İnsanlar ailelerinin ve çocuklarının hayatlarını kurtarabilmek ümidiyle de ülkelerini terketmek istiyorlar. Öte yandan “
”, “
” ve
” ülkeyi terketme sebebi olabiliyor. Birçok insan ise ülkeleriyle manevi-ruhsal bağlarının zayıflamış veya kopmuş olması sebebiyle vatanlarını terkediyorlar. Aidiyet duygusu azaldıkça, vatan duygusu da bir o kadar yara alıyor. Etnik, kültürel, sosyal, dinî veya mezhebî farlılıkların çatışmaya yol açtığı ülkelerdeyse “
” duygusu zayıflıyor. İnsanların bir kısmının, vatanlarının hâl ve istikbalinde kendilerine anlamlı bir yer olmadığına inanmaları şiddetli çatışmalara, kırılmalara yol açıyor yahut bir başka ülkede kendilerine yeni bir hayat aramaları için gerekçe sağlıyor.
Suriye'de Suriyelilerden çok başka ülkelerden gelenlerin savaşıyor olmaları, Şam rejiminin ülke insanları için anlamlı bir vatan kuramadıklarını gözler önüne seriyor. Bu yüzden rejim Rusya, İran ve diğer güçler sayesinde ayak direyebiliyor. Milyonlarca Suriyeli ise başka ülkelerde mülteci olarak yaşamayı, hatta bu uğurda ölmeyi bile göze alabiliyor. Elbette bu insanları suçlayamayız. Zira savaş bitse bile, ülkelerinde insanca yaşayabilecekleri düzenin kurulabileceğine inançları kalmamış. İnsanlarda
duygusunu körelten diğer nedenler ise, sosyal adaletsizliğin yanı sıra '
'e ve '
'a güvenin kalmaması. Azerbaycanlı tarihçilerden
kendisiyle yapılan bir söyleşide bakın ne diyor:
Tümüyle katılmasak bile gerçeklik payı var bu sözlerde. Yoksulluk vatanı terketmek için tek gerekçe olsaydı, dünya alt üst olurdu. Kanımca geleceğe dair ümitlerin zayıflaması, insanların biribirlerine ve kurumlara ilişkin itimat duygularının körelmesi yoksulluktan çok daha önemli. Vatan, insanların kendilerini gerçekleştirebildikleri ölçüde anlam ve kıymet kazanır. Demek ki siyasetin temel görevi vatanı herkes için kıymetlendirmek olmalı. Yoksulluk aşılabilir ama salgın haline gelen umutsuzluk toplumu felakete sürükler. Vatan, vatan olmaktan çıkar, adeta karabasana dönüşür. Hiçbir insan bütün bir hayatını böyle bir ülkede sürdürmeyi arzu etmez.