıyı uzatmazdı, hiçbir randevusuna geç kalmazdı, sabah erkenden kalkıp işçiler gelmeden fabrikada olmayı çok önemserdi. 'Yatmayı bilmeyen kalkmayı bilmez' derdi. Onu görmeye gelenleri bekletmeyi sevmezdi. Anadolu'dan gelen bakkalı, esnafı toplantıda bile olsa çıkar karşılar ve dinlerdi. Mütevazı olmak onun için çok çok önemliydi. Kazandığını işe yatırmamızı tavsiye ederdi. Kendisi hep böyle yaptı ve bize de tavsiyesi bunlar oldu. Biz de riayet ediyoruz.
Benim doktor olmamı istiyordu. Kendinle birlikte heryere götürebileceğin bir meslek diyordu. Düşünmem için süre verdi. Sonucunda doktorluğun riskli olması ve çok uzun bir süre okumayı gerektirmesi nedeniyle vazgeçtim. Bir de hata yapma şansınız yok doktorlukta. Hatanız bir insanın canına mal olabilir. Elektroniğe ve mühendisliğe çok meraklıydım ancak okulun zorluğu beni vazgeçirdi. Ben de işletme okudum. Bir de işletmeci en kötü ihtimalle bir şirketi batırır. Onu da yeniden kurarsın.
İbn-i Arabi'den bahsederken Endülüs'teki El Hamra Sarayı'nda gördüğü bir manzarayı da aktaran Murat Ülker, 'Katolikler sarayı aldıktan sonra saraydaki İslam'a ait her şeyi silmişler, sadece bir figür olarak 'Ve la galibe illallah' (Galip olan sadece Allah'tır) yazısı duruyor. Gülmüştüm bu duruma' diyor.