|
Fatih Camii nasıl kurşunlandı?

İstanbul’da Osmanlı padişahları tarafından yaptırılan tarihi camilere “Selatin camileri” denildiğini bu konularla az çok ilgilenenler muhakkak bilirler. Mimari özellikleriyle ve güzellikleriyle yüz yıllardan beri İstanbulumuzu süsleyen Fatih Camii işte bu selatin camilerinin ilkidir.

Bu sıfatı taşıyan İslam mabedlerinin hemen hemen hepsi külliye şeklinde inşa edilmiştir ki, sahasının genişliği ve etrafını kuşatan binaların sayı itibariyle çokluğunu da dikkate alırsak bu külliyelere şehir içinde şehirler diyebiliriz.

Medreseleriyle, kütüphaneleriyle, muvakkithaneleriyle, tabhaneleriyle, hamamlarıyla muhteşem bir manzara arzeden bu külliyeleri “sadakayı cariye” hadisinin canlı şahitleri sayabiliriz. Külliyenin ana binası tabii ki camidir ve bütün bu hayır eserlerinin tam orta yerinde bulunmaktadır. Şairane bir ifadeyle söylemek gerekirse selatin camii, o ihtişamlı görüntüsüyle etrafını kuşatan bu yapılar topluluğuna sanki sultanlığını ilan etmektedir.

Mademki Fatih Camisi’yle başladık, öyleyse bu muazzam külliye hakkında külli olmasa bile cüz’i biraz malumat verelim. Fatih Camii ve külliyesi, Hazreti Fatih’in İstanbul’a ilk muhteşem hediyesidir. Fetihten yaklaşık on yıl sonra inşa edilen bu külliye – özellikle Sahnı Seman medreseleriyle – öyle canlı bir hale geldi ki, bu bölgeye daha sonraki yıllarda “ulema semti” denildi. Kanuni Sultan Süleyman’ın bilahare yaptırdığı Süleymaniye Camii ve külliyesi de Fatih Camii ve külliyesiyle yaptığı yarışı kazanmış olmalı ki, o bölgeye de “ulema semti” unvanı verildi. Ama unutmayalım ki, Fatih külliyesi ilk olma özelliğini taşıdığı için birincilik onun hakkıdır.

Fatih Camii’nin haziresine gelince, kıble tarafından bulunan bu cennet bahçesi de burada medfun olan âlimlerinin çokluğuyla – bugün bile – İstanbul’un orta yerinin “ulema semti” olduğunu ilan ediyor.

Fatih Camii ve külliyesi hakkında daha ayrıntılı ve daha önemli bilgilere ulaşmak isteyen kardeşlerimiz bu konuda yayımlanan eserlere müracaat edebilirler. Ben burada adı geçen caminin maruz kaldığı çirkin ve vahşi bir saldırıyı anlatmak istiyorum. Bu tarihi mabedin uzun ve ilgi çeken hikâyesini -bazen gurur verici, iftihar ettirici özellikleriyle bazen de hüzün verici, öfkelendirici sahneleriyle- Reşat Ekrem Koçu, o meşhur fakat nâtamam ansiklopedisinde anlatıyor. Biz “İstanbul Ansiklopedisi”nin bu ilgili maddesini okuyunca Fatih’in vakfiyesini, ilk Fatih Camii’ni (bugünkü Fatih Camii Sultan Üçüncü Mustafa’nın eseridir), şadırvan avlusunu, taç kapısını, mihrabını, minberini, daha bir çok teferruatını bütün detaylarıyla öğrenmiş oluyoruz. Daha bitmedi, yine aynı sayfalardan Fatih Camii civarındaki mahallelerde çingenelerin oturmasının yasaklandığını, camide meydana gelen softa vak’asıyla birlikte Kadızadeliler olayını, Hüsrev Paşa hadisesini, musıki dersi konusunu, minareden düşen gencin hikâyesini de ayrıca öğrenmiş oluyoruz.

Merhum Tahirü’l Mevlevi de “İslam Yolu” isimli mecmuada, 1950’li yıllarda yayımladığı yazılarda İstanbul’un selatin camilerini de tanıtıyor. Bu meyanda Fatih Camii ve külliyesiyle ilgili hatıralara da yer veriyor. Hangi birisini nakledeyim, hem merhum Mehmet Akif’in bu camiyi konu alan o şaheser şiirini yayımlıyor, hem de yine aynı cami hakkında kendisinin yazdığı şiiri neşrediyor. “İçindeki Bir Saflık Cemaat Dolayısıyla” ve “Fatih Camii’ne Hitap” başlığını taşıyan bu şiirin tam bir mersiye olduğunu da bu vesileyle belirteyim.

Bütün bunlardan çıkan sonuç şu ki, değerli mimarlarımızın İstanbul camilerini tanıtırken verdikleri mimari bilgiler -önemli olmakla beraber- bu mabedleri tam olarak tanıma ve benimseme bakımından yeterli olmuyor. Bu İslam mabedlerini hayat hikâyeleriyle ve manevi özellikleriyle öğrenmek gerekiyor. Rahmetli Prof. Dr. Semavi Eyice, bu ihtiyacı duymuş olmalı ki, tarihi camilerin hikâyelerini “İstanbul” dergisinde bir dizi halinde yayımladı.

Şimdi gelelim Fatih Camisi’nin nasıl kurşunlandığına. Ben bu konudaki rivayetleri, İstanbul’a ilk geldiğim yıllarda bazı yaşlı başlı kimselerden duymuştum ama inanmakta zorlanmıştım. Fakat daha sonraları bu mevzudaki yazılı belgelere de rastlayınca tereddüdüm ortadan kalktı. İşte belge mahiyetindeki bu yazılardan birini de değerli tarihçilerimizden Süleyman Zeki Bağlan, 2008 yılında “Kültür” dergisinin 11. sayısında “Fatih Külliyesi ve Önemi” başlığıyla yayımladığı yazının bir yerinde şöyle dile getiriyor:

“31 Mart Vak’asında, Selanik’ten İstanbul’a gelen Hareket Ordusu, Fatih külliyesini kuşatmıştı. Bir hafta talebe dışarı çıkamadı. Camide üç gün namaz kılınamadı. Hareket Ordusu komutanlarından Selahaddin Âdil Paşa, cami avlusunda yapılan çarpışmaları hatıralarında anlatır. Hep bir ağızdan ‘Biz ne idik, ne olduk. Sâye-i hürriyette şeriattan kurtulduk’ sloganıyla etrafa ateş edilir. Şu anda caminin Akdeniz ciheti yüzünde yüz on tane Bulgar mermisi darbesi çok net olarak görülmektedir. Bu makaleyi yazanın dedesi Hafız Mehmet Rüşdü Efendi o günlerde orada talebedir. İki asker tarafından kovalanır. Yakalanırsa ‘mermiye yazıktır’ diye süngüyle öldürülecektir. Can korkusuyla kaçan genç molla çevreyi bildiğinden bir çeşmenin deposuna girerek kendini kurtarır.”

İlginç değil mi, bu cinayetin belgelerinden birine ben de, geçen gün eski dergilerden birinin sayfalarını çevirirken rastladım. Ocak 1970 tarihli “Tohum” dergisinde Latif Aşçı imzasıyla ve “Fatih’te Bir Çınar” başlığıyla neşredilen bir şiirde -bakınız- Fatih Camii’nin kurşunlara hedef olması nasıl anlatılıyor:


Kocaman bir târihi sinesinde saklayan

Fâtih’in başucunda fâtihalar okuyan

Gel ey çilekeş çınar, mâziyi bir eşelim

Açalım da tarihi şöyle bir dertleşelim.

Yaprakların dökülmüş mahzunsun neden böyle

Dertli misin ben gibi söyle çınarım söyle

Kana kana su içtin Fâtihlerin elinden

Bize selam getirdin Yavuz Sultan Selim’den

Altı yüz yıla doğru uyanan bir kökün var.

Söyle neden üzgünsün heybetle duran çınar?

Bu tuttuğun mâtem ne? Nedendir bu çektiğin?

Sana mı, bütün kahrı şu divâne feleğin

Dinle, öğren! Ne oldu otuz bir martta bana

Hassa denen bir ordu yürümüştü vatana

O gün benim dalıma gülmek yazılı haram

Kurşunların altında sızlıyor işte yaram

Şu mâbette beraber yaşıyoruz ölmedik

Otuz bir marta kadar kara günler görmedik

Mart ayının sabahı güneşler doğdu ammâ

Bütün gözler kapandı o günlerde İslâm’a

Mavzerlerle tüfekle yükseldi nâmert eller

Ateşlendi hep birden işte kurşundan seller

Kurşunların yarası daha hâlâ bellidir

Saymadım ama onu herhalde yüzellidir

Mâbede bir darbedir bu yapılan hareket

Kalktı artık yurdumdan kazanç ile bereket

O yaralar dururken ben güleyim öyle mi?

Bahar geldi diyerek unutayım mâtemi

Tâ o günlerden beri matem tutan çınarım

Duvardaki ateşle senelerdir yanarım!..


Hayretle, dehşetle ve ibretle öğreniyoruz ki, camileri kurşunlayan câniler de varmış. Allah şerlerinden muhafaza etsin!

#Aktüel
#Tarih
#Edebiyat
#Dursun Gürlek
1 year ago
Fatih Camii nasıl kurşunlandı?
Kuklaları oynatan Derin Kuklacılar?
‘Susadım çeşmeye varmaz olaydım’
Türkiye’yi devşirme kurtarıcılardan kurtarma mücadelesi…
Ankara’da vekâletler çekişmesi
Kibirleri boyunlarını aşan muhterisler kim?