|
Hayat dile yansır

Kültür meseleleri üzerine yazarken her iş dönüp dolaşıp onun taşıyıcı kolanlarından birisi olan dile geliyor. Yaşadıklarımızı hikâye edemiyoruz, duygularımızı anlatamıyoruz derken de, ayrıştık derken de, karşı tarafı anlayamıyoruz ya da onlar bizi anlayamıyor derken de yine konular hep Türkçeye dayanıyor. Batı merkezli düşünce ve tarih anlatımının vesayetine karşı koymak için de Türkçe hayati bir öneme sahip. Türkçenin zayıflaması bugünün en önemli konuları haline gelen tüm kültür konularının zayıflaması ile yakından alakalı.

Dil değişimi hayata yansırken, hayatın değişimi de dile yansıyor. Türkçenin tarihine dair izleri Göktürk Kitabeleri’nden itibaren görsek de sistemli olarak Türkçeye dair gramer ve kuralları ilk defa 11. yüzyılda Kâşgarlı Mahmud kaleme alıyor. Dîvânu Lugâti’t-Türk’te yazı dilinin dil bilgisi kurallarını ve söz varlığını toplayıp, Türk topluluklarının ağız özelliklerini hem ses hem de söz varlığı bakımından ayrıntılı biçimde ele alıyor.

Bu girişten sonra Türkçenin resmi dil olma hikâyesini biraz aktarmak istiyorum.

13. yüzyılda Karamanlı Mehmet, yapıtlarını Farsça ve Arapça yazan aydınların çoğunlukta bulunduğu Konya’da 1277 yılında şöyle diyordu: “Bugünden sonra Divân’da, dergâhta, bargâhta, mecliste ve meydanda Türkçeden başka dil kullanılmayacaktır.”

1876 tarihli Kanun-i Esasi ise ‘resmi dil’ başlıklı bir madde içermiyor, ancak üç maddede Türkçe ile ilgili düzenleme getiriyor. Kamu görevlisi olabileceklerde aranan şartların düzenlendiği 18. Madde’de, “devletin lisanı resmisi olan Türkçe” ifadesi kullanılmış. Madde şöyle diyor: “Tebaai Osmaniyenin hidematı devlette istihdam olunmak için devletin lisanı resmisi olan Türkçeyi bilmeleri şarttır”. Resmi dil Türkçeyi bilmek Meclis-i Mebusan’a üye seçilebilmeyi düzenleyen maddede de yer alıyor. Ayrıca “Heyetlerin (Meclis-i Umumi’nin her bir dalının) müzakeratı Iisanı Türki üzere cereyan eder ... “ denilerek meclisteki görüşmelerin Türkçe yapılacağı belirtiliyor.

1921 Anayasasında bu konuda bir düzenleme yapılmıyor. Ancak Cumhuriyet’i ilan eden 29 Ekim 1923 tarihinde 364 sayılı ve Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun Bazı Mevaddının Tavzihan Ta’diline Dair Kanun başlıklı yasa ile resmi dilin Türkçe olduğu hükmü 1921 Anayasası’na ekleniyor. M. Kemal Atatürk, ilk anayasamıza “Devletin resmi lisânı Türkçedir” ibaresini kaydettiriyor.

“Resmi dil Türkçedir” ibaresi bir anayasa maddesi olarak 1924 Anayasası’na 2. Madde olarak giriyor: “Türkiye Devletinin dini, Dini İslâm’dır; resmî dili Türkçedir; makarrı Ankara şehridir.”

1945 yılında, 1924 Anayasası Türkçeleştirilirken bu husus “Devlet dili Türkçedir” şeklinde ifade ediliyor. 1961 Anayasasının 3. Maddesinin 2. Fıkrasında ise açıkça “Resmi dil Türkçedir” diyor. 1982 Anayasasında ise “değiştirilemeyen ve değiştirilmesi teklif edilemeyen hükümler” arasında dördüncü madde olarak Türkçe yer alıyor.


NEDEN RESMİ DİL TÜRKÇE?

Bu sorunun pek çok acı tecrübe sonucunda ortaya çıkmış cevapları var. Bu konu ülkemizde konuşulan öteki dillerin yadsınması, gelişiminin engellenmesi anlamı taşımıyor elbette. Kamusal alanda ortak dilin kullanılması insanların birbirleri ile doğru iletişim kurmasını sağlıyor.

Özel eğitim kurumlarının yanı sıra Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı okullarda Yaşayan Diller ve Lehçeler adı altında Abazaca, Kürtçe, Lazca, Gürcüce, Adigece, Arnavutça ve Boşnakça seçmeli ders olarak okutuluyor.


VAGON Lİ OLAYI

Türkçe’nin resmi dil olmasının yanı sıra anayasanın değiştirilemez maddeleri arasında girmesinin pek çok tarihi sebebi var.

Kurtuluş Savaşı sonrası modern bir ulus devlet olarak kurulan Türkiye’nin tüm kültür unsurlarını kapsayan en büyük devrimi dil alanında oldu. Türkçenin hâkimiyetine karşı olan her türlü uygulamaya ve eyleme tepki vardı. 23 Şubat 1933›te Vagon Li’nin Beyoğlu şubesinde yaşanan olaylar bunun en tipik örneklerinden biri oldu. İtalyan müdürün Türk memura, Türkçe konuştuğu için hakaret etmesi ve görevinden uzaklaştırması, Türk basınının ve üniversite gençliğinin sert tepkisi ile karşılandı. Yaklaşık üç yüz polisin tüm engellemelerine karşın gençler, taşlarla şubeye saldırdı. “Türk topraklarında Türkçe konuşmayı menedenlerin mevcudiyetine tahammül edemeyiz” sloganları atıldı.


YABANCI ŞİRKETLERE TÜRKÇE ZORUNLULUĞU

Osmanlı döneminde yatırım yapan yabancı sermaye sahipleri Türkiye’de kurdukları şirketlerinin yazışma ve muamelelerinde kendi dillerini kullanıyordu. Türkiye’de de yabancı dil bilen gayrimüslim azınlıkları tercih ediyorlardı.

Yabancı sermayeli şirketlerde Türkçenin kullanılmasına dair yaptırım ilk olarak II. Meşrutiyet döneminde gündeme geldi. İktidarda olan İttihat ve Terakki Hükümeti 1916’da çıkarttığı kanunla, genellikle Fransızca ve diğer yabancı dillerle yürütülen ticari işlemler ve yazışmaların bundan böyle Türkçe yapılmasına karar verdi.

TBMM ise 10 Nisan 1926 tarih ve 805 sayılı “İktisâdî Müesseselerde Mecbûrî Türkçe Kullanılması Hakkında Kanun”u çıkartarak iş dünyasında Türkçe kullanılmasını zorunlu hale getirdi.

Türkçe’nin resmi dil olmasının böyle bir arka planı var.

Türkçenin zenginliği hayati bir önem taşırken, anlam kaybına sebep olan, bizi birbirini anlamaz hale getiren, afazik bir toplum yapısına neden olan, dili yozlaştıran, seviyesizleştiren unsurlara karşı da bir kültürel seferberlik başlatılması gerektiğine inanıyorum.

#aktüel
#Edebiyat
#Kültür
#Tarih
#Ayşe Böhürler
2 ay önce
Hayat dile yansır
İslâmî hareketten kavramlar savaşına…
Yaşama Sanatı ve Sinema
Bizim sorunumuz ne?
İran’da değişimin ayak sesleri…
İslâmcılık, milliyetçilik ve tam bağımsızlık