|
Maskülinite krizi

8 Mart vesilesi ile yayınlanan araştırmalar, kadınların öldürülme sebeplerinin başında % 53 ile "kendi hayatları konusunda karar vermelerinin" geldiğini gösteriyor. Aile içinde katledilen kadınların oranı % 54, sığınma evlerinde katledilme oranları ise % 37,5. Bu tablonun sebeplerini anlamak üzere birçok çalışma yapılıyor. Bu çalışmalarda dikkat çekici olan ise kadın sorununa değil erkek sorununa odaklanılması. Soru şu: Aile içinde kadınlar üzerinde mutlak iktidarlarını kaybeden erkekler bunu onarmak için mi daha çok şiddete başvuruyorlar. Asıl sebep "Maskülinite krizi mi"?

Birçok noktada fikirlerine katılmasam da feminizm/kadın konularındaki çalışmaları ile bilinen SOAS Üniversitesinden Prof. Deniz Kandiyotti artan şiddet ile erkeklerin güç kaybetmesi arasında bağ kuranlardan. "Aşırı şiddet ile erkekler imajlarını restore ediyorlar" tespitini yapıyor. Diyor ki..."Manşetlerin derinine yapılan araştırmalar, şiddetin kadınların itaatsizliğine ve başkaldırısına tepki olarak geliştiğini gösterdi – boşanmış oldukları veya boşanmak istedikleri eşleri tarafından öldürülen kadınlar, reddedilen erkekler, babalarının seçtiği erkekle evlenmek istemeyen inatçı kızlar. Sıradan patriyarki yeterli olmadığında maskülen restorasyon olarak adlandırdığım yeni bir fenomen devreye girerek ataerkil algıyı korumak için baskının artışına sebep oluyor. Şiddete başvuru rutin bir patriyarki değil, bunun yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya olduğu durumda baş gösteriyor. İslamizasyon süreci bu baskıyı artırabiliyor ama kadınların eşitlik isteğini ve aktivizmini yok edemiyor."

Kandiyotti"nin "beyaz kadınların şiddet görmekten arınmış, siyahî ya da Müslüman kadınları tek mağdur olduğu" duygusu veren bazı yorumlarına katılmasam da yukarıdaki yaklaşımı Yeni Delhi"de, Kahire"de, Karachi"de, İstanbul"da yaşananları anlamamıza yardımcı oluyor. Şiddetin artışı ile İslamcı politikalar arasında peşin hükümlü bir bağ kursa da yine de bizi düşünmeye sevk ediyor.

Kandiyotti"nin ikinci önemli tespiti ise; geleneksel yapının yıkılmasının ardından kadınların şiddetin asıl sebebi olarak politik gücü görmeleri. "...İslam"da erkeklerin kadınlar üzerine üstünlüğünü garanti eden hükümler, sosyolojik olarak yıkılmış durumda. Geçim sağlayan erkek imajı, çok sayıda gördüğümüz kendisini geçindiremeyen işsiz genç erkek gerçeğiyle çatışıyor, kadınların ekmek paralarını kazanmasını engelleyemiyor. Maskülinite ciddi bir krizde ve bu gittikçe artan şiddet ve baskıya, eğlence için kadınlara saldırıya sebep oluyor. Bu şiddet vakaları sapık suç vakaları olarak yansıtılsa da... devletler her durumda suçun içindeler. Politik güce sahip olanları neden bu suçlara yardımcı oldukları konusunda sorgulamak ise bizim hakkımız."

Arap baharı ve devrim sonrası kadınlar üzerine okuduklarım bu yorumları haklı çıkarıyor. Artık kadınlar uğradıkları her türlü şiddetten devleti sorumlu tutuyorlar. Çözümü sabretmekte ya da kendi içinde çözmekte değil toplum-devlet düzeyinde talep ediyorlar. Ancak ne kadar çok kadın lehine yasalar çıkarsalar da yönetim anlayışları kadınların değişim taleplerini karşılayamıyor. Çatışma kaçınılmaz. Çünkü bu değişimi toplumsal yapılar, siyasal sistemler kadar erkeklerin psikolojisi de kabullenmeye hazır değil...

...BARIŞ/ANNELER/İKİ ÖNERİ

Yıllar önce Kanal 7"de "Konuştukça" ismiyle yaptığım programda yine böyle bir 8 Mart"da rutin söylemlerin dışına çıkarak, şehit anneleri ve barış annelerini bir araya getirmeye karar vermiştim. Yüreğim ata ata, her türlü riski göze alarak bu canlı yayını gerçekleştirdim. Stüdyonun gerginliğini takdir edersiniz. Yaklaşık 20 kişilik bu iki karşıt gurubu bir araya getirirken yaşadığım endişe, sunuculuk ile ince diplomasi arasındaki geçişkenlik içinde sürdürdüğüm program boyunca gördüm ki; onları bir araya getirmek çok da zor değilmiş. İyi ki "yapamazsın" diyenleri dinlememişim. Evet, şehit annelerinin dili biraz daha sertti. Ortam gergindi ancak baktıkları pencereler ve fikirleri farklı olsa da duyguları aynıydı. Yan yana oturdular, tartıştılar, birbirlerini suçladılar ama konuştular. Ve de kıyamet kopmadı. Bugün bu çok daha kolay yapılabilir diye düşünüyorum. Anneler barış dilini siyasilerden çok daha kolay bulabilirler. Çünkü onlar yürekleriyle konuşurlar… Bu vesile ile 2012 yılında Başbakan"a yazdığı mektup ile bildiğimiz Semiha Tugan"ın daha önce de size aktardığım cümlelerini hatırlamakta fayda var. "Geceyi sabırsızlıkla gündüze ekleyen bir anayım. Her yeni güne Allah"a adalet ve barış için yakarmakla başlayan bir ana. Ve her gün, barışa, çözüme dair bir şey duyarım umuduyla gözünü televizyondan ayırmayan bir ana. Sinemde uyutup, ninniler fısıldadığım, "karıncaları bile incitme" diye tembihlediğim küçük oğlum, daha büyümeye mecal bulamadan, benden koparılıp götürüldüğünden beri günlerim böyle geçiyor." (Mektubu Hasan Cemal"den okuyabilirsiniz ) . Ah keşke diyorum "Barış ve anneler" dediğimiz bu günlerde bu sese kulak verip 16 yaşından beri zindanlarda olan (şimdi40 yaşında) Serhat"ın annesine kavuşmasını sağlayabilsek. Semiha Tugan barış ümidiyle izlediği televizyondan bu müjdeli haberi duysa. Ah keşke devlet Necip Fazıl"ın dizeleriyle "Çatık kaş... hükümet dedikleri zat..." olmasa…

11 yıl önce
Maskülinite krizi
Korku zamanı
Boykotta kafalar neden karışık
Kimin enflasyonu
Terör örgütü elebaşı olarak İsrail portresi…
Hamas’ın ateşkesi kabulü ve İsrail’in Refah Operasyonu