|
Bir savaştan diğerine...

Bilinir; siyasetin ana eksenini çatışma koşullarında uluslararası ilişkiler oluşturunca; güç merkezli tahlil, tavır ve beklentiler öne çıkar. “Devlet”, “siyaset”in önüne geçer; iç sorunlar, iç dinamikler ikinci plana düşer. Devlete endeksli siyaset algısı doğallaşmaya başlar. Toplumdaki görüşler kutuplaşır, kutuplar homojenleşir.

Hele bir de Türkiye gibi, toplum, siyaset ve özgürlükler alanının iyice sınırlı olduğu; “yitirilmiş büyüklük kompleksi”nden beslenen “ataerkil zihniyet”in “refleks haline dönüştüğü” bir toplumda, üstelik “Batı-Doğu kimliklerinin fay kırığı” hattı üzerinde yaşıyorsanız, bu tablo daha da koyulaşır...

Koyulaşınca da tüm iç sorunlar ve zorunluluklar unutulur.

İzlenilen bir güç oyununun aktörüymüşçesine bir hava yaratılır. Sıcak toplumsal sorunlar, özgürlük, demokrasi, laiklik, vatandaşlık, yoksulluk sorunları bile bu güç arayışına kilitlenir. Beteri, alabildiğince bu sorunlar “sil baştan” ele alınıp tanımlanmaya çalışılır. Zira “fayda kartları” yeniden karılır. Siyasi partilerden gazetelere, yazarlardan devlet birimlerine kişilerin ve kurumların çıkarlarından hareketle aldıkları pozisyonlar ile yaptıkları güç analizleri, attıkları demokrasi çığlıkları birbirine karışır.

Türkiye Amerikalılardan koyu ABD’cilerin, koyu “Üçüncü Dünyacı”ların cepheleştiği bir ülke olmaya böyle ilerler.

Bir bakıma yine öyle oluyor. Çocukların canını alan, insanoğlunun bellğine hemen hiç silinmeyecek bir insanlık dramını kazıyan İsrail bombaları, bombalara tutulan ABD alkışı Türkiye’ye sadece vicdani açıdan değil siyasi açıdan da tesir ediyor...

Malum ruh hali ve kutuplaşma besleniyor...

Ne var ki bu siyasi ve zihni cepheleşmenin işaret ettiği bir diğer gerçek var:

Bazı istisnalar dışında, taraflar tüm farklılıklarına rağmen, “savaş, silah, güç” üçlüsüne endeksli “kimlik ya da millet çıkarı”nı ortak dil kılıyorlar.

Gerek siyaseti gerek zihniyeti açısından yaşadığı ağır bunalımları “savaş, silah, kuvvet mikrobu”ndan, yani güç üzerinden “milli ya da ferdi fayda arama virüsü”nden kapan bir kültüre yanı başımızdaki savaş yine yapacağını yapıyor.

Şimdilerde pek hissedilmese bile, bunun seçmen ittifaklarında, asker-sivil, devlet-siyaset, devlet-toplum ilişkilerindeki faturası olacaktır.

Aynı manzaranın “ataerkil” zihniyeti beslemesi de keza...

Zira ister milliyetçi kültür olsun, ister İslamcı ister devletçi; kendisini içeriden dönüştürerek üretemeyen bir yapı, dış girdilerle kendisini yırtarak, parçalara bölerek üretir. Ve bu koşullarda hem siyasal alanda hem toplumsal alanda “özgürlükler zemininin biraz daha kayması” kaçınılmaz olur.

Evet, savaş dışarıda ne yaptıysa, içeride de onu yapacaktır:

İkiz Kulelerde 5000 kişi öldü; Afganistan’ın sadece Kadam köyüne atılan bombalarda hayatını yitiren sivil sayısı, çoğunluğu çocuklar olmak üzere 200 kişiydi. Lübnan’da ölü sayısı çoğu çocuk 1000’i geçti...

İnsan canı gücün değeri haline getiriliyor, gücü ifade eden kurşun candan daha değerli hale geliyor.

Bir bombaya alkış tutanlar, öteki bombaya lanet okuyor.

Müslümanlar çoğunlukla Afganistan’a, Irak’a, Lübnan’a atılan bombaları kendi kimlik ve kültürlerine atılmış gibi hissediyorlar. Siyasi ve sosyal gerçeği her zaman olduğu gibi konuşma ve açıklamalar değil, bu algı oluşturuyor. Ve dünya böyle cepheleşiyor.

Bilin ki, cepheleşmelerin en vahim yönü, bizzat, şiddeti meşrulaştıran cepheleşmenin kendisidir. Her kültür bu tahribatı siyasetiyle, aydınıyla, kurumlarıyla en aza indirmek zorundadır.

Türkiye ise bu korunmanın araç ve mekanizmalarından tümüyle uzak duruyor.

Ne yazık ki bu ülkede; refah, demokrasi ve ilkenin getireceği “gerçek güç” ile çatışma, otoriterleşme, milliyetçiliğin getirdiği “hayali güç” arasındaki kopuşu bir kez daha yaşıyoruz.

18 yıl önce
Bir savaştan diğerine...
Kara dinlilerle milletin savaşı
Islak zemin
UEFA"nın lideri
Neden Şimdi?
Tevhid risalesi yazan Milli Eğitim Bakanı