|

HAYAT'ın hazmı en zor olan evresi ÖLÜM'dür

Polonya asıllı genç kuşak kadın yönetmenlerden Agnieszka Wojtowicz-Vosloo'nun ilk uzun metrajlı filmi 'Diriliş', ölüm hâlinin bedeni terk etmek zorundaki ruhların ilk anda reddiyeyle karşıladığı bir gerçeklik olduğunu vurgulayan -İslâmî öğretiyle tamamen paralel- senaryosu ve hayatın kaçınılmaz finali üzerine söylediği etkileyici sözlerle, bu 'can sıkıcı' konu üzerine kafa yoranların, özellikle de ilâhiyat araştırmacılarının ilgisini hak eden küçük çaplı bir başyapıt...

Ali Murat Güven
00:00 - 28/08/2010 Cumartesi
Güncelleme: 02:04 - 29/08/2010 Pazar
Yeni Şafak
HAYAT'ın hazmı en zor olan evresi ÖLÜM'dür
HAYAT'ın hazmı en zor olan evresi ÖLÜM'dür
DİRİLİŞ / After.Life

Yapım Yılı ve Ülkesi:
2009, ABD yapımı
Türü ve Süresi:
Psikolojik gerilim / 104 dakika
Gösterim Formatı:
35 mm standart pelikül film
Perde Formatı:
2.35:1
Yönetmen:
Agnieszka Wojtowicz-Vosloo
Senaristler:
Agnieszka Wojtowicz-Vosloo, Paul Vosloo, Jakub Karolczuk
Görüntü Yönetmeni:
Anastas Michos
Özgün Müzik Bestecisi:
Paul Haslinger
Kurgucu:
Niven Howie
Yapım Tasarımcısı:
Ford Wheeler
Set Dekoratörü:
Tora Peterson
Kostüm Tasarımcısı:
Luca Mosca
Saç Tasarımcıları:
Nicki Ledermann, Robin Day, Angel De Angelis
Makyaj Tasarımcısı:
Nicki Ledermann
Sanat Yönetmeni:
Anu Schwartz
Oyuncular:
Christina Ricci (Anna Taylor), Liam Neeson (Eliot Deacon), Justin Long (Paul Coleman), Chandler Canterbury (Jack), Celia Weston (Beatrice Taylor), Josh Charles (Tom Peterson), Luz Alexandra Ramos (Diane), Malachy McCourt (Peder Graham), Rosemary Murphy (bayan Whitehall), Alice Drummond (Bayan Hutton), Shuler Hensley (Vincent Miller)
İthalatçı Şirket:
Tiglon Film
Dağıtıcı Şirket:
Tiglon Film
İçerik Uyarıları:
Giriş bölümü, öykünün kahramanı olan çiftin yüzeysel cinsellik içeren bir sahnesiyle başlıyor. Ayrıca, film boyunca bir kaç yerde de ana kadın karakterin göğüsleri çıplak olarak görünmekte… Anılan sahnelerin dışında, genel olarak çocuklar ve gençler için ürkütücü olabilecek bir konuya sahip. Bu yüzden de 15 yaşından küçüklerin izlemesi için uygun bir yapım değildir.
Resmî İnternet Sitesi ve Fragmanı:
Yeni Şafak-Sinema Puanı:
* * *

İlkokul öğretmenliği yapan depresif karakterli Anna Taylor, hayatının genelinde olduğu gibi uzatmalı nişanlısı Paul Coleman ile de ahenkli bir duygusal ilişki tutturamamaktadır. Şeker yutar gibi anti depresan içen genç kadın, nişanlısıyla yine eften püften gerekçelerle kavga ettiği bir akşam yemeğinin tam orta yerinde öfkeyle restorandan çıkar, otomobiline biner ve bardaktan boşanırcasına yağmur yağarken son sürat gittiği otobanda çelik borularla dolu bir kamyonun altına girerek feci şekilde ölür.
Gözlerini yeniden açtığında alabildiğine soğuk görünümlü bir cenaze evindedir ve tesisin yetkilisi Eliot Deacon kendisini iki gün sonraki cenaze törenine hazırlamaktadır. Aklı çok karışmış, korkmuş ve görünüşe göre hâlâ “canlı” olan Anna öldüğüne kesinlikle inanmaz. Deacon ise onun “öteki dünya”ya geçmek üzere olduğunu, ancak diğer bütün ölüler gibi bu durumu kabul etmekte güçlük çektiğini söyler. Gizemli cenaze levâzımatçısı, genç kadını vefat edenlerle iletişim kurabildiğine ve ona artık yalnızca kendisinin yardımcı olabileceğine iknâ etmek için ne kadar çabalasa da Anna ve yakınları için bu beklenmedik durumu sindirmek hiç kolay gözükmemektedir.

1975-Polonya doğumlu olup ABD'nin en prestijli sinema okullarından New York Üniversitesi Tisch Film Akademisi'nde sinema eğitimi gören kadın yönetmen Agnieszka Wojtowicz'in adını sektörde ilk duyuran çalışma, 2002 yılında çektiği “Pâté” adlı 30 dakikalık kısa film olmuştu. Galası bağımsız sinemanın kalesi Sundance Film Festivali'nde gerçekleştirilen ve bir dizi prestijli festivalden de ödüllerle dönen o yapıtın oluşturduğu rüzgâr sayesinde sektöre itibarlı bir giriş yapan sanatçı, bu arada ilk filminin kurgucusu ve senaristi olan Paul Vosloo ile evlenerek, adının sonuna bir de “Vosloo” soyadını ekledi.

İlk uzun metrajını çekebilmek epeyce uzun bir süre finans kaynağı aramak zorunda kalan Agnieszka Wojtowicz-Vosloo, bağımsız sinemanın Amerikalı hâmilerinden yapımcı Brad Michael Gilbert'ın kendisine inanarak ortaya koyduğu 15 milyon dolarlık (Hollywood standartlarına göre) mütevazı bütçe sayesinde, nihayet 2009'da ilk sinema filmi “Diriliş”i gerçekleştirme fırsatını elde edecekti.

“Diriliş”, her ne kadar izleyiciyi entelektüel ve duygusal açıdan zorlayıcı psikolojik gerilim öykülerine (hele de “ölüm” fikrine!) zerrece sempatisi olmayan, tek kelimeyle şamata budalasına dönüşmüş durumdaki batılı sinemaseverler tarafından hemen hiç sevilmediyse de bir ilk film için yeterince olgun bir yapıt... Özellikle de İslâmî bilgi kaynaklarında sık sık karşımıza çıkan “Bütün fâniler, öldüklerini kabul etmekte zorluk çekerler; ta ki mezara girip üzerlerine toprak atılana kadar” şeklinde özetlenebilecek mistik hâlin tanımıyla birebir paralellik gösteren ana mesajıyla, ölüm ve öte dünya üzerine derinlemesine düşünenlerin ilgisini fazlasıyla çekebilecek bir öyküye sahip... Filmin iki baş karakterinden biri, cenaze levazımatçısı Eliot Deacon'u canlandıran İrlandalı ünlü aktör Liam Neeson (ki kendisini en fazla “Schindler'in Listesi”nin Oscar Schindler'i olarak tanırız) canlandırdığı karakterin güvenilirliğine ilişkin olarak ilk kareden son kareye kadar sürekli gelgitler yaşamamıza yol açan müthiş bir performans sergiliyor. Genç kuşağın çok sevdiği kadın yıldızlardan Christina Ricci'yi sorarsanız, her ne kadar Neeson gibi bir ustaya ayak uydurmak belli ölçüde zorlayıcı olsa bile, tedirgin tavırları ve kasvetli makyajıyla o da zorlu bir rolün üstesinden büyük ölçüde gelmeyi başarmış. Her iki Hollywood oyuncusunun da kendi şöhret klasmanlarına göre hafif kalan böylesine dar bütçeli bir yapımda başrolü üstlenmesinin öncelikli nedeninin sektöre yeni giren genç bir sanatçıya destek vermek olduğunu bilmek, onlara yönelik saygımı daha da pekiştirdi.
Öte yandan, “Diriliş” görsel atmosfer kurmada da son derece başarılı bir film... Görüntü yönetmeni Anastas Michos, öykünün büyük bir bölümünün geçtiği cenaze evini ve ceset onarma/süsleme işinde kullanılan bilumum metalik ıvır zıvırı, bütün o iç bayıcı kumaşları, tabutları buz mavisi lenslerle görüntüleyerek morgların soğukluğunu iliklerimize kadar hissetmemizi sağlıyor. Son derece kısıtlı bir mekân kullanımına sahne olan, ayrıca yine bütçe yetersizliklerinden dolayı “trafik kazası” gibi bazı kilit sahneleri de hiç araç parçalanması göstermeksizin yuvarlayarak geçen “Diriliş”, buna karşılık hepimizin farklı zamanlarda beyinlerimizi meşgul etmiş (ve belki de sürekli etmekte olan) o denli ilginç bir konuya odaklanıyor ki senaryonun sarsıcılığı filmin bu gibi teknik zaaflarına takılıp kalmamızı engelliyor. İnsanoğlunun “hayat” denilen büyük mucizenin evreleri içinde, varlığını ve mutlaklığını kabul etmekte en fazla zorlandığı evre olan “ölüm” ve yönetmenin onun üzerine kurguladığı -batı uygarlığının bireyleri için son derece sıradışı görünümlü, dahası rahatsız edici- söylem, hiç bir özel efekt cambazlığı olmaksızın salt kendi başına bile yeterince güçlü bir dramatik malzeme oluşturmaya yetmiş.

Her ne kadar 2009 yapımı bir gösteri olarak güzel memleketimizde çoktan internet sitelerine düşmüş ve müzik-sinema ikilisine tek kuruş bile ödemeden bu dünyanın ürünlerini dibine kadar tüketmeyi bir tür hayat felsefesine dönüştürmüş durumdaki “uyanık” gençliğimiz tarafından çoktan ziyan zebil edilmiş olmasına rağmen, sinemayı beyazperdede izlemeyi seven “enayi” bir sinema yazarı olarak bu filmi izlemek için katettiğim onca yola ve ödediğim paraya hiç mi hiç acımadım doğrusu...

Şunu da son bir uyarı olarak eklemekte yarar var... “Diriliş” her ne kadar temel meselesi cinselik ya da kadın bedenini sömürmek olmasa da “morg sahneleri”nin kaçınılmaz bir tezahürü olarak bir kaç yerde Christina Ricci'nin göğüslerini sergiliyor. Bir dindar olarak, bu gibi konularda (filmin derdi her ne olursa olsun) cinsellik ve çıplaklık sunumlarına tepki veren okurlarımı rahatlıkla anlayabiliyorum elbette; o yüzden de diyorum ki kan, gerilim ve çıplaklığa hassas izleyiciler “Diriliş”ten uzak durmalı. Onun dışında ise film izlerken “büyük resmi görmeyi” tercih edenler, özellikle de inanç meselelerinin sanattaki yansımalarını takip etme yeteneğini kazanmış olan ilâhiyat akademisyenleri ve araştırmacılarının mutlaka izlemesi gereken küçük çaplı bir başyapıt çekmiş henüz 35 yaşındaki Agnieszka Wojtowicz-Vosloo... Ki “ölüm” üzerine böylesine esaslı bir sorgulamanın bu konuyla arası hiç iyi olmayan bir adresten, kapitalist düzenin içinde oradan oraya savrulup giden batılı bir kadın sanatçıdan gelmesi bile başlıbaşına ilgiye değer bir husus!

14 yıl önce