|
Prense kahve yok…

Hasan Efendi, Tahtakale’de küçük bir dükkân işletiyor, baharatçılık yapıyor, aynı zamanda çiğ kahve satıyor.

Osmanlı esnafı, temiz, dürüst, namuslu bir adam.

1857 yılında bir oğlu oluyor Hasan Efendi’nin, adını Mehmet koyuyor.



Okul yaşına gelen Mehmet, babasının yanında çıraklık yaparken bir yandan da Süleymaniye Medresesi’nde eğitim görüyor.

Çarşı pazar işleri hoşuna gitmiş olacak ki, daha 14 yaşındayken ticarette karar kılıyor ve babasından dükkânı devralıyor.

Mehmet, babasının küçük dükkânında bazı değişiklikler yapıyor.

Önce kahveden başlıyor işe…

O güne kadar çiğ halde satılan kahveyi kavurup dibeklerde öğüttükten sonra ahşap küplere dolduruyor, dükkânın önüne diziyor.

Aman Allah’ım…

Bir anda mis gibi kahve kokusu, o Tahtakale’nin ara sokaklarına yayılıyor, etraf neşeleniyor, bambaşka bir hava oluşuyor.

Rivayet odur ki…

İnsanlar sırf kuru kahvenin kokusunu alabilmek için Mehmet’in dükkânının önünden geçiyor.

Kurukahveci Mehmet’in namı yayıldıkça yayılıyor, İstanbul sınırlarını aşıyor.

Zamanın gümüş çarkları dönüyor, bir yandan da dünya değişiyor, yenileniyor, devletler yıkılıyor, devletler kuruluyor.

Genç Mehmet, “Mehmet Efendi”ye, Osmanlı “Cumhuriyete” evriliyor.

Ve nihayet emri hak vaki oluyor, Mehmet Efendi 1931 yılında vefat ediyor.

Oğulları…

Hasan Selahattin, Hulusi ve Ahmet Rıza Beyler, babalarının mesleğini, yani “kuru kahvecilik” işini devam ettiriyor.

Bu üç kardeş 1934 yılında, babalarının vefatından üç yıl sonra, ata yadigârı mesleği ölümsüzleştirip “Kurukahveci” soyadını alıyor.

Mehmet Efendi’nin vefatından sonra mahdumları işi daha da büyütüyor.

Birisi kavrulup öğütülmüş Türk kahvesinin toplu üretimini yapıyor.

Öteki okyanusların ötesine taşıyor.

Öteki logosuyla, ambalajıyla ilgileniyor, pazarlama şeklini geliştiriyor.

Hâsılı kelâm…

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e miras kalan değerlerden biri olan “Kurukahveci Mehmet Efendi” kahveleri, tüm dünyada bilinen, tanınan bir markaya dönüşüyor.

Avrupa’dan Asya’ya, birçok yerde zevkle, keyifle içiliyor, höpürdetiliyor.

Geçen gün Youtube’da bir video izledim…

Riyad Valisi Suudi Meclis Üyesi Prens Faysal bin Bandar el Suud…

Arabasının arkasında oturmuş…

Camı açık, etraftakilerle bir şeyler konuşuyor…

Birisi elinde kahve tepsisiyle Prens Faysal’ın arabasına yaklaşıyor, kahve ikram ediyor.

Prens soruyor, “Bu nedir?” diyor.

Kahveyi getiren adam, “Türk kahvesi, Mehmet Efendi Türk kahvesi” diyor.

Prens yüzünü ekşitiyor…

Sıcak mıcak, öyle bir şeyler geveliyor, kahveyi almıyor, geri çeviriyor.

Kendisine ikram edilen kahvenin Türk kahvesi, meşhur Kurukahveci Mehmet Efendi’nin kahvesi olduğunu öğrenince kahveyi reddediyor.

Prens Faysal bin Bandar’ın bu görüntülerini, Prens Abdullah bin Sultan el Suud da, Twitter hesabından paylaşarak altına şu notu yazıyor…

“Bugün, bir Suudi vatandaşı olarak Türkiye bize yönelik politikasını değiştirmediği sürece Türkiye’de üretilen, hatta Türk gümrüklerinden geçmiş tüm ürünleri boykot edeceğimi ilan ediyorum. Ne bizim, ne de hükümetimizin onlara ve ürünlerine ihtiyacı var…”

Döndüm…

Prens Faysal’ın Türk kahvesini reddettiği görüntüleri bir kere daha izledim.

Amerika’yı protesto etmek için cebindeki İPhone’u yere atıp çiğneyen arkadaş vardı ya…

Onu hatırladım.

Sıradan bir vatandaş da olsan, prens de olsan, kral da olsan fark etmiyor, bunu anladım.

Yahu zaten kahveyi almışsın, ülkene sokmuşsun, cezveye koymuşsun, pişirmişsin, fincana dökmüşsün.

Diyorsun ki…

Ben bunu içmem, Türkleri protesto ediyorum.

Sen dedin diye, o iş öyle olmuyor işte.

Senin protesto ettiğin o kahvenin 148 yıllık hikâyesi var, dünya kabul etmiş, içiyor.

Kurukahveci Mehmet Efendi’nin markalaşma tarihi bile senin krallığından eski.

En fazla ne olur…

Kurukahveci Mehmet Efendi’nin muhteşem kahvesini protesto eden ilk prens olarak tarihe geçersin.

Hepsi bu, başka da bir şey olmaz.

#Hasan Efendi
#Tahtakale
#Suudi Arabistan
5 yıl önce
Prense kahve yok…
Vatan, millet, Amerika...
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü