|
Â’mak-ı Hayal mi, Ahmak-ı Hayal mi?

Üsküdar’da sık sık gittiğim bir arkadaşın kitapçı dükkânına geçen gün bir kere daha uğradığımda kendisini şaşkın ve telaşlı bir vaziyette gördüm. “Hayrola Yusuf Bey, bir şeye mi canınız sıkıldı” sorusunu yönelttim. Arkadaşım şöyle cevap verdi:

Az önce dükkâna gelen bir adam, hem de İslami gruplardan birine mensup olduğu anlaşılan bir zat, Şehbenderzade Filibeli Ahmet Hilmi Bey’in bir kitabının olup olmadığını sordu. “Sizde ‘Ahmak-ı Hayal’ var mı?” dedi. Donup kaldım. “Âmak-ı Hayal”den “Ahmak-ı Hayal” diye söz etmesi beni çok fena şaşırttı, diyerek hayretini dile getirdi.

Bu türlü yanlış ifadelerle ben de çok karşılaştığım için fazla şaşırmadım. Çünkü, Osmanlı Türkçesi yeteri kadar bilinmediği için böyle hatalar her zaman yapılıyor. Vahim olan şu ki, böyle kitap isimlerini karıştıranlara, yanlış telaffuz edenlere okumuş yazmış kimseler arasında da rastlanıyor. Ve biliyor musunuz en çok da alem ile âlem, delalet ile dalalet, medfun ile meftun, tanzimat ile tazminat birbirine karıştırılıyor.

“Ayaklı Kütüphaneler” isimli kitabımın Ali Emiri Efendi ile ilgili bölümünde de kaydı geçiyor. Son devrin ünlü kültür adamlarından Şakir Ülkütaşır, daha ortaokul sıralarındayken bir gün babasının tavsiyesi üzerine İzmir’in Milli Kütüphane’sine gidiyor. Yaşlı başlı adamların oturduğu masanın bir köşesine ilişiyor. Kütüphane memurundan, Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın romanlarını getirmesini istiyor. Görevli şahıs da, arzu ettiği bir kitabı hiç yüksünmeden önüne koyuyor. Hatta bir gün, Şehbenderzade’nin işte bu “Âmak-ı Hayal”ini bir başka okuyucu için dolaptan çıkarırken kendisine gösteriyor ve “Eğer bu kelimenin, “âmak” kelimesinin anlamını bilirsen sana daha başka kitaplar da veririm, diyor. Şakir Ülkütaşır, “O yaşımda ‘âmak’ı bilemedim ama hafız-ı kütüp (müdür) beni yine kitaplardan mahrum bırakmadı” diye sözünü bitiriyor.

Âmak-ı Hayal’i ben de yıllar önce Latin harflerine aktarıp yayınlamıştım. Bu tasavvufi roman günümüzde de baskı üstüne baskı yapıyor. Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi’nin diğer önemli bir eseri olan “İslam Tarihi”ne ilgi çekici bir önsöz yazan merhum tarihçimiz Ziya Nur Aksun, Âmak-ı Hayal hakkında şöyle bir değerlendirmede bulunuyor:

“Â’mak-ı Hayal – Racinin Hatıraları: İstanbul’da 1326 senesinde Giridi Ahmed Sâki Matbaası’nda basılmıştır. Seksen sayfalık, felsefi ve tasavvufi bir romandır. Bu eserin şimdiye kadar beş baskısı yapılmıştır. Tasavvufa meraklı olanlar için, pek aranan bir kitaptır. 1947 senelerinde 50 lira gibi bir fiyata aldığımı hatırlarım ki, çok pahalı idi. Bu bir manevi seyahatin hikâyesidir. Yolcu, birçok şehirlerden geçer. Hiç birinde aradığını bulamaz ve daima yeniden aramak için dolaşır. Nihayet sonsuz varlık şehrine ulaşır. Seyyahın adı Raci’dir.

Bir mezarlıkta garip ve çok basit hayat süren, her tarafında ayna parçaları asılı meczup bir ihtiyarla karşılaşır. Bu zata ‘Aynalı Baba’ denmektedir. Ermişlerden bir zattır. Baba, Raci’ye kahve pişirir ve sonra ney çalar. Raci, garip bir tarzda dalar ve böylece manevi seyahatler başlar. Birinci gün Hiçlik Zirvesi’ne (Nirvana’ya) ulaşır; Buda sırrını anlar. İkinci gün ‘Ey Nur! Zulmetleri durdur’ diyen Zerdüşt diyarına ulaşır. Hürmüz ve Ehrimen’in sırrını anlar. Üçüncü gün, Devr-i Daim şehrine varır ve her şey başladığı yere döner. Dördüncü gün, Mecma-ı Ârifan’da imtihan meydanını görür. Beşinci gün, Saha-ı Azamet’tir. Altıncı gün, Kaf-ı Anka şehridir. Rahman’ın arş üzerinde istivasının sırrına varır. Yedinci gün, Umman-ı Azamet’tir ve ilmin bir nokta olduğu sırrını anlar. Sekizinci gün, Muammay-ı Ebedi’ye yani ‘Sonsuz Bilmece’ye ulaşır. Ancak ilimde râsih olanların sırrına ıttıla hasıl eder. Dokuzuncu gün, ‘Mahfel-i Âzam’dır. Bu manevi seyahatten, yani Uruc’dan sonra Nüzul’a erenler için, artık her şey yeni mânâlar kazanır.

Bu kitapda, bir takım teşhisler, tecridler, sözler, ruhi haller ile tasavvufun, enbiyanın, evliyanın sırları ve ahvali hayaller içinde ifhama (anlatılmaya) çalışır.

Kitap, müellifin muhayyilesinin genişliğimi tasavvuf ve felsefedeki vukufunu, bunu ifhamdaki (anlatmaktaki) büyük kabiliyetini açıkça ortaya koyar. Hakikaten şâyân-ı mütalaa ve erbabı için kıymetli bir kitaptır. Sırr-ı Muhammedi türlü teşhisler, hayali seyahatler ve muhayyel içtimalar ile pek güzel anlatılır.”

Ziya Nur üstadımız cehalet zulmetini aydınlatmayı sürdürüyor, Şehbenderzade’yi tenkide kalkışan Baha Tevfik’e gerekli cevabı şu veciz cümlelerle veriyor:

“B. Tevfik, ‘Bizde Felsefe’ isimli bir makalesinde herkesle beraber onu da tenkid etmekte, ‘Gençleri memnun edemeyen bir yol tuttu. Ulum-u müsbite ve hakikiye taharrisi için açılmış taze dimağları, iblis-i Behmen hikâyeleriyle, duvarlardan geçen, yedi kat semalara uçan perilere mahsus masallarla doldurmak istedi’ demektedir.

‘Felsefe-i Ferd’ isimli basit ve birbiriyle alakasız makalelerden mürekkep, ismiyle mahiyeti arasında alaka bulunmayan bir kitap yazan bu adam, yazılarından anladığımıza göre Ahmed Hilmi’yi tenkid edecek felsefi kültüre sahip görünmemektedir. Tenkidinde dayandığı ve alay mevzuu ettiği hususlar da ‘Â’mak-ı Hayal’den doğmaktadır. Mesela tenkid sadedinde bir ölçü olarak ileri sürülen ‘Gençleri memnun edemedi’ sözü ne kadar düşük ve enfüsi eda taşımaktadır. Bir filozof veya mütefekkir gençleri memnun etmek için mi düşünecek, yoksa bir hakikati mi arayacaktır? ‘Felsefe-i Ferd’ gibi ağreb-i garaibden bir isim ile ortaya çıkan basit traşlamalarla ferd de felsefe de pek zavallılaşmıştır. Bu zatın yanında ve karşısında Ahmed Hilmi’yi ‘Felatun-i Asr!’ (Asrın Eflatun’u) addetmek hiç yanlış olmaz.”

Efendim, “Â’mak-ı Hayal”, hayalin derinlikleri anlamına geliyor. Peki ama “Ahmak”la “â’mak” arasında bir ilişki var mı diye sorarsanız, ben de İbnülemin’in ünlü bir tarihçimize – biraz da espri kabilinden – söylediği şu cümleyi sizlere naklederim.

“Sen zaten öteden beri humk-i amikle malûl olmakla meşhursun!”

Not: “Humk” “ahmak”ın, “amik”de “â’mak”ın tekilidir.

#Âmak-ı Hayal
#Ahmak-ı Hayal
#Filibeli Ahmed Hilmi
#Hüseyin Rahmi Gürpınar
1 yıl önce
Â’mak-ı Hayal mi, Ahmak-ı Hayal mi?
Kuklaları oynatan Derin Kuklacılar?
‘Susadım çeşmeye varmaz olaydım’
Türkiye’yi devşirme kurtarıcılardan kurtarma mücadelesi…
Ankara’da vekâletler çekişmesi
Kibirleri boyunlarını aşan muhterisler kim?