|
Estetik ve dünya görüşü

— "... İdeyi ve kavramı, soyut olarak değil, herkesin ulaşabileceği göndermelerle tartışıyorlardı; Michelangelo, onları dinleyerek, farkına varmaksızın Yeni Platoncu okulun en yüce açılımlarıyla besleniyordu.

"Meselâ, şu taşı alalım. Görüyor musunuz? Biçimsiz bir taş parçası, hiçbir şeyi temsil etmiyor. Gene de," diye açıklıyordu rahip Marsilio Ficino, "içinde bir ide saklı, bir biçim hapsedilmiş duruyor. Bir heykelcinin, yavaş yavaş, bilinçli bir tutumla, ''fazlalık'' her şeyi çıkarması yeterli olurdu; o zaman, bu taştan olağanüstü bir heykel varlık kazanır, daha doğrusu özgürleşip çıkardı. Ellerimizle değil, sevgili dostlarım, zihnimizle resmeder ya da biçim veririz."

Michelangelo sessizce bu sözleri paylaşır, gece boyunca düşünür ve ertesi gün, San Marco bostanlarında, taş üzerinde bu görüşleri sınar.

Yıllar sonra, Marsilio''nun öğretisini anımsayarak, şu dizeleri yazacaktır: "En iyi sanatçı bile imgeleyemez/tek bir mermerin kendinde içermediğini/Fazlalığıyla..."

Ne var ki bu dizelerde sözünü ettiği hakikati, oniki yüzyıl önce Plotinus gibi büyük bir düşünürün, Enneadlar''ın Dördüncü Kitabı''nda açıkça dile getirdiğini bilmemektedir."

Bruno Nardini''nin ''Michelangelo'' adlı biyografisinden aktardığım bu uzunca pasajdan öncelikle anlaşılması gereken şu:

Sanatçı, farkında olsun ya da olmasın, dünyayı bir yerden kavrar, bir biçimde kavrar; daha kesin olarak söyleyecek olursak dünyayı ancak bir ''dünya-görüşü'' dolayımında kavrar, kavrayabilir. Tasavvuru kadarıyla ancak tasvir eder/edebilir. Dış dünyayı. Eşyayı.

"Ressam gördüğünü mü, bildiğini mi resmeder?" tartışmalarını hatırlayınız lütfen.

Bu çözümlemeye göre, ressam gördüğünü değil, aslında bildiğini resmeder. Bildiği kadarıyla resmeder.

Marsilio Ficino ne diyordu:

— "Ellerimizle değil, sevgili dostlarım, zihnimizle resmeder ya da biçim veririz."

Sanat eserine ''sanat'' niteliğini kazandıran gerçekte eller değil, zihin. Daha Türkçesi: gönül.

Öyleyse, önce tasavvur, sonra tasvir!

* * *

9-10 yıl kadar önce Turgut Cansever''in davetiyle üç arkadaş Hoca''nın evinde iki kez bir araya gelmiştik. Mimar Sinan hakkında bir kitabın hazırlıklarıyla uğraşan Hoca''nın zihnini o günlerde çok ciddi bir soru meşgul ediyordu:

Sinan devrinin ilmî/irfanî aktüalitesi.

Hoca, mimarlık dili açısından Süleymaniye ile Selimiye camiileri arasındaki ciddi anlatım farklarını anlayabilmek/anlamlandırabilmek amacıyla o dönem entelijansiyası (ulema ve meşayih) arasındaki tartışmaları derinlemesine bilmek istiyordu. Çünkü Mimar Sinan''ın üslûbundaki köklü değişimleri, farklılıkları, o devrin felsefî/kelâmî/tasavvufî tartışmalarının doğrudan belirlediğine ve etkilediğine inanıyordu. Bu sebeple de bizlerden yardım istiyordu.

Sinan''ı anlayabilmek, eserlerini, eserler arasındaki üslûb teşebbüslerini doğru yorumlayabilmek için, o büyük dâhî''nin zihnini hangi entelektüel sorunların yorduğu sualine cevap vermemiz gerekiyordu.

Peki, Hoca''ya işine yarayacak o bilgileri verebildik mi?

Hayır!

Böyle bir cevabımız yoktu. Çünkü daha önceden, bu cevabı aramamıza yol açacak bir sorumuz yoktu.

Bir ilim adamının birikimini peşinden koştuğu hakikî sorular belirlediğinden, bizlerin bu soruyla baş edecek bir birikimimiz de yoktu. Ne yazık ki.

Hoca''nın evinden ikinci ve son kez ayrılırken, artık yıllarca peşinden koşacağım bir sorum daha olduğunu biliyordum. O zaman belki cevabım yoktu ama çok ciddî bir soru vardı elimde.

Sinan''ın zihin dünyası. O ustanın dünya görüşü. Bu "dünya görüşü"nün kurucu ögeleri.

* * *

Yıllarca beyin damarlarımı zonklatan bu sorunun hikâyesini daha uzatmaya gerek yok sanırım.

Ancak şu kadarını söyleyebilirim:

Yıllar sonra o sorunun cevabının nerede olduğunu ve nerede bulunabileceğini öğrenmiştim. Cevap, devrin bilim tasavvurunun kayıtlı olduğu bilimsel metinlerin içindeydi. O dönemin Fizik, Matematik, Astronomi, Tıp metinlerinde. Bu bilim tasavvurunun izin verdiği ölçüde Felsefî/Kelamî/Tasavvufî yorumların arasında.

Dini, dinî bilimleri/yorumları bilmek, kavramak yetmiyordu, devrin gözde bilimlerini, bilimsel yorumlarına da vakıf olmak gerekiyordu.

İkisini bir araya getirmekse Türkiye''de bir mucizeydi.

Sekülarizmin maliyeti tamıtamına buydu işte. Bizi hangi tabana oturduğunu bilmediğimiz bir sürü dinî yorumla başbaşa bırakmıştı. Ve dilini/üslûbunu yorumlamaktan aciz kalacağımız bir yığın (!) sanat eseriyle.

Cevap şimdi elimdeydi.

* * *

Osmanlı''nın estetik kavrayışına ilişkin yorumların sıhhati, bu estetiği ortaya çıkaran "dünya görüşü" dikkate alınmadan ölçülemez ve tartışılamaz.

Dünya sabitti ve dönmüyordu. Beden içinde kan hareket ediyor ve fakat deveran etmiyordu. Para da öyle. Para''nın sirküle olduğu, deveran ettiği (dolaştığı/döndüğü) ancak kanın sirkülasyonu sonrasında anlaşılmıştı. (Bu yüzden Harvey''i anlamayan bir zekâ, Adam Smith''i de anlayamaz.)

"Dairesel hareket" (sirkülasyon) ile doğrusal hareket''in mahiyetini, yani hareket ve sükun''un geleneksel sanatlardaki başat rolünü öğrenebilmek için, öncelikle Klasik Fizik metinlerinde hareket''in doğası üzerine yapılan yorumlarla temas etmek gerekiyor. Sonra, sıra gelirse, geleneksel mimaride kullanıldığı şekliyle ''kubbe''nin, kubbelerin, tam, yarım, çeyrek kubbelerin ve sayılarının ne anlama geldiğini farketmek...

Geleneksel sanatların anlamı, geleneksel bilimlerde aranabilir ancak.

Michelangelo''nun dünya görüşü Yeni Eflatuncu yorumlarla şekillenmişti.

Peki ya Mimar Sinan''ın?

Bu sorun, bugüne değin çözümlenmemiştir. Çünkü soru henüz dile gelmemiştir. Entelijansiyanın diline. Akademinin diline.

* * *

İmdi, ey talib, ben de sana bir soru emanet ediyorum:

''İslâm'' kelimesini —bir joker olarak kullanmaksızın— İslâmî sanat ve estetiğin soru(n)larını tartışmayı becerebilir misin?

Köpüğe ihtiyaç duymaksızın.

Numero''ya.

٪d سنوات قبل
Estetik ve dünya görüşü
Ukbe b. Nâfi’nin cehdi
İğne ve çuvaldız…
İhracatta Türkiye
Hizmet sektöründeki enflasyon işleri zorlaştırıyor!
Tarihin sonu ve ABD üniversiteleri