|
Kemâl ararken zevâl bulduk!

"Kemâle ermek..."

Gündelik dilde hâlâ kullanılan bu ifadenin, bizden hakettiği ilgiyi görebildiğini söyleyebilir miyiz?

Pek sanmıyorum.

Kemâl, lâfzını değilse bile, mânâsını yitirdiğimiz nice manevî değerden biri. Öyle ki telâfi edemediğimiz mahrumiyet. Dindiremediğimiz hasret. Artık peşini bıraktığımız biricik hülyâ. Bir zamanlar uğrunda candan da, canandan da vazgeçtiğimiz nazlı dilber.

Kemâl, hikmet ehlinin gaye-i kusvası, maksud-ı aslîsi idi. Evet, başka bir şey değil, saadet-i uzma''ya vasıl olabilmek için ölümüne dudaklarını değdirmek istedikleri âb-ı hayattı.

Hiç düşündük mü nedir kemâl?

Kemâl, nasıl bir şeydir ki hâlâ "kendisine ermek"ten söz edebiliyoruz?

Akılları sıra bazıları, ''olgunluk'' diye çeviriyorlar; bazıları da ''yetkinlik'' diye... Olmak''tan ol-gu, olgu''dan ''olgun''; yetmek''ten yet-gi, yetgi''den ''yetgin'' (yetkin)...

Kâmil: ''olgun veya yetkin''; kemâl: ''olgunluk veya yetkinlik'', tekemmül: ''olgunlaşma veya yetkinleşme''. Bir de tekâmül var. Hani şu gelişmenin, ilerlemenin, dönüşmenin son sınırı.

Sormak gerekmez mi, bir şeyin "kemâline ermesi" ile "tamamına ermesi" arasında nasıl bir fark var acaba?

Kur''an''da din-i İslâm''ın sadece tamamlandığına işaret edilmez; ayrıca kemâline erdirildiği de söylenir: "etmemtu ve ekmeltu..." (Demek ki aralarında küçük de olsa bir fark var.)

Her zamanki tahlil yöntemimizi uygulayalım ve üşenmeyip sözcüklerin karşıtlarını da dikkate alalım: ''tamam''ın karşıtı noksan; yani eksiklik; ''kemâl''in karşıtı da zevâl; daha eski addedilebilecek bir karşıtıysa âfet. Tıpkı şairin dediği gibi, bir tür yokluk hâli: Handan ol gönül ki visal ihtimali var/Firkat kemâle irdi, kemâlin zevali var.

Kemâle ermek zamanda, zamanla gerçekleşen bir tür ''hareket'' gibi görünüyor. Çünkü kemâle ermenin en azından bir süreç içinde gerçekleştiğini, dikkat edersek eğer, farkedebiliyoruz. Hiçbir şey/kimse bir anda ve birdenbire kemâline ermez. Kemâle ermek, kemâle ulaşmak demek. Üstelik bir anda değil, bir süre içinde ulaşmak demek. Nitekim ustalarımız, lezzet ve hazzı, "bir şeyin kemâlini idrak edip bu kemâle nâil olmak" şeklinde tarif ederler. Keza "bir şeyin zevalini idrak edip nâil olmak" da elemin tarifidir.

Kemâl''in standart tanımlarından biri şöyledir: Bilkuvve olanın bilfiil hâline gelmesi. Bu tanıma göre kemâl: bilfiil olan, daha doğrusu bizâtihi fiil olan demektir. Yani bir yetinin, bir istidadın fiil hâline gelmesi, potansiyel olanın gerçekleşmesidir kemâl.

Bu durumda hareket ile fiil arasında bir ayrım yapmamız gerekmiyor mu?

Hareket tamamlandığında fiil hâline gelir; yani kemâline ermiş olur: kemâl=fiil.

Hareketi ''doğrusal'' (müstakime) ve ''dairesel'' (müstedire) diye ikiye ayırırsak, doğrusal hareketin tamamlanma imkânından mahrum olduğunu görmekte gecikmeyiz. Çünkü doğrusal hareket sonsuzdur; nâ-mütenahidir. Dairesel harekete gelince, hareketin başladığı nokta ile bittiği nokta birleşince, hareket tamamlanmış, yani kemâline ermiş olur.

O hâlde kemâl, daireyi tamamlamanın, maddeden kurtulup saf suret hâline gelmenin bir diğer adı. Dairenin dışına çıkmak ise özgürlük demek. Öyle bir özgürlük ki yeniden daireler çizmek demek. Daireler çize çize özgürlüğün tadını çıkarmak demek.

İnsan-ı Kâmil tamlamasını, "olgun veya yetkin insan" gibi ne idüğü belirsiz bir biçimde sadeleştirmekle murada ulaşamayız. Bilâkis İnsan-ı Kâmil ve/veya Hz. İnsan, insanı insan yapan tüm yetilerini fiiliyata geçirmeye muvaffak olandır. Kaaliyle değil, hâliyle hakikati temsil edendir. "Ben hakikatim" diyendir. O bilkuvve değil, bilfiildir. Nitekim bir daire tasavvur etmeksizin kemâl''i anlayamayız. Çünkü dairenin iniş yayından (kavs-ı nüzul) aşağıya doğru tenezzül edip çıkış yayından (kavs-ı uruc) tırmanarak yola çıktığı ilk noktaya dönmeyi başaran kişidir İnsan-ı Kâmil.

Özümüz bir kere inmiş bulundu bu âleme. Bu nedenle özümüz, geldiği yere dönmeyi özlüyor. Kemâline ermeyi istiyor; eksik kaldığı için utanıyor. Dairesini tamamlamak için çırpınıp duruyor. Zira kemâle ermeyi arzuluyor.

"Hikmet nedir?" diye sormuştun ey talib! Sorduğun için söylüyorum: Hikmet, istikmal''dir; lâkin kemâle ermeyi istemek değil; aksine kemâle ermek için kendisine ihtiyaç duyulan yol azığıdır.

Ne ayıp değil mi, yola çıksaydık hikmet azığını yanımızda taşır, kemâle ermeye çalışırdık; bizse bile isteye yoldan çıkıp kurda kuşa azık olduk. Kısacası kemâl ararken, tamıtamına zevâl bulduk.

17 yıl önce
Kemâl ararken zevâl bulduk!
Küfre küfür, kâfire kâfir diyememek
Batı çalar, CHP oynar…
Rusya yaptırımları, ABD’nin Türkiye uyarısı ve çifte standardı
Nüfus
Yasa ve toplumsal meşruiyet: 6-8 Ekim davası