|
Aaa, inananlar ne de çoğalmış!

Bir kavramlar hiyerarşisinden ve tabiatıyla bu hiyerarşiye karşılık gelen bir terimler indeksinden yoksun zekâların çırpınışlarını ''düşünme'' olarak adlandırabilir miyiz?

Bu soruyu, kendi hesabıma, hem de hiç tereddütsüz, "Hayır!" olarak cevaplıyorum.

Hesabı verilmemiş (yani, kendisiyle denetlenebileceği bir kavramlar dizgesinden yoksun) sözcük yığınlarıyla avurtlarını şişirenlerin yaptığı lâflamalar, nasıl ki ''konuşma'' ve ''sohbet'' adını alamazsa, almamalıysa; kavramsız ve terimsiz zihnî çırpınışlar da aslâ bir ''düşünme'' faaliyeti olarak tanımlanamaz.

* * *

Ortak kavramlarla düşünemiyor, tartışamıyor, bu tartışmaları ortak terimlerle sürdüremiyor, dolayısıyla kavramlarımızı ortak terimlerle dile getirmeyi bile beceremiyoruz.

Toplum olarak mı?

Ne münasebet! Toplum —toplum olmak haysiyetiyle— zâten düşünmez, düşünemez. Düşünmeye ihtiyaç da duymaz.

Fertler düşünür, toplum içinde birbiriyle didişen küçük bir grup oluşturmayı başarabilmiş bireyler...

Yani bir türlü toplumsallaşamayanlar... topluma tutunmayı, toplumla ortak ilgiler geliştirmeyi beceremeyenler... hep birlikte inanma yetisini yitirmiş olanlar...

Birkaç zavallı... değerini sadece ızdırabının derinliğinden devşiren üç beş deli...

* * *

Düşünme bireyin işidir. Kendisiyle ve toplumla çatışan bireyin... dünyayla arasındaki mesafeyi bir türlü kapatamayan fertlerin...

İnsanlık tarihi boyunca, zihnî işlemlerin, en nihayet ''düşünme'' olarak adlandırılabilecekleri bir düzeye çıkmaları, bu köklü çatışma sayesinde mümkün olur. Başlangıçtaki lâflamalara sonradan ''sohbet'', gevezeliklere ise ''hikmet'' vasfını kazandıran, o zorunlu çatışmanın ta kendisidir. Çatışmanın, yani çelişkinin... yani bitkilerin ve hayvanların değil, sadece insanın yaşadığı hayatı anlamlı kılma derdinin...

Abes karşısında boğulup gitmemek için bireyin tutunabileceği tek tutamak ''düşünme''... Eldeki en tahrib edici tutamak... en zayıf ve en cılız...

* * *

Kitle bu çatışmayı inançla ve inanarak aşmaya çalışır. İnanmakla çelişkiyi sona erdiremeyenlerin payına ''düşünmek'' düşer. Çaresizce düşünmek... mecburen... zarureten... düşünmek için düşünmek... şifa bulmak için düşünmek...

Bazıları düşünerek şifa bulmaya çalışır ve umumiyetle bulamaz. Sayıları azdır böylelerinin.

Bazıları da inanarak şifa bulmaya çalışır ve umumiyetle bulur. Bunlar sayıca çoktur. Topluca bakıldıkta görünür dertleri yoktur. Eve döndüklerinde önce çatışmayı, sonra sancıları hissederler. Ve hemen evlerinden dışarıya çıkarlar; evlerinden, yani gönüllerinden...

* * *

Düşünmenin karşıtı olarak zikrettiğim inanç (iman) sözcüğünü, terim anlamıyla değil, sözcük anlamıyla kullanıyorum; yani toplumun kabullerinden emin olmak, toplumla birlikte inanmak, topluma güvenmek mânâsında...

Toplumla kurduğu düzenli ilişkiler üzerinden kendisine güvenen kişiyi ''inançlı'' olarak tanımlıyorum. Bu bağlamda, mümin, kendisine güvenmek için topluma güvenen kişidir.

Peki ya hakikatte?

* * *

Toplum-dışı düşünme olmaz bu yüzden. Doğa''da hayal kurabilirsiniz belki ama düşünemezsiniz. Düşünmenin evi, her hâlukârda toplumun içinde bulunmak zorunda. Toplumun alışkanlıklarına, ezberlerine aykırı vicdanların saklanabileceği bu ev, toplumun içinde kurulmalı.

Ancak "topluma rağmen, toplum için!" değil, bilâkis "topluma rağmen, toplum içinde"...

Düşünme, kitlenin işi değil. Kitle inanır. Bu nedenle kavramı da olmaz, terimi de. Kitle sözcüklerle anlaşır ve bu anlaşmayı, aklınca ''düşünme'' zanneder. Birkaç yüz sözcükle gerçekleşen anlaşma işlemi, aklın değil, zekânın marifetidir ama yine de kurnazlar onu üzerinde ''düşünme'' yazan bir etiketle süslemekten geri kalmazlar.

Sözcüklerin anlamı, nesnelerin kavramı, bu kavramlarınsa terimi olur.

Kitlenin elinde sözcükler ve anlamlar vardır; nesneler ve kavramlar değil.

Kitlenin sloganlara eğilimi bu yetersizliğinden kaynaklanır. Sloganlara, yani işaretlere... öğelerine ayrıştırılamayan, bölünemeyen, analiz edilmesi yasak o katı bütünlüklere...

Katı bütünlükler, fasid daireler, tekrarlar hem güven, hem de hesapsız coşkular üretir. Kitleler coşkulu olur. Coşku dolu. Sloganlarıyla ve hep birlikte...

* * *

"Küfr-i hakikî olmadan iman-ı hakikî olmaz" buyurur Şeyh-i Ekber.

Hâl böyleyken, "Vah nefsim! Vah nefsim!" diye yazıklanmak için kıyametin kopmasını mı bekliyorsun ey abdalım?

Hemen zikre başla, zira yer gök kıyamet alâmetleriyle dolu.

Baksana inananlar ne de çoğalmış!

15 yıl önce
Aaa, inananlar ne de çoğalmış!
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü
İsrail’le ticaret ve Deutsche Welle