|
"Tarihlerini" önemsemeyenlerin, "kendilerini" önemsemeye hakları yoktur!

Ahmed Uğur Keltek''e...

İzmir''i Yunan''ın bastığını duymuştum" diye başladı; dükkanları, evleri soymuşlar, çoluk çocuk öldürmüşler, kadınlara sataşmışlar. Bunları çoktan duyduk; fakat bizim dağda koyunlarımız vardı, çobandan bunları duyduk; koyunlarımızı otlattık. Çiftliklere girmişler, ihtiyarları sakallarından sürüklemişler, gençleri parçalamışlar, mal mülk ne varsa kül etmişler, hayvanları alıp götürmüşler. Bunları duyduk; yine dağda koyunlarımızı otlattık. İçeriye doğru yürüyorlarmış, toprak üstünde ne tütün fidanı, ne buğday başağı bırakmışlar, zeytinlikler inmiş, bağlar çiğnenmiş, ağaçlardan incir, badem, yemiş dökülmüş kokmuş, kimseler malının başında kalmamış, kasabalar birer mahşer olmuş... Biz yine dağlarda koyunlarımızı otlattık. Birgün, "Artık çok yakın gelmişler, köyümüzden iki saat ötede Menderes Köprüsü''nün başına kadar Yunan nöbetçi koymuş" dediler; biz o vakit köyde düşünmeye başladık. Bir Cuma günü namazdan çıkmış kızanlarla eve gitmiştik. Akşamın alaca karanlığında köye girerken sırtlarda kuzuları otlatan kızlar alayla önümüze çıktılar; başörtüleri parçalanmış, saçları yolunmuş, üstleri başları toprak ve kan içinde, hepsi bir ağızdan ağlıyordu. Ammin kızı Kezban yırtık başörtüsünü çıkardı, suratımıza attı: "Efe!" dedi; "Yunan İzmir''e girdi, sustunuz; din kardeşlerimizi soydu, sustunuz; ne kan ne ırz kaldı, sustunuz. Burnunuz dibine geldi, yine başınızda oya, elinizde tüfenkler dağlarda eğlendiniz. Bizi bugün Menderes Köprüsü''nün yanındaki neferler yakaladılar, koyunlarımızı aldılar, boynumuzdan altınlarımızı kopardılar, üstümüzü parçaladılar..."

Kadınlar hep bir ağızdan çığrışmaya başladılar. Ammim kızı Kezban''ın entarisi parça parça idi, göğsünden kanlar akıyordu. "Daha ne yaptılar?" diye kızanlar hepbir ağızdan haykırdı. İmam''ın kızı: "Ne yaptılar diye sormayın, daha ne yapacaklar diye sorun" dedi. O da başörtüsünü suratımıza fırlattı: "Alın bunları örtünün, verin tüfenkleri kamaları bize, kızlarımızın ırzını bundan sonra biz koruyacağız" dedi. O vakit ben kadınların hepsini evlerine yolladım. Kızanlarla köyün eşiğinde, ertesi gün öğle vakti, Menderes Köprüsü''ndeki köpekleri tepelemeye ahdettik. Gece ammim kızı Kezban''ın küçük kızkardeşi yanıma geldi; "Şapkasının altından siyah perçemleri fırlamış, dişleri dışarıda, karakuru Yunanlı''yı sağ bırakmasın diyor" dedi. (...) "Ben ölülerin arasında siyah perçemli, dişlek Yunanlıyı aradım, aradım yoktu. Biz de orada uçan Yunan bulutunun arkasına düştük. Aydın''a yaklaştığımız vakit ezan olmuştu. Kasabanın eteğinde silahlarımızı bıraktık, oturduk. Kızanlarla ne yapacağımızı bilemiyorduk. Birdenbire Aydın''ın üstünden alevler, dumanlar yükseldi; içeriden tüfenk sesleri, kadın çoluk çocuk çığrışları, Yunan nârâları geliyordu. (...) Alev tüfek, duman, kan ve çığırış içine biz de rüzgâr gibi, cehennem gibi girdik."

Efe ayağa kalkmıştı. Generaller tercümeyi dinlemiyor, sade Efe''nin yüzüne bakıyorlardı. Yüzü buruşmadan, takallus etmeden milyonlarca yaşa girmişti. Siyah gözleri, siyah birer kaynar su menbağı gibi idi. Yanakları kuru idi, fakat gözleri tamamen siyah yaştı. Nereye bakıyordu? Bilemiyorlardı. Fakat bu siyah yaşlar ortasında Aydın vardı. (...) Nihayet sırmalı çevresiyle, alnında dizilen terleri sildi. Gözleri eski kuru parlaklığını aldı. Eski mutedil sesi ile hikayesini bitiriyordu: "Üç saat paşalar, üç saat insanların yapmadığını yaptık, sonra Yunanlılar gitti, yangın söndü. Biz de kızanlarla kendimizi bulduk."

Birşey olmamış gibi generallerin birden bire gözlerinin içine bakarak, "Allah''a ısmarladık paşalar!" dedi. Hepsi Efe''nin elini sıktılar. Efe girdiği gibi idi; gözlerinde ne gayz, ne isyan, ne de korku vardı. Kapıya kadar kendisiyle yürüyen Osmanlı zabitinin elini sıkarken esmer, sert yanaklarında iki sıra yaş dizilmiş olduğunu gördü. Bu defa yalnız ona, aynı sakin sesiyle: "Kezban... Kezban kendisini Menderes''ten çaya attı" dedi; "Bana İmam''ın kızıyla haber yolladı: "Efe" demiş; siyah perçemli, dişleri dışarıda Yunan neferini öldürünceye kadar, Aydın''dan Yunanlıları çıkarıncaya kadar kamasını kınına koymasın, bir zeybek sağken Yunan Aydın''da padişah olursa benim kanım onun koynunda olsun!" (Halide Edib, Dağa Çıkan Kurt, İstanbul, 1340)

Biziz tarih ve/veya bizim tarihimiz

Birgün vapurla karşıya geçmiştim. Tramvaya binmek için Eminönü meydanındaki yeraltı geçidine girdim. Dalgın dalgın yürürken, bir genç yüzünde tebessüm yanıma yaklaştı ve "Siz Dücane Cündioğlu değil misiniz?" dedi; ardından da kendisini tanıttı. Kitaplarımı okuduğunu, yazılarımı takip ettiğini söyledikten sonra birdenbire (ve biraz da çekinerek), "Lûtfen beni yanlış anlamayın ama tarihi niçin bu kadar çok önemsiyorsunuz?" diye sordu. Biraz durakladım ve sadece şöyle demekle yetindim: "Sizin bu suâlinize cevap ver(e)mem!"

Bu suâle cevap veremezdim; zira bu suâlin benim için, "Kendinizi niçin bu kadar çok önemsiyorsunuz" suâlinden hiçbir farkı yoktu.


25 yıl önce
"Tarihlerini" önemsemeyenlerin, "kendilerini" önemsemeye hakları yoktur!
Neden Şimdi?
Tevhid risalesi yazan Milli Eğitim Bakanı
Bir Başka Mesele: Kadın ve erkeğin ince ayarları bozuldu
Omelas’ı bırakıp gitmeyenler..
Tek bir zamana/ tarihsizliğe hapsedilmeye başkaldıran adam: Kadir Mısıroğlu