|

Unutulmaz filmlerin bilge dağıtıcısından sinemaseverlere bu kez de 'kitabî' bir armağan

2000'lerin ikinci yarısından sonra ağırlık verdiği yazarlık-yayıncılık alanındaki uğraşları, onu hem sinema sektörünün profesyonelleri, hem de sinemaseverler nezdinde sıra dışı dağıtıcılar arasına katan film ithalat ve işletme çalışmalarının hızını bir ölçüde düşürse de “Benden bir sinemacı olarak ümidi hiç kesmeyin” diyor Şefik Memiş, “Kimseciklerin getirmeye cesaret edemeyeceği, kaliteli, ayrıcalıklı ve tadına doyulmaz bir yapıtla her an yeniden huzurlarınıza çıkabilirim. Şu sıralar sektörden birazcık uzaklaşmış gibi görünsem de dünyanın dört bir tarafında çekilen yeni ve nitelikli filmleri sürekli takipteyim. Özellikle de bu ülkenin sinemaseverlerine mutlaka sunulması gereken esaslı bir belgesel ortaya çıktığında, böylesi önemli yapıtlar bizim oltamızdan kesinlikle kaçmayacaktır. O yüzden, bütün sinefil dostlarımız takipte kalsınlar!”

Ali Murat Güven
00:00 - 15/06/2012 Cuma
Güncelleme: 11:44 - 17/06/2012 Pazar
Yeni Şafak
Unutulmaz filmlerin bilge dağıtıcısından sinemasev
Unutulmaz filmlerin bilge dağıtıcısından sinemasev
alimuratg@yahoo.com

Şair, yazar, gazeteci, yayıncı, sinema filmi ithalatçısı ve işletmecisi, reklâmcı, metin yazarı, medya ve halkla ilişkiler uzmanı…


Kendisiyle üniversitede
sınıf arkadaşı
olmaktan dolayı her zaman için büyük bir gurur duyduğum sevgili
Şefik Memiş
'i, son
20
küsur yılda iş dünyasında sahip olduğu bütün bu meslekî unvanlardan en öncelikli olarak hangisiyle yâdetmem gerektiğini, doğrusu ya, gerçekten de belirleyemiyorum.

Fakat, bildiğim bir şey var ise o da
1967-Giresun
doğumlu bu sessiz sakin mizaçlı, güzel fıtratlı adamın özellikle
1990
'ların başlarından itibaren film ithalatı sektörüne girmesinin ülkemiz sinemaseverleri açısından çok ciddi bir şans oluşu…

O ve hayranlık uyandıran bir idealizmle kurup bugünlere kadar başarıyla getirdiği
Monad Film
adlı şirketi sayesinde, küçücük televizyon ekranları yerine geniş perdede izleme fırsatı bulduğumuz birbirinden güzel düzinelerce belgesel ve dramatik yapımı unutabilmek ne mümkün!
Monad Film
, kurulduğu ilk günden itibaren
“para kazanmayı"
değil
“kaliteli işletmeciliği”
önceleyen bir kuruluş olageldi;
17
yıldır da tutkulu bir sinemaseverliğin kılavuzluğunda ilerlemeyi sürdürüyor.

Film işletmeciliğini
“hareketli bir otoban”
olarak kabul edersek, bu yolda ortaya koyduğu deli dolu tarzın kendisine sektörde kazandırdığı yüksek saygınlığa karşılık, yazarlık ve yayıncılık alanındaki çabalarında ise daha bir alçakgönüllü takılmayı,
“edebiyat patikası”
nda bağırıp çağırmadan ilerlemeyi tercih etti sevgili kardeşim
Şefik Memiş
… Bunun sonucunda da dizelerinin/satırlarının lezzetini yalnızca -ve bana göre ne yazık ki- sınırlı sayıda şiir/edebiyatseverin bildiği istisnai bir kaleme dönüştü. Günümüzde artık medya ve halkla ilişkiler alanında gerçek bir
“guru”
olan bu adam, eğer ki dileseydi hiç kuşkusuz ki yayıncılık piyasasında
“kişisel PR'ını yapma”
anlamında
(iki tane bol küfürlü romanla kendisini üç ayda markaya dönüştüren bir takım genel geçer tiplerden)
çok daha etkili ve başarılı olabilirdi. Ancak, şunu da iyi bilmekteyim ki
“sessiz ve derinden ilerlemek”
, mümkün olduğunca
“doğru alıcıya hitap etmek”
onun öteden beri bilinçli bir tercihi olmuştur. E, ne de olsa bizler gerçeğe
İsmet Özel
'in şiirleriyle
“uyanmış”
bir kuşağız;
İsmet Usta
da sık sık demez mi
“Önüne gelen herkes seni okumaya başladığı gün bitmişsin”
diye…
O yüzden,
laforizma müptelası
teenage kuşağın müdavimi olduğu
“Ben senin, ayakkabımın ayazda çözülmüş bağcığını en az iki yerinden ilmek yapma ihtimâlini sevdim”
tarzı çalışmalara yer veren şiir-edebiyat sitelerinde sıklıkla rastlamayız
Memiş
'in adına… Onun gönül ifadelerinin gizli tutanakları, bunlardan çok daha seçici yayınların, daha bir girilmesi zor kapıların ardında durur edebiyat dünyamızda…
İşte, tıpkı özel hayatta has dostu olduğu bir başka güzel huylu ve güzel sözlü şair, sıklıkla göremesek de kendisine sevgimiz/saygımız bâki
Mürsel Sönmez
ağabeyimiz gibi gençlik yıllarından itibaren
“kararlı bir sükûnet”
i kendisine yâren edinmiş durumdaki bu kalburüstü adam, geçtiğimiz günlerde, ilk baskısı
2007
yılında
Profil Yayıncılık
tarafından piyasaya sürülen ve geride kalan zamanda da mevcudu bir tek nüsha bile kalmamacasına tükenen kilometre taşı niteliğindeki kitaplarından birinin ikinci baskısını gerçekleştirdi.
Profil
'in genel sıralamada
269
, sinema kitapları dizgesinde ise birinci yayını olan söz konusu eserin adı
“Afişler Gibi Yüzün”
134
sayfadan oluşan ve bir kez ele alındığında tek solukta okunup sonrasında kişide yeni baştan okuma ihtiyacı doğuran
“Afişler Gibi Yüzün”
, sektörde kıdemli bir sinema profesyoneli oluşunun yanı sıra aynı zamanda ileri düzeyde bir sinefil olarak da nâm salan
Şefik Memiş
'in
“aşk”
a adanmış kült filmler üzerine denemelerinden oluşuyor. Fakat, aynı zamanda adları
“aşk”
la özdeşleşmiş bir dizi büyük kente dair güzellemeler de var kitabın ikinci bölümünde… Ki yazar bunları
“Film Yazıları”
ve
“Film Gibi Şehirler”
başlıklarıyla iki ana gruba ayırmış.
Kitapta,
Michael Curtiz
'in
“Casablanca”
sından
Atıf Yılmaz
'ın
“Selvi Boylum Al Yazmalım”
ına,
Metin Erksan
'ın
“Sevmek Zamanı”
ndan
Victor Fleming
'in
“Rüzgâr Gibi Geçti”
sine uzanan, birbirinden baba
8
aşk filmine adanmış
8
sıkı yazı var. Hemen ardından da sahip oldukları sinematografik nitelikleriyle her biri doğal birer set görünümündeki
4
harika kent,
St. Petersburg
,
Paris
,
Hannover
ve
Marsilya
üzerine izlenim yazıları…
Bütün bu yazılar birer film ya da mekân eleştirisi değil; hele hele birer travelog
(gezi yazısı)
hiç değil… O filmler ve mekânlar
Memiş
'e yalnızca söz konusu denemeleri yazma ilhamını vermiş; başka bir ifadeyle
“sağlam birer hareket noktası”
oluşturmuş.
“Afişler Gibi Yüzün”
ün, bu açıdan bakıldığında, sinema kitapları yayıncılığımızda çok da yaygın bir tarzın izini sürdüğü söylenemez. Dünyada yaygın olan eğilim
edebiyatın sinemaya esin kaynağı oluşturması
iken,
Memiş
'in kitabında ise bu kez
sinema edebiyata yeni yeni esinler sunuyor.
Bu yönüyle de son derece ilginç ve özgün bir eserle karşı karşıyayız.
“Afişler Gibi Yüzün”
ü dalından kopartıp
“tatmak”
isteyenler, eseri yetiştiği bağdan
(Profil Yayıncılık)
ya da satışa sunulduğu kitabevleri ve internet sitelerinden temin edebilirler.

* * *

“Afişler Gibi Yüzün”

Yazar:
Şefik Memiş
Yayınevi:
Profil Yayıncılık
Sayfa Adedi:
134
Baskı Tarihi:
Şubat 2007
(Birinci Baskı)
, Mayıs 2012
(İkinci Baskı)
Fiyatı:
(Satış noktasına göre)
8.50 TL ilâ 10 TL arası



* * *

'Ben bu ülkeye daima kaliteli filmler izleteceğim'

1985-89
yılları arasında eğitim gördüğü
İstanbul Üniversitesi Basın-Yayın Yüksekokulu
'nu
(şimdiki adıyla İÜ İletişim Fakültesi)
bitirdikten sonra, pek çok okul arkadaşı gibi yazılı ya da görüntülü medyada haberciliğe yönelmek yerine,
“Ben bu ülkenin sinemaseverlerine yedinci sanatın yüz akı başyapıtları izleteceğim”
diyerek,
“film işletmeciliği”
gibi görece daha marjinal bir sektöre yönelmişti
Şefik Memiş
… Bu hayâli doğrultusunda
1990
yılında önce
Ajans Estet
'i,
1995
'de de
Monad Film
'i kurdu.
Estet
, iş ve siyaset dünyası için gerçekleştirdiği başarılı reklâm/tanıtım kampanyalarıyla kısa süre içinde kendi sektörünün yüksek prestijli ajanslarından birine dönüşürken,
Monad Film
ise film işletmeciliği alanında kelimenin tam anlamıyla
“devrim”
yapacaktı.

Amerikalı siyahî yönetmen
Spike Lee
'nin
1992
yılında
(ülkedeki Afro-Amerikalı nüfusun, kendilerinin özgürlük mücadelesi için şehid olmuş merhumun hatırasına yönelik bir vefâ gösterisi mahiyetinde)
gerçekleştirdiği ünlü filmi
“Malcolm X”
,
Memiş
'in anılan dönemde ülkemiz sinemaseverleriyle buluşturmayı kafasına koyduğu ilk büyük yapıt olmuştu.

202
dakikalık süresi ve çoğunlukla durağan anlatımıyla,
1990
'lı yıllarda ülkemizde egemen olan işletmecilik mantığının fazlasıyla
“hantal”
bulduğu, bu yüzden de
“Gişede hiç iş yapmaz, elimizde patlar”
diyerek yaygın dağıtıma sokmaya pek yanaşmadığı o destansı filmi, piyasanın devlerine meydan okuyarak tek başına ülkemize getirtmeyi başaracaktı genç işletmeci… Ki yapımcı şirket
Largo Entertainment
'in, dağıtım sektörünün
Türkiye
'deki -
Özen Film
gibi- doğal liderlerini görmezden gelerek, böylesine güncel ve iddialı bir filmi küçük çaplı bir işletmeciye teslim etmesi de o günün ticarî gelenekleri içinde kesinlikle vak'ayî âdîyeden bir durum değildi. Ancak,
Memiş
kişisel iyi niyeti ve kolaylıkla fark edilen meslekî heyecanı sayesinde Amerikalı yapımcıların kalplerini fethetmeyi başardı ve bugün
40
'lı yaşlarını süren bir kuşağın ibretlik hayat hikâyesini sinema salonlarında gözyaşları içinde izlediği
“Malcolm X”
i bütünüyle kişisel imkânlarını kullanarak ticarî gösterime soktu. Sonuç ise uzunluğuyla alışıldık seans düzenini altüst eden, bu yüzden de salon işletmecileri tarafından pek sempatiyle karşılanmayan böyle bir film için mutlak bir başarıydı. Ülkemizde dünyayla eş zamanlı olarak ve hiçbir kısaltmaya gidilmeden gösterilen
“Malcolm X”
hem salonlarda hatırı sayılır bir gişe yapıyor, hem de sonrasında televizyon kanallarına satılarak tekrar tekrar gösteriliyordu.

“Malcolm X”
in sinema piyasasının majör şirketlerine
“ülkeye iyi filmlerin de getirilmesi durumunda iyi iş yapabilecekleri”
yönünde yüreklendirici bir mesaj vermesinin ardından meslekî hedef çıtasını biraz daha yükselten
Şefik Memiş
,
1996
yılında Türk sinema işletmeciliğinde o güne kadar görülmemiş bir ticarî deneye daha girişecekti. O da sinema salonlarında
ilk kez uzun metrajlı bir belgesel film gösterme
girişimiydi. Amerikalı belgesel ustası
Ron Fricke
'nin
24
ülkede beş kişilik bir ekiple ve kurgu-seslendirme dönemi hariç bir buçuk yıl harcayarak çektiği
“Baraka”
, anavatanı
ABD
ve diğer pek çok Batı ülkesinde
1993
yılında gösterime sunulmuştu. Dolayısıyla, sinema tarihinin gelmiş geçmiş en görkemli belgesel başyapıtlarından biri olarak tanınan bu filmin ülkemizdeki gösterimi de
3
yıl kadar rötarla gerçekleşiyordu. Daha da önemlisi
Türkiye
'de sinema işletmeciliğinin tamamen belgesel formatında, üstelik de içeriğinde tek kelime diyalog ya da anlatıcı ses bulunmayan bir filmi ticarî gösterime çıkarmak gibi bir pratiği kesinlikle bulunmamaktaydı.

İşletmecilikte
“çılgın ve özgün çıkışlar”
ın adamı
Memiş
, izleyicilere
96
dakikalık unutulmaz bir görsel-işitsel deneyim sunan bu filmin
35 mm
kopyalarını, yapımcısı
Magidson Films
”den doğrudan satın alarak o günlerde
“asla olmaz”
denilen bir işi daha başardı ve ulusal sinemacılık tarihimizde ilk kez uzun metrajlı bir belgesel çalışmayı biletli gösterime sundu. Böylelikle, bugünkü gibi işportadan
3-5 TL
'ye
korsan DVD
alınamayan o günlerde derin sinemaseverlerin bir gün bir şekilde beyazperdede özgün formatıyla izleme hayâlleri kurdukları o göz kamaştırıcı
Fricke
başyapıtı, loş salonlara akın eden on binlerce kişinin beğenisine sunuluyordu.

Türkiye
'de
7 Haziran 1996
'da gösterime giren
“Baraka”
, sektörün kıdemlilerinin bütün karamsar beklentilerini altüst ederek
150 bin
dolayında bilet kesip
(ki yalnızca
3 kopyayla
gösterime giren bir film için bu rakam açık bir rekordu)
haftalarca gösterimde kaldı ve aynı sinema sezonunda salonlara dağıtılan pek çok kurmaca filmden daha fazla izlenen bir yapım oldu. Bu da sektörün
“tecrübesiz işletmecisi”
(!)
Memiş
'in yıllar boyunca piyasanın
“tecrübeli işletmecilerini”
ters köşeye yatıracak olan bir sürü meslekî öngörüsünden yalnızca biriydi.

“Baraka”
nın bir uzun metrajlı belgesel yapım olarak ticarî işletiminde kazandığı başarıdan güç alarak, hemen iki yıl sonrasında bu alanda parlak bir çıkış daha gerçekleştiren
Memiş
,
8 Mayıs 1998
'de
Claude Nuridsany
ve
Marie Pérennou
'nun ortak imzasını taşıyan bir başka belgesel başyapıtı,
“Microcosmos”
u görücüye çıkardı. Belgesel sinemacılık alanında ün yapmış bu Fransız çifti tarafından ülkenin
Aveyron
bölgesinde, kâh doğal açık hava setleri, kâh stüdyo ortamında tam üç yıllık müthiş bir emekle çekilen
“Microcosmos”
, izleyiciyle buluştuğu diğer bütün ülkelerde olduğu gibi
Türkiye
'de de saf sinemanın tutkunlarını büyüleyecek ve
1997/98
sezonunun onca iddialı yapımı arasından sıyrılarak unutulmazlar galerisindeki yerini alacaktı.

Monad Film
'in uzun metrajlı belgesel yapımları alışılmadık bir ticarî cesaretle ardı ardına gösterime sokması ve üstüne üstlük bunlarla kayda değer gişe başarıları da elde etmesi, sektörde
Şefik Memiş
ve butik tarzda çalışan şirketinin çevresinde parlak bir saygı hâlesinin oluşmasına yol açarken, belgesel sinemaya özel ilgi duyan bu dostumuz, o günlerde ateşi henüz yeni yeni sönmeye başlamış
Bosna Savaşı
üzerine de anlamlı bir söz söyleme ihtiyacı hissetti.
Bunun üzerine, biyografik bir drama olan
“Malcolm X”
i ülkemizde sinemaseverlerle buluşturmasından tam
7
yıl sonra ikinci kez dramatik yapılı bir filmin işletmesini üstleniyor ve Boşnak yönetmen
Ademir Kenovic
'in
1997
yapım tarihli
“Kusursuz Çember”
ini
(Savrseni Krug / The Perfect Circle)
getirtiyordu. Başrollerinde iki küçük çocuk oyuncunun yer aldığı bu iç burucu film, ülkemizde -yine
Memiş
'e özgü bir incelikle-
23 Nisan 1999 Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı
'nda gösterime girerken, Makedon sanatçı
Milcho Manchevski
”nin
1994
tarihli
“Yağmurdan Önce”
siyle birlikte
Balkanlar
'daki etnik düşmanlıklara değinen sinemasal hikâyeler külliyatı içinde Türk sinemaseverlerinden en yoğun ilgiyi gören iki yapımdan biri olarak belleklere kazınacaktı.

Monad Film
'in, gırtağına kadar ticarî ve popüler yapımlara boğulmuş durumdaki Türk sinema işletmeciliğine ara ara da olsa farklı renkler katma yönündeki bu çabaları
“Şişman”
(Heavy, Yönetmen: James Mangold, 1995)
,
“Hayfa”
(Haifa, Yönetmen: Rashid Masharawi, 1996)
,
“Hayat Bir Şarkıdır”
(On Conna ît La Chanson, Yönetmen: Alain Resnais, 1997)
,
“Dünyanın Başlangıcına Yolculuk”
(Viagem ao Princípio do Mundo, Yönetmen: Manoel di Oliveira, 1997)
,
"Himalaya: Bir Şefin Çocukluğu”
(Himalaya: L'Enfance D'un Chef, Yönetmen: Eric Valli, 1999)
ve
“Daire”
(Dayereh, Yönetmen: Cafer Penahi, 2000)
ile sürüp gitti.

Öte yandan,
Şefik Memiş
, film ithalat ve işletmesi alanındaki çalışmalarının yanı sıra,
İstanbul Büyükşehir Belediyesi
için düzenlediği
“Çocuk Filmleri Şenliği”
ve
“Film Günleri”
gibi tematik etkinliklerle de ülkemizde nitelikli bir sinemacılık ve sinemaseverliğin oluşması yönündeki çabalara daha bir dizi somut katkılarda bulunacaktı. Bu arada, yine aynı süreçte
“Sarnıç”
adlı bir kültür-sanat dergisi de yayımladı.

2005
yılında,
'ın
İstanbul Ticaret Odası
başkanlığına seçilmesiyle birlikte
Yalçıntaş
'ın medya danışmanlığı görevine getirilen
Memiş
,
2007
'de de
İstanbul Ticaret Üniversitesi
'nde
“Uluslararası Ticaret”
dalında yükseklisans yaparak akademik kariyerine yeni bir halka daha ekliyordu. Kendisinin,
İTO
bünyesinde hazırlanan iki süreli yayın,
İstanbul Ticaret Gazetesi
ve
İTO Vizyon Dergisi
'nde yayın kurulu üyeliği görevlerini üstlenmesinin dışında,
İstanbul Bir Nokta
adlı aylık edebiyat dergisinde şiir, deneme ve çevirileri,
Sergistanbul Dergisi
'nde de inceleme-araştırma yazıları yayınlanıyor.

2000
'lerin ikinci yarısından sonra ağırlık verdiği yazarlık-yayıncılık alanındaki uğraşları, onu hem sinema sektörünün profesyonelleri, hem de sinemaseverler nezdinde sıra dışı dağıtıcılar arasına katan film ithalat ve işletme çalışmalarının hızını bir ölçüde düşürse de
“Benden bir sinemacı olarak ümidi hiç kesmeyin”
diyor
Memiş
,
“Kimseciklerin getirmeye cesaret edemeyeceği, kaliteli, ayrıcalıklı ve tadına doyulmaz bir yapıtla her an yeniden huzurlarınıza çıkabilirim. Şu sıralar sektörden birazcık uzaklaşmış gibi görünsem de dünyanın dört bir tarafında çekilen yeni ve nitelikli filmleri sürekli takipteyim. Özellikle de bu ülkenin sinemaseverlerine mutlaka sunulması gereken esaslı bir belgesel ortaya çıktığında, böylesi önemli yapıtlar bizim oltamızdan kesinlikle kaçmayacaktır. O yüzden, bütün sinefil dostlarımız takipte kalsınlar!”


12 yıl önce