|
Yoksa yok ol!

Bir lağımın kapakları açıldı. İnsanlardan kaçıyorum; burnumu tıkayarak kaçıyorum. Ermeni şairinin kahramanı Mearra''lı Ebu''l-''Alâ da kaçıyor insandan. Ama bunlar kaçış değil, arayış. Bazı insanlardan kaçış, bazı insanları arayış. Bu Sibirya''da bir bahar iklimi yaratacaksın. Sen yanmadan buzlar erimez. Hint doğru söylüyor: bütün burudetleri sevginin ateşinde eriteceksin. Yoksa yok ol! Sfenks hayatın kendisi. Her adımda boğazına sarılıp suallerine cevap bekliyor. Ecdat "bu dünya bizim değil" demedi. Bu dünyayı has bahçesi haline getirmeye çalıştı.

Ne bekliyordun? Medresenin dâvâları vardı, üniversitenin yok! Medresenin kökleri vardı, temelleri vardı, dalı, çiçeği, meyvesi vardı, üniversitenin yok! Cevdet Paşa''yı medrese yetiştirdi, üniversite Özcan''lar yetiştiriyor. Nesillerin idraktan mahrum edildiği, şuurdan iğdiş edildiği bir ameliyathane. Bir büyücü kazanı, bir Darülaceze. Bütün felaketlerimizin senaryosu orada hazırlandı. Bina değil, şankr. Memleketi için için yiyen ur. O Babil kulesinde kapıcıdan başka hürmete lâyık canlı yok! Edebiyat Fakültesi''nde bir mezun 290 bin liraya mal oluyormuş. Tımırhanede kendimi çok daha rahat hissedeceğimden şüphe etmiyorum. Muhakkak ki oradakiler daha dost, daha vatanperver." (Cemil Meriç, Jurnal 1955-65, I/178, İstanbul, 1992)

Gözleri görmeyen bir şâir Ebu''l-''Alâ Ahmed bin Abdillah el-Mearrî... Kalbinin gördüğünü gözü görmeyen bir şâir... İnsanları görmeyen, insanların yapıp ettiklerine bakmayan ve fakat bakanlara inat onları bi-hakkın resmeden bir şâir... Bir feylesof, bir bilge, bir mustarib... Kaçan, arkasına bakmadan, önünü görmeden kaçan, insanlardan kaçan, kendisinden kaçan bir şâir...

Arapça duymuş, Arapça söylemiş bir şâir... Kazanlı Musa Carullah''ı kendisine âşık etmiş bir şâir... Neredeyse bir asır önce Carullah''ın dilinden Türkçe söylemiş, Türkü söylemiş bir şâir... Evet yanlış duymadınız, parasız kaldığı için gurbet ellerde altın dişlerini çektirip satmak zorunda kalan Carullah''ın dilinden... Hani o zor günlerinde genç Izutsu''ya Arapça''yı belleten medreseli Carullah''ın... İnsanlardan kaçan, insanlara koşan o koca Carullah''ın...

O Carullah ki Ebu''l-''Alâ el-Mearrî''nin "el-Lüzûmiyyât" adlı divanını -içinden seçmeler yapmak sûretiyle- 1907''de Türkçe''ye çevirmiş ve aynı yıl Kazan''da yayımlamış. Çevirmekle kalmamış, kısa bir mukaddime yazıp şerh de etmiş, ta''likler de düşmüş...

"Akıl zayıf olur ise, dünyaya nisbetle, bir ağvâ eder [çapkın] fahişeye âşık olmuş adam gibi olur.

Kavi olur ise, dünya âna nisbetle bir zararı yok cemil dilber gibi olur ki akıl muhabbet eder, dünya zarar etmez.

Yani "zühd", dünya elinde bende [köle] olmamak, belki dünyayı elde bende etmektir. "Zühd", cemil dilberin visalinden lezzet almak, hem de fitnesinden, zararından eman bulmaktır; yoksa cemil dilberin cemâline meyl etmemek ınninlik [iktidarsızlık] olur." (el-Lüzûmiyyât, sh. 37, Kazan, 1907)

Söyleyin a dostlar! Şimdi Babil kulelerinde kapıcılardan başka hürmete lâyık canlılar var mı? Felâketlerimizin senaryoları şimdi başka yerlerde mi hazırlanıyor sanki? Bir düşünün bakalım Edebiyat Fakültesi''nde bir başörtüsü kaça mal oluyor? Söyleyin, Anouar Brahem''in uduna ses veren, can veren eller ne zaman titriyor? Hangi gözler buğulanıyor Conte de l''incroyable amour yürekleri sararken? Öyle ya hani seninle ölmeyi isteyen can? Hani ölmeden önce ölen canân? Hani gözlerindeki fer, dizlerindeki derman? Hangi lağımın kapakları açıldı da insanlardan kaçıyorsun? Artık fakültenin kapıcılarının da hürmete lâyık olmadığına ma inanıyorsun yoksa?

Susuyorsun... Susuyorsun; zira fitnesinden eman bulmaksızın cemil dilberin visalinden lezzet almak susanların, susuyanların şiârıymış. Oysa ecdat "bu dünya bizim değil" dememiş, bu dünyayı has bahçesi haline getirmeye çalışmış... Dâvâları olanlar, iddiaları olanlar varmış bir zamanlar; kökleri olanlar, dalları olanlar, çiçekleri, meyveleri olanlar... Cevdet Paşalar... Elmalılılar... Aksekiler... Bilmenler...

Hani şimdi o kökler? Hani nerede o dallar, çiçekler, meyveler?

Sen bütün bu suâllere hep ''yok'' diye cevap veriyorsun... Fakat dehrin sana şöyle dediğini hiç mi hiç duymuyorsun: ''yoksa yok ol!''


25 yıl önce
Yoksa yok ol!
Kara dinlilerle milletin savaşı
‘Mutlaka döneceğiz’ ya da Nekbe’dir yaramızın adı
O güne geri dönmek
‘İletişim aklı’
Bir sen bir ben bir de aile