|
Özgürlük, dairenin içinde değil, dışında!

— "Marx bana duygusal idealist diyordu, ve haklıydı. Bense ona kibirli, vefasız ve hilekâr diyordum. Ben de haklıydım."

Bu duygusal idealistin adı Mihail Bakunin.

Serâzad bir zekâ. Özgür bir ruh. Mâlum a, en nihayet anarşist.

Sezgileri güçlü olmasına güçlü ve fakat âkilesi zayıf, hatta yetersiz. Bu yüzden de tutarsız.

Oysa sevimli bir tutarsızlık bu. Çocukça.

Tabiatıyla, aklın ve yasalarının, sahibini zorladığı o ünlü kontrol ve disiplinden mahrum. Vermek istediği görüntünün tam da aksine genellikle duyguları düşüncelerinin önünde... Mücadelesi bile umutsuzca... Neredeyse amaçsız...

Tutarlı olduğu tek yanı da bu!

Tepesi attığında, teorinin de canı cehenneme diyenlerden! Teorinin, yani yaşam tarafından sürekli sınanmak zorunda kalan âkildâneliklerin...

* * *

"Benim sosyalizmim içgüdüseldi" diyor Bakunin. Şaşırtıcı ama mizacından kaynaklanan açmazların kendisi de farkında.

Ustası Proudhon''u Marx''la karşılaştırırken, hem onu "iflâh olmaz idealist" şeklinde betimler, hem de devrimciliğinin ''içgüdüsel'' oluşuna işaret etmekten kendini alamaz.

Rakibinin payına düşense şu:

— "Marx da pekâlâ çok daha rasyonel bir özgürlük sistemi oluşturabilirdi, ancak Marx özgürlük içgüdüsünden yoksundur, tepeden tırnağa otoriter biridir."

Ne ilginç değil mi, Bakunin''in sosyalizmi... Proudhon''un devrimciliği... Marx''ın mutlakiyetçiliği... her üçü de içgüdüsel!

VE her üç ismin de söylemlerinin de, eylemlerinin de en kökeninde mizaç ve karakter özellikleri baskın.

Öyle ki söylemleri ve eylemleri kendi seçimlerinin bir sonucu değil, daha çok kendileri bir seçimin sonucu. Doğal veya toplumsal, her halukârda özgür iradelerinden bağımsız bir seçimin...

İnsanın düşünce ve eylem tarihini kabaca gözden geçirenlerin bile hemen teslim edecekleri üzere, farklı yolların hepsi de farklı hâllerin mahsûlü. Farklı mizaçların. İçgüdülerin.

Akilesi güçlü olanların duygusuz; duyguları güçlü olanlarınsa aptal olduğu bir dünyada ütopyadan başka hangi ortam düşünce''yle sanatı birbirine yakınlaştırabilir?

Ütopya, yani umut, yani özgürlük! Umut etmeyi bilmeyenler aslâ kendilerini özgür hissedemezler. Çünkü zorunluluğun ve kesinliğin karşıtıdır özgürlük. Aklın değil, duyguların lütfudur insana!

* * *

Ütopik sosyalizm!

Ne yaman bir ironi!

Hangi toplumsal proje özü itibariyle ütopik değildir ki?

Bizim sosyalistlerimizin çoğunu ikiyüzlülüğe sürükleyen de ütopik olanı talep etmekten kaçınmaları, hayalperestliklerinin teşhis edilip açığa çıkmasından korkmalarıydı.

Artık utanıyorlardı.

Çocuksu hayallere yetişkin ciddiyeti katmaktan kaçınamadılar bu yüzden. Önceleri bilmeden, sonralarıysa bile bile.

İktidar duygusunun verebileceğinden daha a''lâ şeheviyet mi var yeryüzünde?

Eski tüfeklerin çoğu, iktidar şehvetiyle terbiye edildiler. Siyasal, ekonomik veya toplumsal iktidara sahip olma düşüncesinin şehvetiyle...

Bu duyguyu hissettikleri anda çocukluktan çıktılar ve ayaklarını yere bastılar. Kaçacak bir yerleri kalmamıştı. Etrafları sarılmıştı. Gerçek her yerdeydi. Kafalarında da, kalplerinde de.

Çaresiz teslim olacaklardı.

Gerçeğe. Pis gerçeğe.

Hakikat''e değil, vâkıa''ya.

* * *

Bu ülkede ancak gerçeği kavrayanlar ve gerçekçi davrananlar iktidar sahibi olmayı başarabilirler. İkiyüzlülük tam da bu noktada örtünmeye başlar, kendini gizlemek ister. Gerçeğin tüm çıplaklığıyla arz-ı endam ettiği anda.

O hâlde ahlâksızlık iktidar olmanın sonucu değil, bilâkis nedeni.

"Mülkiyet hırsızlıktır" diyen Proudhon ne kadar da haklıydı.

* * *

Bakunin, 1869''da insan erdemsizliğinin üç kaynağı olduğunu yazar: 1) Siyasal, ekonomik ve toplumsal eşitsizlik. 2) Bunların doğal olarak yarattığı cehalet. 3) Tüm bunların zorunlu sonucu olan kölelik.

Yani köleliğin cehaletten, cehaletinse eşitsizlikten kaynaklandığına inanır bu devrimci anarşist. Peki eşitsizlik, o nereden kaynaklanır? Mülkiyetten pek tabii ki. Nitekim Bakunin''in bu soruya verdiği cevap gayet açıktır:

— "Toplumsal örgütlenme her zaman ve her yerde insanlar tarafından işlenen suçların biricik nedenidir."

Tartışmayı, bu yargıda geçen ''suç'' sözcüğünün yerine ''günah''ı ikame etmek suretiyle sürdürmeyi çok isterdim.

* * *

İsteseydim, acaba şu geleneksel medrese-tekke, fakih-sufî, ilim-irfan karşıtlığının yol açtığı çatışmayı yeniden alevlendirmeyi başarabilir miydim?

Başaramazdım. Çünkü mülkiyet ve iktidarın cezbedici gücü, her defasında çatışmanın da, tartışmanın da ateşini söndürürdü. Söndürüyor da nitekim.

VE artık hakikat, tâlibinden, üveysilik taleb ediyor! Özgürlük, dün olduğu gibi bugün de, dairenin içinde değil, dışında çünkü.

15 yıl önce
Özgürlük, dairenin içinde değil, dışında!
Türkiye’mize karşı Üç Silahşörler: Faiz, Kur, Enflasyon
Veda
Sakarya keşfinin etkileri tahminlerin ötesinde olacak!
Endişe partileri
Dövizde çözülme hızlandı: Bir haftada 15 milyar USD