|
Turgut Bey

Bundan sekiz yıl önce bugünlerde bir dergi "Sizi Özledik Turgut Bey" kapak yazılı bir "özel ek" yayınlamıştı. Turgut Özal''ın ölümünün üzerinden bir hafta ancak geçmişti... "Sekizinci Yıldönümü"nde, o özel eke bir göz attım. İçindeki yazılardan sadece ikisinin başlığında "Turgut Bey" sözcükleri geçiyordu. Bir benimkinin, bir de sevgili arkadaşımız, her gün daha çok özlediğimiz rahmetli Yavuz Gökmen''in.

Benim yazının başlığı, "Turgut Bey Büyüsü" imiş. Şöyle başlamış, akmış gitmiş:

"Kan bağımız yoktu. Hısımlık, hemşehrilik de. Entelektüel uyum söz konusu değildi. Aynı ''entelektüel referanslar''a sahip değildik. Arkadaş olacak kadar nesil yakınlığımız da bulunmuyordu. Arkamızda bir kader birliği yaptığımız ortak siyasi geçmişten de bahsedilemezdi. İkimizi birbirine bağlayacak hiçbir çıkar ortaklığımız da oluşmamıştı... Aramızda ne parti ya da hükümet hiyerarşisinden veya bürokrasideki konumundan ötürü bir ast-üst ilişkisi de olmamıştı. ''Danışmanlık'' önermişti ve o beni ''danışmanı'', ben de kendimi onun ''danışmanı'' sayıyordum ama bunu belirleyecek hiçbir yazılı belge, örneğin ''Köşk''te kadro'' bile ortada yoktu.

... Eşitsiz konumlarımıza rağmen, inanılmaz eşitlikte bir ilişkimiz vardı. Baba-oğul değil; üst-ast değil; lider-izleyicisi değil; usta-çırak değil... Değil, değil, değil...

Neydi peki? İşte ilişkimizin büyüsü de oydu zaten... Açıklanamazlığı. Bu ancak ''Turgut Bey''in Büyüsü'' ile açıklanabilir. Evet... O çünkü ''Turgut Bey''di. Gıyabında konuşulduğunda, konuştuğumuzda, kendisiyle ilgili bir konuşmayı kendisine aktardığımızda ''Turgut Bey'' diye söz ettiğimiz Cumhurbaşkanı...

... Öldüğü zaman bastırılan posterlerde ''Sen içimizden biriydin Sevgili Cumhurbaşkanımız'' sözcükleri.. onu, onun yalınlığında ne kadar keskin isabetle ve çarpıcılıkla bu ülkenin insanlarının anladığının nişanesi. ''Bizden biri'' olduğu, bizden olan ve üstelik ''Anadolu devşirmesi'' ''Türkiye Padişahı'' olduğu için çok sevilesi idi.

''Turgut Bey''i, ideolojik, siyasi program vs. nedenlerle sevemeyebilirsiniz. Ama onu tanıyıp ya da sezip de sevememek, imkansızdı. Tanıyıp sevememek, ''Turgut Bey''deki değil, tanıyanlardaki eksiklik olabilirdi olsa olsa...

Sezen zaten severdi. Çocuk saflığı ve sevgiye dönük sezgi gücü kimde olabilir?

Onu bütün çocuklar severdi ve sevdi.

O da zaten onca deneyimi ve dehası bir yana, bir koca çocuktu. O yüzden de çok saftı. O yüzden hatalarını ve kusurlarını gizleyemeyecek kadar açık ve korunmasızdı.

Ve, o yüzden bir çocuk kadar delifişek ve korkusuz, bir çocuk gibi kendine güvenli olup olmadığını asla kendisine sormayacak kadar kendiliğinden özgüvenli.

''Turgut Bey'' hayatında gerekçesini ve nedenlerini hiçbir zaman sorgulamadan kör bir sadakatle kendimi bağlı hissettiğim tek insandı. Ama bunun nedeni ve gerekçesi herhalde vardı. O, yüce şahsiyetiyle hiçbir konuda sorgulamayan, sorgulamadığını ve sorgulamayacağını yüreğimin ta en derininden bildiğim, her yaptığım ve söylediğimi, keramet ararcasına, bana duyduğu büyük güvenle ve içtenlikle; kendime mutlak sadık hissettiğim tek insandı.

Aramızdaki ''büyü''nün bir açıklaması da galiba bu...

Çekip gittiğini duyduğum o an, çok çok özel ve güzel şeylerin bir daha yaşanamayacak üzere kopup gittiğini biliyordum..."

Şu satırlar ise, ancak yüce bir ruh asaletinin ve bir erişilmez yürek temizliğinin kaleminden akıp giden satırlar; Yavuz Gökmen''in "Turgut Bey" başlıklı yazısından:

"İnsanoğlu bazı şeyleri kendi başına asla çözemiyor. Bazen niçin içinin sızladığını, arasıra niçin ağladığını, yüreğinde zaman zaman neden bir ince sızı duyduğunu asla bilemiyor. Düşünse de bulamıyor...

Ama Özal''ı kaybettiğimiz andan beri yüreğimde niçin dayanılmaz bir ağırlık olduğunu, arkasından günlerce niçin ağladığımı, zaman zaman televizyonda gördüğüm, hele hele sesini işittiğimde niçin gözyaşlarımı tutamadığımı artık biliyorum. ''O''nun için bir belgesel yaptıklarını bana söylediler... Belgeselin adı ''Turgut Bey''di.

''Turgut Bey''

Bu iki kelime kafamda, yüreğimde Notre Dame''ın çanları gibi çınlayıp durdu. Kendimi Quasimodo kadar güçlü, Quasimoda kadar çirkin ve Quasimodo kadar güzel yürekli cesur bir âşık gibi hissettim.

Çanlara ben vuruyordum. Kendi beynimde kendi çanlarımı çalıyordum. Benim için O ''Özal''dı ama bu onun çok küçük bir kesimiydi. Benim için ''O'' Cumhurbaşkanı''ydı ama bu da onun çok küçük bir ayrıntısıydı. Anlıyordum ki, ben ''O''nu hiçbir zaman Başbakan Yardımcısı, Başbakan ya da Cumhurbaşkanı olarak görmemiştim.

''Turgut Bey'' olarak görmüştüm. ''Turgut Bey'' kimliğiyle yaşatmıştım. ''Turgut Bey'' onun ''insan'' yanıydı. Özüydü, biçimiydi, varlığı, yüreği ve sonsuzluğuydu.

O''na ''Turgut Bey'' diyebilmek bir imtiyazdı ve bu sözleri onu gerçekten sevip sayanlar söyleyebilirlerdi. O''nu yüreklerinde taşıyanlar telaffuz edebilirlerdi. Ve bu imtiyazı bazı kişilere O verirdi. Bu sevginin imtiyazıydı.

Onu insan olarak ''Turgut Bey'' olarak sevdiğinizde, herşey başka oluyordu. Sadece düşünüp yaşatma arzusuyla kalmıyordunuz, ağlıyordunuz.

Özlüyordunuz...

Ve sesleniyordunuz;

''Turgut Bey! Turgut Bey''

Cevabını yüreğinizde duyuyordunuz."

Yıl 2001. 17 Nisan. Turgut Özal''ı sekiz yıldır hiçbir vakit bugünkü kadar özlememiştik...

Turgut Bey! Turgut Bey...

23 yıl önce
Turgut Bey
İslâmî hareketten kavramlar savaşına…
Yaşama Sanatı ve Sinema
Bizim sorunumuz ne?
İran’da değişimin ayak sesleri…
İslâmcılık, milliyetçilik ve tam bağımsızlık