|
Sosyolojiyi savunmak ya da sosyolojiye isyan

Sosyolojiyi savunmak ve sosyolojiye hücum etmek her zaman hakkımız. Eğer sosyoloji, bilimsel sınırlarıyla hareket ediyorsa onu bir bilim olarak savunmak hakkımız. Wright Mills"in kapitalizmi eleştiren, sermaye ve endüstriyel iktidarı deşifre eden sosyolojisini savunuyoruz. Z. Baumann"ın, grupların, inançların, etnisitelerin, azınlıkların vs. özgürleşmesini ve katılımını kendine misyon edinen sosyolojisini savunuyoruz. Toplumları anlamaya çalışan ve temsilini anlatan sosyolojiyi savunuyoruz.

Avrupa toplum tarzını önümüze tek model olarak koyan, Batı toplum deneyiminden çıkan bilgileri tek epistemolojik hakikat olarak benimseyen, Batı merkezciliği yapmaya soyunan, oryantalizmin bakışıyla Müslümanlığımıza yönelen sosyolojiye/ sosyolojilere hücum ediyoruz. Bu sosyolojinin bilimsellik peçesini yırtmak, iki yüzlülüğünü ortaya koymak ve toplumsal gerçekliğimizi başka toplumların gerçeklikleriyle muhasara altına alınmasına meydan okumak bir sosyolog olarak boynumuzun borcu.(Dergah Dergisi"nde bunu yapan sosyolojiye "İsyan sosyolojisi" dedim. Nurettin Topçu"nun böyle yaptığını ileri sürdüm kaç yıl önce).

Bunun ilk adımı, artık Türkiye"yi Türkiye"den okumaktır. Topçu"yu, ve Ülgener"i Weber ve Bergson üzerinden okumayı terk ederek hareket etmekten geçer. Onları, onları merkeze alarak Weber ya da Bergson ile ilişkilendirmek… İşte bu tarz sosyoloji okuması, Batı merkezci sosyolojiye ve oryantalist sosyolojiye meydan okumaktır. Onların kurduğu Batıcı sosyoloji statükosuna isyan etmektir. Sosyolojiye değil, sosyolojilere meydan okumaktır.

Küresel resmi ideoloji elbette bir bilimsel kurgu. Ancak her kurgu gibi hayali kadar gerçeklik yönü de var. Batı"nın Suriye, Mısır ve Irak"ta kalkıp benimsedikleri demokrasinin üzerini çizmeleri, bütün İslami hareketleri(kendi hegemonyalarına katılmayı reddedenleri) tekil bir tarzla İslamizm olarak tanımlayıp ötekileştirmeleri, bütün akademik ve medya camiasını bunun etrafında seferber etmeleri bir "küresel resmi ideoloji"nin varlığına işaret eder. İki yüzyıldır Avrupa"da bize yönelen oryantalizm, Avrupa merkezcilik ve İslamizm suçlaması bir küresel resmi ideolojidir. Bizim batılılaşma serüvenimiz Avrupa"dan bize düşen bir küresel resmi ideolojidir. Hatta Kemalizm, Nasırcılık, Baasçılık bile bu küresel resmi ideolojinin İslam toplumlarına reva gördükleri boyutlardır. Küresel hegemonyaya katılarak varlıklarını ve meşruiyetlerini ancak böylelikle korumuşlardır. Bugün ABD ve Avrupa sosyologların neredeyse tamamının Batılı hegemonyaya direnen bütün İslami fikirleri ve hareketleri tek kalıp islamism kavramıyla nasıl mahkum ettiklerini görüyoruz. Her daim sosyal bilimlerin çoğul perspektifliğini savunanların bu konuda nedense şiddete bulaşan ya da bulaşmayan, Batıya açık ya da kapalı, siyasal parti ya da kapalı cemaat vs. ayırımı yapmadan 19. Yüzyıl oryantalistlerin geliştirdiği İslamizm perspektifini kullanmaya hararetle devam etiklerini hayretler içinde izliyoruz. Gezi olaylarından sonra Ak Parti hükümetinin aynı küresel medya ve siyaset tarafından klasik oryantalist anlayışla Ortadoğu diktatörlüğüyle bir tutan imgelerle bol bol boyanarak lanse edilmesi de bu yaklaşımın eseri.

Sosyoloji, toplumsal ve politik çıkarlardan arınık bir bilim değil. Bunlara mahkum olmadığı kadar bunlardan uzak duran bir tarih ve toplum üstü metafizik bilgisi hiç değildir. Bundan dolayı onunla uğraşan sosyologların "epistemik cemaati" şöyle ya da böyle kendisini dayatmaktan azade kalamaz.

Sosyoloji kalkıp, demokratik bir tarzla tabanını mitinge çağıran bir siyasal partinin eylemlerini sokak kavramlaştırmasıyla ötekileştirip, sokakta etrafı ateşe veren ve bombalarla terörizm yapanları da "çoğul kamusallıkların meydan siyaseti" diye tanımlarsa bu düpedüz bir saptırmadır. Ya da Paris komünü diye yapılandırırsa… Asıl bu saptırmayı yapan bir sosyolog sırf benimsediğimiz, önemsediğimiz ve çalışmalarını takdir ettiğimiz birisi yapıyor diye eleştirmiyorsak burada dogmatizm ve mutlakçılık yapıyoruz demektir. Sosyologu otoriterleştirip eleştiri halesine kapalı ve her söylediği sözün ayet olduğunu benimsemeye başlarız. Nilüfer Göle de bir insandır, epistemik cemaat içinde yaşar, insan olduğu için kan ve kemikten oluşur, rafine de olsa belli inanışları ve idealleri vardır. Bunlardan bakarak sosyoloji yapar. Nilüfer Göle"nin tıpkı Şerif Mardin"in "mahalle baskısı" söylemiyle yaptığı çıkışa benzer bir yaklaşım içine girdiğini görüyoruz. Mardin nasıl ki büyük bir sosyolog ve onu eleştirmek aynı oran da hakkımız ise bu Göle için de geçerli. Sosyoloji bilmek ve sosyoloji yapmak ne kimsenin tekelinde ne de kimsenin mutlak doğruluğu konusunda bir hiyerarşiyi ifade eder.

Sosyoloji yapmak, Tanrısallık olmadığı gibi, sosyolog da bütün dünyevi bağlamların üstüne çıkmış kutsal bir varlık değildir. Sosyoloji kendi başına ne bir hakikat ne de bir şeytan. Ne günahlardan münezzeh bir varlık ne de bütün günahların vebalini üstünde taşıyan deccal. Dünyaya bakarken insanı zenginleştiren bir boyut, hakikatleri ararken geçtiğimiz yol, içinden baktığımız pencere.

11 yıl önce
Sosyolojiyi savunmak ya da sosyolojiye isyan
Cayır cayır yanan binlerce insan
“Görüntülere kazak ören aldatılmış büyükanneler” Türkiye’si...
Meselemiz “hesapsızlık”
Amerikan sponsorluğunda İsrail-Suudi normalleşmesi
Faz-2: Washington’un bölme operasyonuna Ankara yanıtı