|
İçeri gir çocuğum, herkes dışarıda!

Dua eder misiniz? Bir gazetecinin yönelttiği bu soruya Edith Piaf şu cevabı verir:

— Elbette. Çünkü aşka inanıyorum.

İnanmayan dua edebilir mi?

Aslâ.

Dua demek, istemek demek; dilemek yani.

Her ne ise onun olmasını dilemek. Varlığa gelmesini. Varolmasını.

Olacağına, varolacağına, varlığa geleceğine inanmıyorsanız dua edemezsiniz ki!

Evet, inanmıyorsanız dua edemezsiniz.

Neye inanmak?

İnanmak, inananı ve inanılanı önemsiz kılan en insanî eylemdir. Aşk gibi.

“Neye âşıksın?” sorusu ne de saçma değil mi? (Bu soruya cevap verenleri aptallar cennetine gönderelim de cezaları huzur ve sükûn olsun!)

Aşık, zatı gereği, özü gereği âşık olandır. Özünde aşk olandır. Özü aşkla karılmış olandır.

Neye? Kime?

Ne önemi var? Aşkı değerli kılan ne aşıktır, ne de maşuk. Her ikisini de önemli kılan, bizatihi, ikisinin de kendisinden pay almış olduğu aşktır.

Vazgeçmek, pişman olmak demek değildir. Hiçbir âşık, aşkından pişman olmaz.

O yüzden âşığa yaraşan duadır, beddua değil.

* * *

La vie an rose.

Oliver Dahan''ın yazıp yönettiği filmin adı. Bir ironi aslında.

Bütün çilesine karşın yaşamı toz-pembe gören bir kadının hikâyesi. Edith Piaf efsanesinin.

Efsane: büyük hikaye.

Belgesel.

Hatırlarmanın tam da sırası: je vois la vie en rose / il me dit des mots d''amour...

Diğer adıyla: La Môme.

Oliver Dahan''ın filmi Türkçe''ye “Kaldırım Serçesi” şeklinde aktarıldı.

Minik Serçe''nin patenti mi alınmıştı? Yoksa Fransızcası fazla mı argoydu? Ya da bayağı?

Argo!

Nedense kadınla yanyana gelmesi istenmez.

Argo, kadından istifade eden, ve fakat kadının istifade edemediği arasokakların dili. Arasokakların, yani suç ve günahın. Küfrün.

[İnançsızlık (inkâr) anlamında kullanılan ''küfür'' sözcüğü, sanırım sadece Türkçe''de bir de ''sövmek'' anlamına geliyor. Küfretmek''le sövmek Türkçe''de eşanlamlı. Arapça''da sövme''nin karşılığı ''küfr'' değil, ''sebb''.]

Birilerine göre argo küfrün âleti ve alâmeti olunca, bu dili erkeksi hoyratlığın bir tezahürü olarak tanımlamak kolaylaşıyor. Oysa bu haksızlık. Çünkü argo aynı zamanda çokanlamlılığın da ülkesi. Zahirin ve bâtının. Zahirden çok bâtının. Düz anlamlardan çok yan anlamları ağırlayan yurt. Düzen karşıtlarının yurdu. Kaçakların. Suçluların. Yani erkeklerin kadar kadınların.

* * *

Anmamak olmazdı: Marion Cotillard.

Bütün filmi sırtında taşıyan kadın.

Bir sîretin bir sûrette nasıl tecessüm edebileceğini gösteren muhteşem oyuncu.

Nitekim o muhteşem oyunculuğu ödülsüz kalmadı. Göklere çıkarıldı. Haklıydı. Hakkıydı. (Sonra nereye iner bilemiyorum.)

Bu film, Mick Davis''in yönettiği “Modigliani” (2004) adlı filmle birlikte seyredilmeli. Mümkünse peşisıra. Depresyon koması için birebir. Sıcağa rağmen. Üstelik psikoza beş kala. Hem de majora.

Rengin karşısında Andy Garcia.

Sesin karşısında Marion Cotillard.

İki farklı trajedi. İkisi de Paris''te.

İkisi de özür dilemiyor, ikisi de pişmanım demiyor. Dedikmeri sadece şu: “Non, je ne regrette rien!” (Yani olan olmalıydı / olacak olan olur / o hâlde olan olur!)

* * *

Gazeteci, Edith Piaf''a “Geceyi sever misiniz?” diye sorunca, şöyle cevap veriyor:

— Evet ama aydınlıksa.

Yalnız kalmaktan, karanlıktan kalmaktan, ''ses''siz kalmaktan korkan bir serçe yüreği.

Kaldırım kenarına düşmüş bir serçenin. Bu yüzden ürkek bir serçenin. Korktuğu için şakıyan bir serçenin. Bu yüzden pişman olmayan bir serçenin..

16 yıl önce
İçeri gir çocuğum, herkes dışarıda!
İslâmî hareketten kavramlar savaşına…
Yaşama Sanatı ve Sinema
Bizim sorunumuz ne?
İran’da değişimin ayak sesleri…
İslâmcılık, milliyetçilik ve tam bağımsızlık