|

HAFTANIN FİLMİ / Kızları okutmayan şey DİN mi, GELENEK mi, yoksa kopkoyu bir CEHALET mi?

Genç kuşak yönetmenlerimizden Adem Uğur'un, günümüzden yaklaşık 18 yıl önce İstanbul'da kendi oturduğu mahallede tanık olduğu trajik bir olaydan hareketle senaryolaştırıp beyazperdeye aktardığı 'O Kul', düşük yapım bütçesinden kaynaklanan kimi teknik ve kasting yetersizliklerine rağmen, ele aldığı hassas konuyla izleyiciyi yine de can evinden vurup derinlemesine düşündürmeyi başarıyor.

Ali Murat Güven
00:00 - 23/10/2010 Cumartesi
Güncelleme: 19:02 - 23/10/2010 Cumartesi
Yeni Şafak
HAFTANIN FİLMİ / Kızları okutmayan şey DİN mi, GEL
HAFTANIN FİLMİ / Kızları okutmayan şey DİN mi, GEL
Yapım Yılı ve Ülkesi:
2010, Türkiye yapımı
Türü ve Süresi:
Aile draması / 95 dakika
Yapım Bütçesi:
680.000 Türk Lirası
Gösterim Formatı:
35 mm standart pelikül film (HD video tabanlı)
Perde Formatı:
1.85:1
Yönetmen:
Adem Uğur
Senarist:
(Havva Yavuzyiğit'in bir hikâyesinden uyarlamayla)
Hüseyin Kırca
Görüntü Yönetmeni:
Şahin Yiğit
Özgün Müzik Bestecileri:
Kenan Eryılmaz, Ozan Özdemir (Cenin Müzik)
Kurgucu:
Yağız Mehdi Abbas
Işık Şefi:
Mehmet Şengil
Ses Tasarımcısı:
Kamil Yerge
Sanat Yönetmeni:
Enver Adıgüzel
Makyözler:
Melek Kaya, Eda Aybey
Kostüm Tasarımcısı:
Seren Gel
Oyuncular:
Ümit Çırak (Selim / Baba), Sema Sevim Taştemir (Ayşe / Küçük kız), Ceren Karaoğlan (Ayşe'nin ergenlik çağı), Didem Rezze (Öğretmen / Ayşe'nin erişkin dönemi), Hilmi Özçelik (Dayı), Sinan Bengier (Dede), Tanya Jaziri (Anne), Faruk Koraçan (Komiser), Sibel Gökçe (Uzatmalı sevgili)
Yapımcı Şirket:
Şua Film
Dağıtıcı Şirket:
Özen Film
İçerik Uyarıları:
Bir kaç bölümünde şiddete ve argo konuşmalara yer verdiği, ayrıca son derece olumsuz bir baba figürünü baş karakter olarak seçtiğinden dolayı, yaş kategorisi açısından tartışmalı bir film… Fakat genel toplamda önemli ve değerli mesajlar verdiği için çocukların da -aileleri eşliğinde- izlemeleri yararlı olabilir. Böylesine kasvetli bir aile ortamı ve bu denli çağın gerisinde kalmış ebeveynlerle tanıştıktan sonra, kendi yaşam koşullarına bakarak mutluluk duyma, yanısıra da sahip oldukları artı değerler için şükretme ihtimallerinin "filmden olumsuz etkilenme" ihtimallerine göre çok daha yüksek olduğuna inandığımızdan dolayı herhangi bir yaş sınırlaması getirmeye gerek duymuyoruz.
Ailece izlenebilir mi?
/ ŞARTLI EVET
(İlköğretim çağındaki çocuklar ebeveynleriyle birlikte olmalı)
Yeni Şafak-Sinema Puanı:
* * *

FİLMİN KONUSU:
Eşi kız bebek doğurduğu için hiddetlenen
Selim
, bebeği doğumdan hemen sonra öldürmeye kalkışır; ancak genç adamın bu zalimâne girişimi akrabaları tarafından engellenir. Düzenli bir işi olmayan kahramanımız, eşinin tarlalarda gündelikçi olarak çalışarak kazandığı parayla -sözde- evin geçimini sağlamaktadır.
Ayşe
adı konulan küçük kız ise ilkokul çağı gelene kadar babasının katı kuralları, yerli-yersiz hakaretleri ve kesintisiz bir dayak eşliğinde büyür. Okul yaşına kadar ev hapsinde tutulan Ayşe için (normal ailelere mensup diğer çocuklar için sevinç kaynağı durumundaki) bu yeni dönem de ister istemez yepyeni zorluklar getirecektir.
Okula kayıt yaşı gelip çattığında, Ayşe'nin -kara cahillere özgü şaşmaz doğrulardan hareket eden- taş kalpli babası Selim, kızını önce okula göndermek istemez. Fakat, çevrenin de ısrarlı çabalarıyla Ayşe okula başlar; buna karşılık üzerindeki baba dayağı ve baskılar da gitgide yoğunlaşır. Küçük kız için artık hayatta attığı ve atacağı her adım ayrı birer işkenceye dönüşmüştür.
Ayşe'nin okuldaki başarısı ve diğer çocuklarla ilişkileri gıpta uyandıracak kadar iyidir. Evdeki baskıyı göz önünde tutarak okulunu kendine bir
“kurtuluş yolu”
olarak bellemesi, derslerinde de üstün başarı getirmektedir. İlköğretimi bitirip liseye başlaması her ne kadar babasının benzer türden tepkilerine yol açsa da, Ayşe bunların da üstesinden gelip evlerine yakın bir okulda eğitimine devam eder.
Ayşe'nin ergenlik sürecinde babasının ona yönelik baskıcı tutumu da iyice dayanılmaz bir görünüm almıştır. Kızını despotik bir ahlâkçı yaklaşımla bunaltan Selim, varlığıyla böbürlendiği oğlu
Sinan
'ı da sürekli kendisi gibi maço olması için teşvik eder. Genç kızın bu iki zalim erkek arasındaki sıkışmışlığı ve duygusal çaresizliği, okuluyla bütünleşmesine neden olduğu kadar, yeni tanıştığı erkek arkadaşına olan ilgisini de giderek artırmaktadır. Çünkü, gerek okulu, gerekse erkek arkadaşı onun için bir tür sığınağa dönüşmüştür. Buna karşılık, ağabeyinin onu çarşıda erkek arkadaşıyla gezerken yakalaması, Ayşe'nin üzerindeki baba baskısını iyice artırır.
Lise hayatı
“kız çocuğu”
olarak doğmanın ezikliğiyle gelip geçen Ayşe, en sonunda kritik bir eşiğe daha ulaşacak ve üniversite sınavlarıyla karşı karşıya kalacaktır. Oysa, aynı süreçte Ayşe'nin babası ise kızının
“lüzumundan bile fazla eğitim gördüğünü”
düşünmektedir. Selim'e göre evlenme çağı çoktan geçmiştir. Kendince bir an önce uygun bir delikanlı ile baş göz edip evlendirmesi gerektiğini düşünmekte ve aynı zamanda alacağı
“başlık parası”
nın hesabını yapmaktadır.
Kendisini ayakta tutacak bir meslek edinmenin hayâllerini kuran Ayşe, hedefini de okulunda izlediği etkinliklerin etkisiyle
“tiyatro oyuncusu”
ya da
“öğretmen”
olarak belirlemiştir. Ayşe'nin
“artiz”
olmak istediğini öğrenen Selim, kızının kötü yollara özendiğini düşünerek onu öldüresiye döver.
Ayşe o gece sabaha kadar intihar fikri eşliğinde kıvranır durur, sabah kulağına çalınan ezan sesiyle birlikte de bilincini yitirmiş bir durumda evden çıkar. Önce mezun olduğu okula gelir. Yıllarının geçtiği bu kuruma son bir bakış ve özlem gidermenin ardından, yıkık durumdaki kahramanımız mahallenin en yüksek binalarından birine dalar.

BİR 'İLK FİLM' İÇİN YETERİNCE DERLİ TOPLU

Genç kuşak yönetmenlerimizden
Adem Uğur
,
“Hayâl Bile Etme”
şeklinde ikinci bir adı da bulunan
“O Kul”
u bundan yaklaşık 18 yıl önce, İstanbul'da oturduğu mahallede gözlemlediği trajik bir olaydan hareketle beyazperdeye uyarlamış. İlk olarak
Havva Yavuzyiğit
'in (yönetmenden dinledikleri doğrultusunda) hikâye formatında kaleme aldığı, ardından da
Hüseyin Kırca
'nın sinema diline uyarlayıp senaryo hâline getirdiği filmini
45
kişilik bir ekip eşliğinde
Gaziantep
'in
Oğuzeli
ilçesinde çeken Uğur, baş kahramanı Ayşe'nin çocukluk çağını canlandırması için de yoğun bir araştırma sürecinin ardından
7
yaşındaki
Sema Sevim Taştemir
'de karar kılmış. Kendisi de tıpkı canlandırdığı Ayşe karakteri gibi ilköğretim öğrencisi (ve aynı zamanda okulunun birincisi) olan minik Taştemir, oyuncu koçu eşliğindeki
20
günlük bir eğitim sayesinde bu zor ve karmaşık karakteri inandırıcı bir performansla canlandıracak kıvama getirilmiş.
Çekimleri toplam
36
gün süren ve yaklaşık
700 bin liraya
malolan
“O Kul”
, her ne kadar bazı oyuncularının filmdeki genel ortalamayı düşüren teatral yorumları ve bütçeye bağlı olduğu aşikâr teknik sorunlarından dolayı zaman zaman kalite çıtasını düşürse de ele aldığı konunun hassaslığıyla peşinen saygı ve ilgiyi hak eden bir ilk film… Meslek hayatının önceki yıllarında kamera asistanlığı, yanı sıra da (
Levent Kırca
”nın kült TV programı
“Olacak O Kadar”
gibi çalışmalarda) yapım koordinatörlüğü ve oyunculuk görevleri üstlenen
34
yaşındaki yönetmen, 1980'lerin ikinci yarısından itibaren girdiği sinema-TV dünyasındaki bu gibi esaslı tecrübelerden dolayı olsa gerek, ilk filmlere özgü çok temel biçim ve içerik sorunlarını hemen hemen hiç yaşamadan filmini bir buçuk saat boyunca çoğunlukla rahat akan bir yapıda yürütüp sonlandırmayı başarıyor. Ancak dediğim gibi, zaman zaman -sektörden biri olarak- neden kaynaklandığını çok iyi bildiğim bazı çapaklar gözüme ilişti ki bunları da filmin ele aldığı
“din soslu kara cahillik”
temasının önemine binaen es geçmeyi daha sağlıklı ve hakkaniyete uygun bir yaklaşım olarak görüyorum.
Adem Uğur, (“Olacak O Kadar” günlerinden dostluğu bulunan) güçlü oyuncu
Sinan Bengier
gibi kalitesi tescilli isimlerle otel lobisindeki provalarda kendisini izleyip yüzlerce başvuru arasından tereddütsüz seçtiği genç yetenek
Sema Sevim Taştemir
arasında fena sayılmayacak bir
“ustalar-acemiler”
dengesi kurarken, ülkemizdeki pek çok yönetmenin kolaylıkla içine düşüverdiği bir tuzaktan da kendisini büyük ölçüde uzak tutmayı başarmış. Filmin senaryosu, dünyanın her ülkesinde, her ırkta ve her dinde kolaylıkla benzerine rastlayabileceğimiz bir
“eşeklik türü”
nü işin kolay tarafına sapıp, bu toprakların hamurundaki
“İslâm inancı”
na fatura etmeye yönelmiyor. Her ne kadar zaman zaman o yönde bazı küçük değdirmeler söz konusu olsa da hikâye son kertede
“kara cahilliğin kökenlerini dinde ya da pozitif geleneklerde değil, bizatihi kendisini iyiliğe, yüksek bir insanlık seviyesine doğru evriltilecek standart bir eğitim alamayıp cahil kalmış bireyin kişisel yetersizliklerinde”
görerek, bana göre gayet sağlıklı bir son noktaya varıyor. Ülkemizde, bundan 20-30 yıl önceki kadar olmasa bile varlığını hâlâ belli ölçüde sürdüren ciddi bir sorun konumundaki
“kız çocuklarını okumaktan alıkoyma”
alışkanlığı bu denli inanç temelli bir sosyal olgu olsaydı, o zaman da (Vahhabîliğin kalesi
Suudi Arabistan
'da değilse bile)
İran
'da,
Mısır
'da,
Ürdün
'de,
Bosna-Hersek
'te,
Malezya
ve
Endonezya
'da rahatlıkla eğitim gören on milyonlarca kadını üniversitelere yönlendiren mantığın nereden beslendiğini enine boyuna sorgulamak gerekirdi.

HENÜZ TAM OLARAK ALTEDEMEDİĞİMİZ BİR SORUN

2000'lerden sonra Türkiye'nin kentsel coğrafyasından artık hemen hemen kazımayı başardığımız
“kız çocuklarına yönelik duygusal hoyratlık ve eğitim-öğretim sürecinde ayrımcılık”
, özellikle
“aşiret-feodalite kültürü”
nün egemen olduğu Doğu yörelerimizde ne yazık ki günümüzde bile devam ediyor. Böylesi bir ilkellik karşısındaki en büyük tesellimiz ise gerek devletin, gerekse sorumluluk duygusu içinde hareket eden medya ve sivil toplum örgütlerinin toplumun geneline
“inanç ve gelenek”
diye yutturulmaya çalışılan bu çağdışı bağnazlık gösterisine sessiz kalmayıp, var güçleriyle karşı saldırılar gerçekleştirmeleri… Sinema sanatı da bu noktada Adem Uğur'un alabildiğine alçakgönüllü, fakat aynı oranda da değerli ve etkileyici yapıtı gibi örneklerle anılan mücadeleye yapması gereken entelektüel katkıyı sunmakta…
“O Kul”
, özellikle tuzu kuru büyük kent çocuklarının anne-babalarıyla birlikte izleyip, perdede görecekleri trajedi üzerine uzun uzun düşünmeleri ve
“şükür kavramı”
nı hayatlarına sokmaları için iyi bir vesile sunmakta… Hele de Ayşe'lerin bu ülkede yalnızca birer
“sinemasal fantezi”
olmadığını bilerek izlerlerse, çok daha yararlı olacaktır!

14 yıl önce