|
Meşhur bir Türk âliminin hazin ölümü

Önce gazetemizin Kültür - Sanat sayfasında yer alan şu kısa haberi nakledeyim:

“İkinci Mahmud döneminin devlet adamlarından Mehmet Necip Paşa tarafından 1827’de İzmir’in Tire ilçesinde inşa ettirilen Necip Paşa Kütüphanesi ilk günkü güzelliğini koruyor. 1800’ü elyazması 5 bin 156 kitapla hizmet veren kütüphane, Necip Paşa’nın Baruthane Nazırlığı görevindeyken İstanbul’da topladığı 670 kitabı vakfiyesi ile birlikte göndererek kurulmuştu. Bina, klasik dönem Osmanlı mimarisinin özelliklerini taşıyor. Hem araştırma hem de müze kütüphane olarak hizmet veren mekân, yerli ve yabancı ziyaretçiler tarafından güvenlik önlemleri altında hafta içi her gün ücretsiz olarak gezilebiliyor.”

İstanbul’umuzda Şehid Ali Paşa, Koca Ragıp Paşa, Köprülü Fazıl Ahmet Paşa gibi ünlü Osmanlı devlet adamlarının kurduğu kütüphanelerin varlığını öteden beri biliyoruz. Ama unutmayalım ki, Anadolu’nun muhtelif şehirlerinde de yine Osmanlı paşaları tarafından tesis edilen böyle değerli kütüphaneler birer ilim hazinesi olarak karşımıza çıkıyor. İşte Tire’deki Necip Paşa Kütüphanesi de bunlardan biridir. Baruthane Nazırı Mehmet Necip Paşa’nın Yeniçeri teşkilatının kanlı bir şekilde kaldırıldığı sırada kumandası altındaki birlikle Sultan İkinci Mahmud’a destek verdiği “Resimli Haritalı Mufassal Osmanlı Tarihi”nin beşinci cildinde kaydediliyor. Belli ki Necip Paşa hem dirayetli bir kumandan hem de koca bir kütüphane kuracak kadar ilme ve ilim adamlarına sempati duymaktadır.

Necip Paşa Kütüphanesi’ni biraz daha yakından tanımaya çalışalım. İkinci Mahmud’un vezirlerinden olan Necip Paşa tarafından 1826’da yaptırılan bu kütüphane, bir çok ilim adamının aradığı kaynak eserlerle dolu tam bir ilim hazinesidir. Divan Edebiyatı’nın gözde ismi Prof. Ali Nihat Tarlan burada bulduğu kaynaktan kana kana içti, hiçbir kütüphanede eşine rastlanmayan, Aydınoğulları’ndan İsa Bey’e ait eserleri keşfedip ortaya çıkardı. Ord. Prof. Süheyl Ünver de ilk Türk tıp kitabını bu kütüphanede elde etti.

Necip Paşa, Osmanlı devletinde önemli görevlerde bulundu. 1826’da Bağdat Valiliği’ne atandı. Kütüphanesinde bugün on bin civarında kitap bulunmaktadır. Bunlardan 1147’si yazma olup, bazıları tezhipli, minyatürlü, resimli çoğu değerli kitaplardır.

Paşa, kütüphanesinin uzun ömürlü olması için bir çok emlak ve arazi vakfetti ve 1851’de vefat etti. Kabri İstanbul’da Eyüpsultan’da 3.Selim’in validesi Mihrişah Sultan imaretinin ve sebilinin yanındadır.

Necip Paşa’nın vaktiyle 53 altın gibi çok yüksek bir fiyatla aldığı büyük İslam âlimi Fahreddin Razi’ye ait tefsir de bu kütüphaneyi süslüyordu.

Tire’nin toprağını zinetlendiren âlimlerden biri de Abdüllatif İbn-i Melek’tir. Bu zat, 14. yüzyılda yetişmiş büyük bir Türk bilginidir. Aynı zamanda Aydınoğlu Mehmed Bey’in hocasıdır. Çeşitli konularda yüzlerce eser yazdı. 1671’de Tire’ye uğrayan Evliya Çelebi, İbn-i Melek’in 700’den fazla kitaba imza attığını kaydediyor. Sağlığında evinde yangın çıkıyor ve bir çok kitabı -maalesef- yanıyor. Yazma iki cilt kitabı da İkinci Selim’in burada yaptırdığı Darülkurra Medresesi’nin kütüphanesinde bulunuyor.

Tire deyince aklımıza hemen İkinci Mahmud devrinin meşhur tabibi ve büyük tarihçisi Şânizâde Ataullah Efendi’nin ismi geliyor. Adı geçen padişah zamanında ve yeniçeriliğin kaldırıldığı sırada Bektaşilik töhmetiyle bu şehrimize sürgün edilen Şânizâde, af fermanını getiren kavasın bir kelimeyi yanlış okumasıyla kalp krizi geçirip vefat ediyor. Devrin ilim adamlarını hüzne gark eden bu dramatik ölüm hakkında biraz daha ayrıntılı bilgi vermeye çalışayım.

İkinci Mahmud devrinin büyük şahsiyetlerinden olan Şânizâde Mehmet Ataullah Efendi, Kamus-u Okyanus’un yazarı Mütercim Âsım’ın ölümünden sonra vak’anüvislik görevine getirildi. Dört cilt olarak kaleme aldığı matbu tarihi, “Şânizâde Tarihi” diye büyük bir şöhret kazandı.

Bundan yaklaşık 250 yıl önce Viyana’da basılan bir tıp kitabını dilimize çevirdi. Arapça’nın, Farsça’nın yanısıra İtalyanca’ya, Fransızca’ya da aşina idi. Tıp ve diğer bir takım ilimlere dair kıymetli eserleri bulunmaktadır. Doğu ve Batı tababetindeki derin bilgisi ile kendisini Avrupa’ya da tanıttı.

Şânizâde, İkinci Mahmud devrinde, Bektaşilik’le suçlanarak Tire’ye sürüldü. Asıl sebep ise, Hekimbaşı Mustafa Behçet Efendi’nin kıskançlığıdır. “Ben de bu dehr-i denâde şâdımân olmam Atâ / Hasımdır erbâb-ı istîdâda çün bu âsiyâb” diyerek sürgün fermanını büyük bir sükunetle karşıladı. Bir süvari kavası (özel kıyafetli görevli) ile Tire’ye geldi. Şehirde sevinçle karışık hüzünlü bir hava oluştu. Tire kederliydi, çünkü Şânizâde sürgün edilmişti. Tire memnundu, çünkü kendi ilim ufkunda yeni bir güneş doğmuştu.

Başta müftü efendi olmak üzere Tireli bilginler Şânizâde’yi karşıladılar. Kışla Meydanı’ndaki Hacı Reşit Efendi’nin konağına götürdüler. Konak en kısa zamanda bir ilim meclisi haline geldi. Ziyaretçilerin ilmi sohbetlerinden çok memnun olan Şânizâde sürgünde olduğunun farkında bile değildi. Ne yazık ki bu ilim meclisi ancak iki ay devam etti. Ağustosun sıcak günlerinden biriydi. Şânizâde, elinde kahve fincanı, konağın pencerelerinden birinden dışarıyı seyrediyordu. Derken, padişahın fermanını getiren kavas ile kaza voyvodasını (kaymakamını) birden karşısında gördü. İstanbul’dayken fermanda yazılı ıtlak (kurtulmak) kelimesi itlaf (telef olmak) şeklinde değiştirilmiş ve bu kelime kavasa birkaç defa tekrarlattırılmıştı. Kendisine de şöyle tenbih edilmişti: “Şânizâde’yi görünce ıtlakına ferman getirdim demeyeceksin, itlafına ferman getirdim diyeceksin.”

Birdenbire Şânizâde’nin karşısına dikilen kavas bu uğursuz kelimeyi telaffuz edince büyük hekim bayıldı ve köşedeki sedire uzandı. Artık Şânizâde için her şey bitmişti. Konaktakiler fermanı kavasın elinden alıp okudular. Itlak olunduğu, yani affedildiği anlaşıldı. Kavas da yaptığı korkunç gafı itiraf etmişti ama iş işten geçmişti.

Yıl 1826. Aylardan Ağustos. O gün Tire’den hiçbir kimse, hiçbir tarafa ayrılmayıp merhumun cenaze namazına katıldı. Misafir kaldığı konağın tam karşısındaki kabristana defnettiler.

Kabir taşındaki yazı şöyledir:

“Hüve’l – Hallâkûl bâkî

Müyesser oldu bana şehâdet

İlahi, sen nasip eyle seâdet

Bulam ta ki Resûl’ünden şefâat

Şânizâde Mehmet Ataullah Efendi Tire’ye bâ emr-i âli memur üzre iken merhum oldu.

Rûhı içün rızâenlillahi teâlâ Fâtiha… Sene: 1242”

Hekimbaşı Behçet Efendi’nin hasedine kurban giden bu dört başı mamur ilim ve irfan adamını biz de rahmetle anıyoruz.

Not: Bu bilgiler, Tire Müzesi Müdürü Faik Tokluoğlu’nun 1964’de basılan kitabından alınmıştır. Ona da rahmet niyazıyla…

#İkinci Mahmud
#Mehmet Necip Paşa
#Koca Ragıp Paşa
#Köprülü Fazıl Ahmet Paşa
#Osmanlı
2 yıl önce
Meşhur bir Türk âliminin hazin ölümü
Neden Şimdi?
Tevhid risalesi yazan Milli Eğitim Bakanı
Bir Başka Mesele: Kadın ve erkeğin ince ayarları bozuldu
Omelas’ı bırakıp gitmeyenler..
Tek bir zamana/ tarihsizliğe hapsedilmeye başkaldıran adam: Kadir Mısıroğlu