|
Münevver Ayaşlı ve Türk İslâm kültürünün meçhul askerleri

Gazete ve dergi yazılarını büyük bir ilgiyle okuduğum, kitaplarını defalarca gözden geçirdiğim hanım yazarlarımızdan merhume Münevver Ayaşlı’nın “İşittiklerim, Gördüklerim, Bildiklerim” isimli eserinin sayfalarını geçen akşam bir kere daha çevirdim. “Türk ve İslâm Kültürünün Meçhul Askerleri” başlığını taşıyan yazıyı bir daha tekrar okuma ihtiyacını duydum.

Yazısına, “Beş muhterem zat vardır ki, bunların portrelerini çizemedim. Kısa da olsa hayat hikâyelerini yazamadım. Bu, içimde bir ukde ve büyük bir üzüntüdür. Bu merhum ve mağfur zevatı birer birer sıralayalım” diye başlayan Münevver Hanım, ilk sırayı Babanzade Ahmed Naim Bey’e verip şöyle diyor:

“Kendilerini hiç görmedim, lakin evlerine gittim. Kutb-u Zaman, Ârifi Billah Fatih Türbedarı Ahmed Amiş Efendi hazretleri Naim Efendi’nin evinde oturuyorlardı. Naim Beyefendi kendilerinin damadıydı. Yani Ahmed Amiş Efendi hazretlerinin torunuyla evliydi.

Bir de Naim Beyefendi hakkında bildiğim Menemen’de şehid edilen Şeyh Es’ad (Erbili) Efendi hazretleriyle iyi görüştükleri, kendisini sık sık ziyarete gittikleridir. Naim Efendi için bunlardan daha büyük beraat olur mu? Fakat ne yazık ki, kendileri hakkında bunlardan başka fazla bir şey bildiğimiz yok.”

Bu iki büyük zat hakkında fazla bilgisi olmadığı için hayıflanan Ayaşlı Hanım Efendi’nin ruhu
şad olsun. Rumeli Hisarı
Mezarlığı’ndaki kabrine nur yağsın. Şimdilerde hem Ahmed Amiş Efendi, hem de damadı Babanzade Ahmed Naim Bey hakkında ilgi çekici yayınlar yapılıyor, kitaplar neşrediliyor. Ahmed Amiş Efendi’nin hayatını ve ruha ferahlık veren kelam-ı kibarlarını konu edinen üç-beş eser yayımlandığı gibi, Ahmed Naim Bey’le ilgili olarak da yeni yeni kitaplar neşredildi. Kocaeli Üniversitesi’nin “Fatih Türbedarı Ahmed Amiş Efendi Armağan Kitabı” adıyla hazırladığı 319 sayfalık eser ile M. Cüneyd Kaya ile İsmail Kara beylerin müştereken hazırladıkları 686 sayfalık Ahmed Naim kitabını buna iki önemli örnek olarak gösterebiliriz. Mehmed Âkif Bey’in sahabeden sonra en çok sevdiğim adam diye tebcil ettiği Babanzade Ahmed Naim Bey’e âcizane ben de “Ayaklı Kütüphaneler”de genişçe yer verdim. Rahmetullahi Aleyh…

Ayaşlı, listedeki ikinci isim hakkında da şöyle diyor:

“Darülfünun müderrisi ve sonradan uzun seneler Beyazıt Devlet Kütüphanesi Müdürü olan İsmail Saib Beyefendi merhum. Kendileri hakkında bildiğim, Arap lisanı hakkında bir otorite, hatta Kahire’deki Ezher Üniversitesi’nin müşkillerini halleden bir zat, bir de kedi seven bir insan olduğu bildiğimiz bu kadar.”

Saib Hoca, öyle büyük bir allameydi ki, sadece Ezher Üniversitesi’nin müşkillerini çözmekle kalmıyor, İstanbul ulemasının da en girift sorularını kolayca cevaplandırıyordu. Onun Arapçaya olan vukufiyeti bu lisanda Araplara bile meydan okuyan Zemahşeri ayarındaydı, belki ondan da ileriydi. Bu zatın ilmi müktesabatını Ord. Prof. Dr. İsmail Hakkı Uzunçarşılı’nın “Kâtip Çelebi gibi bir mütebahhir, hocamız, üstadımız İsmail Saib Efendi’nin yanında ancak bir ‘tıfl-ı ebcedhan’ kalır cümlesi dile getirmektedir.”

Münevver Hanım müsterih olsun. Günümüzde bu kitabiyyat bilgini hakkında da yayınlar yapılmaktadır. Zafer Bilgi ile Taner Ay beylerin kitaplarını bu meyanda zikredebiliriz. Yukarıda adı geçen kitabımda ben de kendilerine yer verdim. İnşallah hakkında müstakil bir eser hazırlamayı da arzu ediyorum. Ya nasip!.

Üçüncü madde şöyle:

“Çemberlitaş’ta dükkânı olan sanatçıların piri ve üstadı, Şem’i Bey merhum. Kendisini şahsen tanıdım. Çekingen, mesafeli ve vakur bir insan, bütün bildiklerim bundan ibaret.”

Vâ esefa!.. Bu zat hakkında ben de hiçbir şey bilmiyorum.

Ayaşlı, dördüncü sıradaki âlimi de şöyle tanıtıyor:

“İran lisanında ve edebiyatında tek adam. Büyük âlim Necati Lügal Beyefendi merhum. İlim adamlarının bütün fazilet, ahlak ve zarafetini kendisinde toplamış bir insan-ı kâmil, daha doğrusu kâmil bir insan.”

Tarihçilerin kutbu diye tavsif edilen Prof. Halil İnalcık’ın bile hayran olduğu ve ilminden istifade ettiği Necati Lügal hakkında -ne yazık ki- henüz dört başı mamur bir biyografi hazırlanamadı. Onun hakkında en ayrıntılı bilgileri Türk Tarih Kurumu’nun 1968’de neşrettiği “Necati Lügal Armağanı”ndan öğreniyoruz. Hatırlatmadan geçmeyeyim,
merhumun bu yakınlarda vefat
eden kerimesi Mihin Lügal da en kıymetli kütüphanecilerimizden biriydi.

Münevver Ayaşlı beşinci maddede son olarak diyor ki:

“Necati Lügal Bey’in Farsçadaki lisan hâkimiyeti ve tasarrufu Arapça olmak üzere Hafız Yusuf Bey merhumda var. Yusuf Bey’in Arapçası fevkalade, âdeta İsmail Saib Bey’le atbaşı beraber. Hafız Yusuf Bey de Ezher Üniversitesi’nin çözemediği düğümleri kolaylıkla çözüyor. Ve kendisine müracaatta hemen Kahire’nin yardımına koşuyor. Çamlıca’da oturur, yalnız oturur ve merdümgiriz bir insan. Kendisi hakkında bütün bildiklerimiz bundan ibaret.

Son üç zatı, yani Şem’i Bey’i, Necati Lügal Bey’i ve Hafız Yusuf Bey’i şahsen tanımak bahtiyarlığına nail oldum.

Bu yazıma son vermeden şurasını da açıklamak isterim ki, meşhur Alman âlimi Prof. Ritter, Hafız Yusuf Bey ve Necati Lügal Bey için Türkiye’de oturuyordu. Bu zevatın vefatlarından sonra Prof. Ritter de kalktı, memleketine, Almanya’ya gitti. Keza ihtida eden Alman Prof. Osman Reşad Bey de Necati Lügal ve Hafız Yusuf beylerin vefatlarından sonra terk-i diyar edecek ve Türkiye’den ayrılacaktı.”

Münevver Ayaşlı hayıflanmakta haklı. Diğerleri gibi, Hafız Yusuf Cemil Ararat da nisyan perdesinin altında gizlenmeye devam ediyor. Eğer Mahir İz hocamız da hatıratında yer vermemiş olsaydı, onun hakkında da hiçbir şey bilmeyecektik. Mahir İz Hoca, “Yılların İzi”nde bakınız ne diyor:

“Hafız Bey, Türkçe, Arapça, Farsça şiirler yazma kudretini haiz bir fazilet âbidesi idi. Gayet azizünnefs, tok gözlü, kanaatkâr, çalışkan, hezarfen, kimsenin bildiğinden geri kalmayan, ufak, tefek, fakat içi dolu seyyar bir hazine idi. Mülkiye mezunu, kültürlü ve şair bir zat olan Evranoszade Sami Bey, Hafız Bey’e: ‘Yusuf-ı Mısr-ı Fazilet’, yani fazilet şehrinin Yusuf’u derdi.”

Mahir Hoca, Hafız Yusuf Cemil Ararat ile Kapalı Çarşı’daki küçük dükkânında defalarca Mütenebbi divanını okuduklarını da ayrıca belirtiyor.

Münevver Hanım’ın dediği gibi, Avrupalı müsteşrikler bile ilim dağarcıkları diyebileceğimiz bu zatlara büyük bir hayranlık duyuyorlardı. Onlarsız bir dünya, onlara dar geliyordu. Nitekim bunlardan biri olan Oskar Reşher, İsmail Saib Hoca’nın vefatından sonra artık hayat yaşamaya değmez diyerek intihar teşebbüsünde bulunmuştu. Bunu da olanca dramatik sahneleriyle öğrenmek istiyorsanız yine Yılların İzi’ni okumanız gerekiyor.

Allah’ın rahmeti hepsinin üzerine olsun!.

#Aktüel
#Hayat
#Dursun Gürlek
3 ay önce
Münevver Ayaşlı ve Türk İslâm kültürünün meçhul askerleri
İki mühim kayıp
Evet sokağa çıkamayacak hale geleceksiniz!
Batı’da İsrail spiritüel bir tutkuya dönüştürüldü...
Din savaşı
13 şehit