|

İnsanlığa karşı suç işleyenlerin en nefret ettiği âlet: Kamera

1980'lerin ortalarından bu yana hazırladığı politik belgeseller ve benzer içerikteki televizyon programlarıyla anılan türün formatını yenileyip ona daha da saygın bir kimlik kazandıran vicdan sahibi Amerikalı gazeteci, yazar ve yönetmen Michael Francis Moore, merakla beklenen son çalışması "Kapitalizm: Bir Aşk Hikâyesi"nde -Obama iktidarına yönelik belli bir iyimserliği de muhafaza ederek- ülkesinden dünyaya yayılan insanlık dışı uygulamaları bir kez daha yerden yere vuruyor.

00:00 - 13/12/2009 Pazar
Güncelleme: 22:41 - 12/12/2009 Cumartesi
Yeni Şafak
İnsanlığa karşı suç işleyenlerin  en nefret ettiği
İnsanlığa karşı suç işleyenlerin en nefret ettiği
KAPİTALİZM: BİR AŞK HİKÂYESİ / Capitalism: A Love Story
Yapım Yılı ve Ülkesi:
2009, ABD yapımı

Türü ve Süresi:
Politik belgesel / 127 dakika (kesintisiz versiyonu)

Gösterim Dili:
Orijinal seslendirmesi İngilizce olan bu film, ülkemizde Türkçe altyazılı kopyalarla gösterime sunulmuştur.

Yönetmen:
Michael Francis Moore

Senarist:
Michael Francis Moore

Görüntü Yönetmenleri:
Daniel Marracino, Jayme Roy

Özgün Müzik Bestecisi:
Jeff Gibbs

Kurgucular:
Jessica Brunetto, Pablo Pruenza, Conor O'Neill, Todd Woody Richman, John W. Walter, Alex Meillier, Tanya Ager Meillier

İthalatçı Şirket:
r Film

Dağıtıcı Şirket:
Medyavizyon Film

Resmî İnternet Sitesi ve Fragmanı:

İçerik Uyarıları:
Bazı bölümleri argo konuşmalar içerdiği ve karmaşık bir alt-metne sahip olduğu için, ilk öğretim çağı çocukları için zorlayıcı bir deneyim olabilir.

Yıldız Puanı:
* * * ½


Daha kuruluşu sırasında Kızılderilileri soykırıma uğratarak "Yeni Dünya" adını verdiği topraklarda kendine ite kaka yer açmasından itibaren, insanlık ailesine bugüne kadar çektirdiği sayısız acılardan dolayı Amerika Birleşik Devletleri adlı dev imparatorluğa çoğumuz öylesine kızgınız, yapıp ettikleri yüzünden öylesine hınç doluyuz ki artık o topraklardan (en azından arada sırada da olsa) "akil adamlar ve kadınlar" çıkabileceğini kabul edemiyoruz bile…

Ancak, elbette ki Yaradan'ın insanoğlunu yaratış gerçeği hiç de böyle köşeli, değişmez bir temel üzerine kurulu değil… Her ne kadar zulmü kışkırtan ve destekleyen idarî sistemleriyle nam salmış olsalar da ben yeryüzünün -ABD'den Rusya'ya, İsrail'den Çin'e kadar- Allah'ın insana ruhundan bir parçayı üflediği ve "onu kendisine halife kıldığı" istisnasız her köşesinde, adına "insanlık" denilen erdemden umudu kesmemek taraftarıyım.

Nitekim, İsrail'de çoluk çocuğun üzerine bomba yağdırmayı reddettiği için hapse atılan Yahudi pilotlar da bunun giderek daha fazla sıklıkla karşılaştığımız anlamlı bir örneği değil mi? Eminim ki böyle insanî patlamalar vaktiyle Stalin'in Kırım tatarlarını sürgüne gönderdiği zamanlarda da yaşandı, Çin despotizmi geçtiğimiz aylarda Sincan'da Müslüman Türklerin üzerine tankları sürerken de…

Biz henüz duyamamış olsak da zulme yönelik bu tür onurlu karşı çıkışlar insanın yaşadığı her yerde mutlaka olmaktadır ve olacaktır.

İşte, Amerikalı gazeteci, yazar, yönetmen, yapımcı ve insan hakları aktivisti Michael Francis Moore de benim "insandan son nefesine kadar ümidi kesmeme" yönündeki bu mutedil yaklaşımımın Hollywood'daki en güzel örneklerinden birini oluşturuyor. Amerikan vahşi kapitalizminin doğurup semirttiği çevrelerin kendisi hakkında yıllardır süregelen bütün o aşağılık manipülasyonlarına, yaymaya çalıştıkları birbirinden kirli dezenformasyonlara rağmen, eskilerin "Aynası iştir kişinin, lafa bakılmaz" sözünü hatırlatan bir tutarlılık içinde, tam 20 yıldır hak bildiği yolda kararlılıkla ilerliyor bu yiğit belgeselci…

Belgesel sinema kariyerini başlatan "Roger ve Ben"den (1989) bu yana hiç bir filminde "lay lay lom" bir dünyanın göz boyayıcı değerlerine takılıp kalmaksızın, içinde yaşadığı yoz(laştırıcı) sisteme karşı her defasında hem teknik hem de entelektüel olgunluğu giderek artan sağlam bir eleştirelliği inatla savunageldi Moore… Üstelik, söz konusu muhalif tavrını yalnızca çektiği filmlerin kareleri üzerinde sınırlamayıp, gündelik hayatındaki tutum ve davranışlarına da en keskin çizgilerle yansıttı. Onun 2004 yılında "Fahrenheit 9/11"iyle Cannes Film Festivali "Altın Palmiye"sini alırken sahnede "Utan Bush! Kendinden utan!" diye bağırmasını hatırlayanlar, hemen her filminde politikacıları, küresel ölçekte kan emen dev şirketlerin yöneticilerini ve dahası Charlton Heston gibi silahlanma taraftarı faşist sinemacıları, Britney Spears gibi dünyadan haberi olmayan salak ötesi müzik yıldızlarını rezil kepaze eden muzipçe sorularını hatırlayanlar, bu yoldaki içtenliğini de teslim edeceklerdir.

Son olarak 2007'de Amerikan sağlık sisteminin iğrençliğini deşifre ettiği "Hasta"sıyla karşımıza çıkan Moore, bu kez de ilhamını 2008 ekonomik krizinden aldığı "Kapitalizm: Bir Aşk Hikâyesi"yle adına "mortgage" denilen şeytanî kredilendirme sistemini mercek altına yatırıyor. Onun belgeselciliğindeki en güzel taraf ise Amerikan toplumuna özgü (ve yalnızca onu etkileyen) yerel bir zâlimliği işler gibi görünürken, öte tarafta ise aslında aynı zâlimliğin küresel uzantılarına ışık tutarak gezegenin tamamını ilgilendiren bir hikaye anlatmayı başarabilmesi…

Kimi yerli ve yabancı eleştirmenler, "Kapitalizm: Bir Aşk Hikâyesi"ni, Moore'un Demokrat Parti'li Barack Obama yönetimine karşı aşırı ümitvâr ve müsamahakâr davranmasından dolayı eleştirdiler. Ancak, 4 yıllık görev süresinin henüz birinci yılını bile doldurmamış bir başkana karşı ümitvâr olmak, ona ülkesini ve dünyayı değiştirecek nitelikte bazı adımlar atabilmesi için avans vermek bence de şart. Şunu kabul etmek gerekiyor ki siyahî Obama'nın iktidara gelişi bile ABD açısından başlıbaşına politik bir devrimdi ve onu salt Afganistan Savaşı'na yönelik (büyük ölçüde savaş lordlarının baskısına bağlı olarak gelişen) tutumundan dolayı tümden silmek hiç de akılcı bir tutum olmayacaktır.

"Kapitalizm: Bir Aşk Hikâyesi", yalnızca "mortgage" yöntemiyle ev almış ya da almayı düşünenlerin değil, kendisini yaşadığı ülkeye ve insanlık ailesine karşı sorumlu hisseden bütün dünya vatandaşlarının mutlaka izlemeleri gereken eşsiz bir ahlâk dersi… Sağolasın Michael usta, iyi ki belgesel dünyasında senin gibi bir adam var. Sayende, Afrika'nın balta girmemiş ormanlarında içgüdülerinin çağrısına uymaktan başka bir suçları olmayan masum aslanların rızk mücadelesini değil, uygar dünyanın orta yerinde cirit atan kana susamış insan bozuntularının yarattığı gerçek vahşeti izleme imkânı buluyoruz.


14 yıl önce