|
Ayasofya müzeyken de camiydi…

“Bugün İstanbul’un fethinin 569. yıl dönümü olması dolayısıyla Ayasofya hakkında ilgi çekeceğini tahmin ettiğim bir yazıyla okuyucularımın karşısına çıkmak istiyorum. Bilindiği üzere, bu tarihi mabed ilk inşa edildiği günden bu zamana kadar hiç gündemden düşmedi. Ayasofya, hakkında en fazla yayın yapılan tarihi mabedlerin en önemlilerinden biridir dersek yine tarihi bir gerçeği dile getirmiş oluruz.

Ayasofya’nın hüzünlü yıllarıyla birlikte mutlu günlerini de anlatmak için böyle birkaç makale değil, ciltler dolusu kitaplar yazmak gerekir. Kadim Bizans’ın bu muhteşem mabedi, en korkunç ızdırabı 1204’te Latinler, Konstantıniyye’yi işgal ettikleri sırada yaşadı. Haçlı yağmasından ve tahribatından Ayasofya da nasibini aldı. Tarihçi Mustafa Cezar’ın ifadesiyle “Mabede girenler kudsiyet mefhumunu zihinlerinin kenarına dahi yaklaştırmayıp sadece yağma etmeyi ve keselerini doldurmayı düşündüler. Bunun için Ayasofya’da maddi kıymeti ve sanat değeri bulunan birçok eşya yerlerinden alındı veya söküldü. Gayet sanatkârâne işlenmiş bir kürsü de bu arada tahrip edildi. Din yolunda savaştıklarını zanneden bu vahşiler kapı, kürsü, rahle ve duvarlardan kopardıkları gümüş halka ve topları beygirlerine taktılar. Mukaddes kaplarla beygirlerini suladılar. Talan ettikleri eşyaları yükleyip götürmek niyetiyle mabede kadar soktukları beygirleri, tahammül edemeyecekleri yükleri altında yere yıkılınca, hayvanları hemen orada öldürdüler. Ayasofya’nın mermer zeminine hayvan kanlarını dahi akıttılar.”

Kendi dindaşları tarafından işgal edilen Konstantıniyye vahşet gayyasında inlerken Ayasofya da işte böyle korkunç bir zulme maruz kaldı.

Gelelim mutlu günlere… Ayasofya, Hazreti Fatih’in 29 Mayıs 1453’te Konstantıniyye’yi fethetmesiyle Müslüman oldu. 1934’te müzeye çevrilene kadar en huzurlu devrini yaşadı. Fakat cami olduğunu hiçbir zaman unutmadı. Seksen altı yıllık fetret devrinden sonra yine cami olunca, ikinci baharını yaşamaya başladı. Evet, Ayasofya müzeyken de cami özelliğini korudu ve halkımız ondan bahsederken “Ayasofya Camisi” demeyi sürdürdü.

Ayasofya’nın İslami kimliğini öne çıkarmak ve fetret devrini sona erdirmek için kaleme alınan birbirinden güzel yazılar bir araya getirilse, koca koca ciltler ortaya çıkar. Necip Fazıl, Osman Yüksel Serdengeçti, Peyami Safa gibi isimler, Ayasofya müdafaasının en güçlü hatipleri olarak anılmaya hak kazandılar. Ayasofya aşkıyla yanıp kavrulan diğer bir kalem ustası ise, Bâbıâli’nin en cesur kalemi olarak bilinen Nizameddin Nazif Tepedelenlioğlu’dur. Merhumun Kasım 1965 tarihli “Yeni İstiklal” de yayımlanan ve Ayasofya’nın müzeyken de cami olduğunu isbat eden bir yazısını -teberrüken- naklediyorum. Tepedelenlioğlu şöyle diyor:

“Ayasofya Cami-i Şerifi’nin İslam ibadetine iade edilmesi bir milli dava halini almıştır, denilse pek de hata edilmiş olmaz. Esasen müze olduğu bildirildiği andan beri Müslümanlar indinde bu Allah evinin, İslam ibadetgâhları teşrifatı dışına çıkmış sayılmadığı da gün gibi âşikârdır. Resmi turistik rehberlerin ona müzeler listesinde yer göstermesi, Ayasofya’yı camilikten çıkarmamıştır. İstanbul’un Müslüman hemşehrisi de, Trakya’nın ve Anadolu’nun Müslüman vatandaşı da sınırlarımızın dışındaki altı yüz milyon Müslüman da Ayasofya’ya halen cami diyor, el’an cami olarak kabul ediliyor.

Tıpkı 512 yıldan beri, önce tek, sonra çift, daha sonra dört minareli olmasına rağmen, Hıristiyan âleminin bu eşsiz ibadet sarayına kilise, katedral demekte ısrar etmiş olması ve cami demeye bir türlü rıza göstermemesi gibi, İslam dünyası da işbu müze bi’datine asla eyvallah dememiştir. Bu, öyle ışıldayan bir gerçektir ki, belirtmeye tevessül etmek bile, lüzumsuz bir gayret, hatta abes olur.

Biz, Ayasofya üzerinde ebedi bir ibadet tasarrufu için hiç kimseye hesap vermeye mecbur değiliz. Hatta Fatih hazretlerinin ikide bir bahsedilen vakfiyeleriyle dahi zırhlanmaya ihtiyacımız yoktur. Fatih hazretlerinin fermanından, fermanıyla verilmiş beratlardan, varmış farz olunan beratlarına beş asır boyu isnat olunagelen imtiyazlardan medet aramak, Cenab-ı Yesuğ’a, (Hz. İsa’ya) vekâlet ve niyabet edenlerin hüneri olsun! Biz Müslüman olarak Ayasofya’nın bizzat kurucusu tarafından remzi bir tarzda İslama bahşedildiğine dahi inanmak zorundayız. 1428 yıl önce hayatının 54’üncü ve saltanatının 10’uncu yılında binası tamamlanan bu eşsiz ibadet sarayı ile dinsizlikler karanlığını biraz daha yırtmayı düşünmüş olan çok ihtişamlı ikinci Justinyanus, Doğu Roma’nın o uzun ömürlü ve uzun saltanatlı Kayseri, bu eserini mutlak surette Hıristiyanlığa hediye etmiş değildir. Gerçi büyük kapıdan girince, dış sofa kapısının üstünde göze çarpan altın ve gümüş pırıltılı mozayik, çocuk İsa’yı kucağına almış Meryem’e, eserin takdim edildiğini tasvir eder. Fakat eseri yaptıran, asıl hedefini, eserine verdiği isim ile çok daha kudretli bir tarzda insanlığın iman tarihine perçinlemiştir, eserine Ayasofya adını vermiştir. Konstantıniyye ve büyük kilise dememiştir. Doğu Roma katedrali dememiştir. Mabedi-i Hazreti Yesuğ dememiştir. Hz. Meryem kilisesi dememiştir. Zevcesi Teodora’nın ve kendisinin adların vermeyi de aklının ucundan geçirmemiştir.

Evet, sadece Ayasofya demiştir. ‘Aya’ grekçe azize demek olduğuna göre, bu Ayasofya ne anlama geliyor? Sofiye adlı bir Hıristiyan azizesinin adı mı oluyor? Hayır! Ayasofya Hikmet-i Rabbaniye demektir. İkinci Justinyanus, eserini -hikmetinden sual olunmaz- Allah’ın ezeliyetine ve ebediyetine ithaf etmiştir. Hikmet-i Rabbaniye, bu muhteşem ibadet sarayının ünvanı olmuştur. Dinsizlik karanlıklarını süresiz ve aralıksız olarak iman nuruyla yırtmak bu ibadet sarayının değiştirilmesi mümkün olmayan mukaddes kaderidir.

Ben ne zaman bu mantıklı hülyaya dalarsam, Hz. Peygamber’in Konstantıniyye’nin zaptını işaret eden hadisinde Doğu Roma’yı ele geçirmekten çok, Hikmet-i Rabbaniye demek olan ibadet sarayını, İslam’ın nuruna bir an önce kavuşturmak azmini sezer gibi olurum. Cennetmekân Fatih Sultan Mehmet Han hazretlerinin Ayasofya’nın adını değiştirmeyi bir an bile düşünmemiş olmasının sebebi de bu olsa gerektir.”

Bu yazıyı, işaret ettiği mânânın ulviyeti dolayısıyla, cihan hükümdarı Hz. Fatih’in ve fetih şehitlerinin mübarek ruhlarına ithaf ediyor, Tepedelenlioğlu’nu da bir kere daha hayırla anıyorum.

#Ayasofya
#Bizans
#Necip Fazıl
#Osman Yüksel Serdengeçti
#Peyami Safa
2 yıl önce
Ayasofya müzeyken de camiydi…
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü
İsrail’le ticaret ve Deutsche Welle