|
Fatih Sultan Mehmed hakkında ilginç bir kitapçık

Hiç şüpheniz olmasın ki, hakkında en fazla yayın yapılan, kitap yazılan, araştırmaya ve incelemeye tâbi tutulan hükümdarlardan biri de Fatih Sultan Mehmed Han’dır. Fatih’in hayatını ve akıllara durgunluk veren fetih harekâtını konu alan neşriyatın arasında İstanbul’un fethinin beş yüzüncü yıl dönümü dolayısıyla kaleme alınan eserler de büyük bir yekûn tutuyor. İşte onlardan biri olan küçük bir risale de bu kardeşinizin kütüphanesinde bulunuyor.

Eser, 1953 yılında Hakkı Tarık Us tarafından yayımlandı. Bilindiği üzere bu ünlü gazetecimiz aynı zamanda tam bir kitap kurdu idi. Ömür boyu topladığı birbirinden değerli kitaplarla Hakkı Tarık Us Kütüphanesi’ni kurdu. Sahaflar Çarşısı’nın bitişiğindeki tarihi Sıbyan Mektebi, yıllarca kitap ve süreli yayınlar hazinesi olarak, kültür dünyamıza büyük hizmette bulundu. Şimdilerde ise aynı kültür varlığı Beyazıt Devlet Kütüphanesi’nde muhâfaza ediliyor. Hakkı Tarık Us merhum Merkez Efendi Mezarlığı’ndaki aile kabristanında istirahat ediyor.

Hakkı Tarık Us, kitabının ikinci sayfasına düştüğü notta şöyle diyor:

“Bizanslılara, ‘Benim gücümün yettiği yere, sizin hayâliniz bile ulaşamaz’ diyen büyük Fatih’in gücüne değil, hayâline bile hasret yaşadığımız bu beş yüzüncü fetih yıldönümünün coşturduğu hayranlık duygularıyla bu eser hazırlandı. Onun mâneviyatının eşiğine sunuyoruz.”

“Kimsenin görmediği bir tarih kitabı” başlığını taşıyan ilk yazıda İstanbul’un nasıl devlet merkezi yani pâyitaht haline getirildiği anlatılıyor. Bu, 350 sayfalık manzum bir eserdir, fakat ne yazık ki, 274 sayfa tutan baş tarafı mevcut değildir. 75 parçalık son kısmını da meşhur kitapçımız Raif Yelkenci bulup ortaya çıkarmıştır. Türk-İslâm eserlerini korumaktaki titizliğiyle, sattığı eserlerin muhtevasına olan vukûfiyetiyle de tanınan bu kitabiyat bilginimiz böylece takdire şâyân bir kültür hizmetinde bulunmuştur. İstanbullular, Fatih’e yalnız İstanbul’u fetheden hükümdar gözüyle bakmamalılar. İstanbul’a tarihi merkez olmanın bütün değerlerini kazandıran, şehri imar ve ihya eden bir büyük kurucu olarak da minnet ve şükran duymalıdırlar.

Eserde, “Fatih kendi fethettiği şehri nasıl vasfediyordu?” başlığı altında yer alan yazıda ise Mekke’ye ve Mısır’a gönderilen mektuplardan söz ediliyor.

Fatih Sultan Mehmed İstanbul’un fethinden hemen sonra, Mekke-i Mükerreme’nin seyyidi (şerîfi) Ahseniyyü’l- Celâniyyü’l- Hasenî’ye ve Mısır’ın azizi İnal Şah’a birer Nâme-i Hümâyun yollayarak fetih olayını onlara bildirdi.

Feridûn Bey Münşeatı’ndaki metinlere göre bu yeni nâmeden ikincisi Fatih’in hocası Molla Gürânî’nin kaleminden çıkmadır. Arapça yazılan her iki mektupta fetihten maksadın ne olduğuna, fetih esnasında karşılaşılan zorlukların nasıl üstesinden gelindiğine temas ediliyor. Ayrıca şehri tanıtan cümlelere de yer veriliyor. Yine mektupta İstanbul’un yedi tepesinden söz ediliyor. Bu yedi tepenin Allah’ın irâdesiyle İslâm hilafetinin merkezi olmak üzere hazırlandığı dile getiriliyor. Bu kayda göre, demek daha İstanbul’un alındığı gün, onu İslâm hilafetine merkez yapmayı düşünmüş olan da Fatih’tir. Torunu Sultan Selim’in hemen üç çeyrek asır sonra elde edeceği bir mazhariyeti Fatih kendisine sanki vasiyet bırakmış gibidir.

Arapça kaleme alınan mektup Allah’a hamdü senâdan ve muhâtabına duadan sonra şöyle devam ediyor:

“Allah’ın bu yıl bize müyesser kıldığı fütuhatı müjdelemek için size bu nâme-i hümâyunu gönderiyoruz. Bu bir fetihdir ki, benzerini ne bir göz görmüş, ne de bir kulak işitmiştir. Fethedilen şehir, iki denizin kavuştuğu yerde Kostantıniye adıyla meşhurdur ki, karşısında Galata denilen bir başka belde, güneydoğusunda da Üsküdar demekle bilinen başka bölge vardır.

Birinci belde (Kostantıniye), o meşhur tepeleriyle yedi başlı bir ejderhaya benzer. Bu yüksek ve müstahkem tepeler göklere baş kaldırmıştır. Sanki onlar Allah’ın emri ile İslâm’ın halifeliğine merkez olmaya hazırlanmışlardır. Allah’ın takdiri ile elde ettiğimiz bu beldeye hiç şüphesiz ki, ‘Beldelerin Padişahı’ adını vermek gerekir. Öteki iki belde ise Kostantıniye’nin sağ ve sol yanlarında sanki o padişahın daima iki tarafında bulunan ulaklarıdır.

Biz fetih arzumuzu gösterdiğimiz, azmimize kuvvet vererek maksada yöneldiğimiz zaman Kostantıniye’nin içine de, dışına da sığınan bir düşmanla karşılaştık. Onlar şeriatın kabul ettiği vergiyi vermek teklifimize yanaşmadılar. Harbe giriştik. Aramızda iki aya yakın bir zaman muharebe ile geçti. Fakat onlar dayanamadılar, âciz düştüler. Harp meydanından kaçınmaktan utanmadılar. İslâm ise gerek karadan, gerek denizden cihat vazifesini hakkıyla yerine getirdi. Böylece surlara yaklaştılar. Allah’ı bir bilenlerden bir kalabalık delik deşik olan surların üzerine çıktılar. Cumâde’l-Ûlânın 23. günü tekbirlerle, tehlillerle bu uğurlu, bu aydınlık şehre girdiler. Herkesten evvel bu mel’unların başı olan Tekfur’un başını kestiler. Kalanlarını affettik. Onları yıllık bir mikdar belli cizyeye bağladık. Hutbelerde adımız okunmaya başladığı, paraların üzeri adımızla süslendiği şu sırada size yakınlarımızdan Hoca Hacı Mehmed Ezzeytûnî’yi gönderdik.

Bu Allah vergisi ve büyük müjdeye bütün âlimlerin, efendilerin ileri gelenleriyle bütün Mekke ve Medine ahâlisinin sevineceklerini umuyoruz.”

Bu satırları yazarken aklıma geldi. Yukarıda da anlatıldığı üzere, halkı Hıristiyan olan bir ülke yahut şehir Müslümanlar tarafından fethedildiği zaman İslâm memleketlerine işte böyle müjdeciler gönderiliyordu. Hatırlayınız. Fatih, Çandarlı Halil Paşa’ya, tahta ilk geçtiği günden itibaren bir mim koymuştu. Nitekim fetihten 40 gün sonra Yedikule’de boğularak öldürüldü. Meşhur tarihçilerimizden Mükrimin Halil Yınanç’ın bir yazısında okumuştum. Hem Yavuz’un, hem Kânûni Sultan Süleyman’ın şeyhülislâmlığını yapan büyük âlim İbn-i Kemal, bu hususta şöyle diyor:

-İstanbul’un fethedildiğini müjdelemek için her memlekete birer elçi gönderiliyordu. Bu arada öbür dünyaya da bir elçi göndermek gerekiyordu. Fatih, Çandarlı Halil Paşa’yı da cennete müjdeci yolladı!..

Yine bahsini ettiğimiz kitapçığa dönecek olursak, Akşemseddin hazretlerinin İstanbul’un fethinde gösterdiği olağanüstü haller de bu sayfalarda anlatılıyor. Ayrıca Fatih’in genç yaşta nasıl vefat ettiğine de yer veriliyor. Şair-i Âzam Abdülhak Hamid’in bir edebiyat şaheseri olan “Merkad-ı Fatih’i Ziyâret” başlıklı şiiri de keza aynı sayfaları süslüyor. Türbeyi de ziynetlendiren bu şiiri acaba ziyaretçilerden kaç kişi fark ediyor? Cevab-ı sükût!..

Büyük hükümdarın türbe resminin altında da şu şiir görülüyor:

“Tükenmez çağları sarıp her yönden

Adın sonsuzluğa hâle olmuşken

Nasıl alır seni bir küçük türbe?

Fecirler dolu gök, türbene kubbe!

Türbenin ezeli kandilleri var:

Her gece renklerle yanan yıldızlar

Işıklar yağdırır yedi tepeye

Güzel Tanrımızdan armağan diye…”

Ebü’l-Feth ve’l- Megâzî Fatih Sultan Mehmed Han hazretlerini fethin 570. yılında bir kere daha rahmetle, mağfiretle anıyoruz.

#Edebiyat
#Tarih
#Fatih Sultan Mehmed
#Dursun Gürlek
1 yıl önce
Fatih Sultan Mehmed hakkında ilginç bir kitapçık
Hem ziyaret hem icazet hem teknolojik gelişmeler
Orta yol doğru istikameti gerektirir
Korksak mı?!
Londra izlenimlerim, beklentiler ve riskler
Türkiye’nin enerjisi