|
Sultan Abdülhamid’e dair bir hatıra

Şanlı Osmanlı Devleti’ni siyasi dehasıyla, dış politikadaki maharetiyle tam 33 yıl başarıyla idare eden Cennetmekân Sultan Abdülhamid Han aynı zamanda tarihimizin en mazlum, mağdur ve masum padişahlarından biriydi. Bugünlerde vefatının 103. yıldönümü dolayısıyla bir kere daha gündeme gelen merhumun içerideki muhalifleri, dışarıdaki düşmanlarından daha şedit ve daha kindar idi.

Garazkâr Batılıların uydurduğu “Kızıl Sultan” yaftasına mal bulmuş mağribi gibi sahip çıkan yerli yazarlar ve şairler, kin kusmaktan kendilerini alamadılar. Gençliğinde onu öven şiirler yazan Tevfik Fikret’in, daha sonra “Bir Lahza-i Teahhur” başlığıyla kaleme aldığı diğer bir şiirde “Ey şanlı avcı! Dâmını beyhûde kurmadın / Attın… Fakat yazık ki, yazıklar ki, vurmadın” diye kin kusması nasıl bir halet-i ruhiyenin eseridir? “Tarih-i Kadim” şairinin, bu büyük hükümdara duyduğu öfkenin derecesine bakar mısınız? Ona suikast düzenleyen Ermeni anarşiste hem “şanlı avcı” diyor, hem de, padişahı öldüremediği için sitem ediyor.

Sadece Fikret mi? Sultan’ın aleyhinde çok sayıda hiciv yazanların arasında bazı tekke mensupları da bulunuyordu. Mesela, bunlardan biri olan sarıklı-sakallı Hacı Ömer Lütfü, “İstibdat cadısı” dediği padişaha şöyle hücum ediyordu:

Vezirler vizr içinde bir kızıl sultan idi Cengiz

Şeb-i yeldâyı istibdat içinde kustu kan millet

Doğunca şems-i hürriyet cihana, buldu şan millet

Kulûb-i âleme parlak ziyâsı oldu pertev rîz.

İsterseniz, bunları bir tarafa bırakıp, merhumla ilgili ibret verici bir anekdotu nakledeyim:

Aralık 1967 tarihli Hakses dergisinde Yusuf Değirmenci imzasıyla ve “Sultan Abdülhamid’e Dair Bir Hatıra” başlığıyla yayımlanan yazıda onun nasıl faziletli bir insan olduğu şöyle anlatılıyor:

“İzmir’in Kemeraltı Camii imam-hatiplerinden kurra hafız Balıkesirli merhum Hacı Mehmet Efendi’yi Güzelyalı’daki Orkide Apartmanı’nın birinci katındaki dairesinde ziyarete gitmiştik. Bu ziyareti, Hoca Efendi’yi sevenlerden Denizli’nin hayırsever eşrafından Şerbetçioğlu merhum Hacı Ahmet Efendi ile yanından hiç ayırmadığı arkadaşı babam Çallı Hacı Ahmet Efendi birlikte yapmıştık.

Hoca Efendi o sıralarda 90 yaşını geçmişti ve:

“Ulûm-u Bu Hanife ile derûn-u sînesi memlû

Ver o’la vech-i pâki subh-u sâdık gibi nûrâni” tasvirinde olduğu gibiydi.

Hoş-beş edildi, hatırlar soruldu, az ama öz konuşmalar oldu. Bir uygun sırası geldi de, ‘Hocam, Şerbetci Hacı Amca’nın evinde Sultan İkinci Abdülhamid Han’a dair bir hatıranızı anlatmıştınız. Padişahın, tahttan indirilişi hakkındaydı. Size Şeyhülislam Musa Kâzım Efendi anlatmışlar, hiç unutmam’ dedim.

‘Madem öyle evlat, size bir hatıra daha anlatayım’ dedi ve söze başladı:

Medine-i Münevvere’de misafiri bulunduğumuz delilin evindeydik. Meclisimizde delilin bir de dostu vardı. Bir ara ev sahibine dedi ki: Babadan kalma delilsiniz. Bitişiğinizdeki fakir komşunuz gibi şöyle güzel bir menzil yapamadınız. Buna cevaben ev sahibimiz şöyle bir içini çekerek, o evin hikâyesini sana anlatayım mı, diye sordu.

O da, evet anlatın, dedi.

Çıraklardan birini gönderdi ve komşusunu davet ettirdi. Geldiğinde yer gösterip çay ikram ettikten sonra misafirlerim senin şu güzel menzilini merak ediyor, hikâyesini bize anlatır mısın diyerek sözü ona bıraktı. O zat şöyle devam etti:

Ramazan-ı Şerif’in ilk günleri, bir akşam vaktiydi. Kapımız çalındı. Çıkıp baktık. Bir zat, Tanrı misafiri kabul eder misiniz, diye sordu. Tereddütsüz, hay hay buyurunuz efendim, diyerek kabul ettik. Evimiz bir oda, bir salondan ibaretti. Biz, ailemle salona taşındık, odayı da tanımadığımız bu misafire tahsis ettik. İmsaktan evvel kalkıp Mescid-i Nebevi’ye gidiyor, akşamdan sonra geliyordu. Fakr u zaruret içinde olduğumuzdan çorbadan başka ikramda bulunamıyor, kendi kendimize utanıyorduk. Ama o halinden memnun idi ki, evimizde misafirliği arzu etmişti. Hâlbuki başka çok elverişli menziller vardı.

Günler geçti. Ramazan’ın 27. günü akşamı yani Leyle-i Kadir’den sonraki akşam misafirimiz, misafirperverliğinizden çok memnun kaldım. Bugün yolcuyum. Sizlerden ayrılıyorum. Hakkınızı helal edin, şunu da vali hazretlerine verin, diyerek elimize o zamana kadar hiç görmediğimiz bir zarf verip gitti. Karı koca zarfı valiye verip vermemekte hayli tereddüt ettik. Nihayet fakirliğin sıkıntısıyla belki bir hayır vardır deyip valiye zarfı takdim ettik. Zarfı, heyecanla öpüp başına koyan vali, bunu size kim verdi? Bu zarf Halife Hazretleri’nin zarfıdır, diye merakla sordu. Biz de o yabancı misafirimizin kim olduğunu o zamanlar anlayarak olanları naklettik.

Vali, Halife Hazretleri gelmişler, bunca zaman Medine’de kalmışlar da hiç haberimiz olmamış diye hayıflanarak zarfı açtılar. Bize 500 altın verilmesini irade buyuruyorlarmış. İşte bu menzilimizi o ihsân-ı şâhâne ile yaptık, diye sözünü tamamladı.

Onlardan başka, Halife-i müslimin Sultan Abdülhamid Han’ı Medine’de tanıyan olmamıştı. Vefatlarının senesinde Hoca Efendi ile Şerbetçi Hacı Amca’yı bu hatıra ve Fatihalarla anıyorum. Cenâb-ı Hak cümlesini rahmetine gark etsin!”

Âmin, âmin, yâ Muîn…

#Sultan Abdülhamid
3 yıl önce
Sultan Abdülhamid’e dair bir hatıra
Neler oluyor, böyle?
Kuklaları oynatan Derin Kuklacılar?
‘Susadım çeşmeye varmaz olaydım’
Türkiye’yi devşirme kurtarıcılardan kurtarma mücadelesi…
Ankara’da vekâletler çekişmesi