|
Ben bir başkası mıyım?

Neyi, neden, hangi saikle ve kimin için yapıyoruz? Mesela kendimiz için mi, başkaları için mi? Öyle istediğimiz ya da inandığımız için mi, başkaları bizden öyle davranmamızı beklediğini düşündüğümüz için mi? Davranışlarımız, kendimizden kaynaklanan sebeplere göre mi şekilleniyor, yoksa başkalarından gelebilecek muhtemel tepkilere göre mi bir ayar veriyoruz yaptıklarımıza? Şu günlerde böyle sorular insanlara sevimli gelmiyor muhtemelen. Çünkü cevap hanesinde hemen herkes için daha çok bir kafa karışıklığı var. Kendimizi, görünüm ve davranışlarımızı, karakterimizi, başkalarının onay ya da beğenileri üzerinden şekillendirmek konusunda belki daha önce hiç olmadığımız kadar gayretliyiz. Bu aynı zamanda kendi düzenimizde olduğumuz, göründüğümüz, hissettiğimiz kişi olma noktasında sıkıntılı olduğumuz anlamına geliyor. Kendimiz olmak ya da kendimizi başkalarına beğendirmek... İkinci kefesi o kadar ağır basmaya başladı ki bu terazinin, artık bir ikilem yaşadığımızdan söz edilebilir mi, emin değilim.

Arthur Schopenhauer, ‘Yaşam Bilgeliği Üzerine Aforizmalar’ isimli meşhur kitabında bugünlerde daha bir görünürlük kazanan bir duruma işaret ediyor: “Yapıp ettiğimiz her şeyde, neredeyse her şeyden önce başkalarının görüşü gözetilir ve daha yakından baktığımızda, yaşadığımız tüm kaygıların ve korkuların bu görüş hakkındaki endişemizden kaynaklandığını görürüz. Çünkü bizim hastalıklı bir hassaslıkta olduğu için sıkça hastalanan özgüvenimizin, kibirliliğimizin ve iddialarımızın, aynı
zamanda tüm gösteriş ve
böbürlenmelerimizin temelinde başkalarının görüşü yatmaktadır.”

Başkaları dediğimizde nicelik olarak belirsiz bir şeyden söz etmiş oluyoruz. O an yanı başımızdaki biri, sonradan ona eklenen başka birkaç kişi, eklenmesi muhtemel sayısız başka kişi... Eğer onların beğenilerine kendi hissediş ve fikirlerimizden daha çok önem vermeye başlamışsak, her biri bir başka yere doğru çekip götürebilir ve nihayetinde bütün bu etkiler kimliksiz, karmakarışık ve acayip kılabilir bizi. Herkesi topyekun etkileyen trendleri de dikkate alırsak başkaları dediğimiz bu devasa ‘cangıl’ın içinde kaybolup gidebilir ve hatta bir daha kendimizle hiç karşılaşmayabiliriz.

“Çok değiştin sanki sen son zamanlarda” dedi yolda karşılaştığı arkadaşına. “Evet öyle” dedi arkadaşı düşünceli bir halde, “ben artık kendi halime dönmek istiyorum aslında ama onu nerede bulacağımı bilemiyorum!”

Her şeye aslında kendimizden baktığımızı, dolayısıyla nihai manada gerçekliği olanın ancak kendimizde bulduğumuz şey olabileceğini unutuyoruz çoğumuz. Kalabalıkların içinde yaşadığımız doğru, ancak onların hayatını değil, kendi hayatımızı yaşıyoruz. Onların beğeni ve zevklerini, hissediş ve yönelimlerini, davranış ve üsluplarını kopyalayıp kendimize yapıştırmanın yollarını bulsak bile bu bizi gerçek bir insandan daha ziyade dilek ağacına benzetir. Burada da unuttuğumuz bir şey var, insanlar üstüne milyonlarca dilek çaputu bağlasalar bile, o ağaç bir çınar, bir meşe, bir ahlat, bir söğüt ya da her ne ağacıysa o olarak yaşamaya devam eder.

“Basit bir çörek, onu biz yiyorsak eğer, XV. Louis’in önüne konmuş bütün çintelerden, adatavşanlarından ve kınalı kekliklerden daha fazla haz verir bize; bir dağın tepesinde uzanmış yatarken, birkaç santim ötemizde titreşen bir ot, kilometrelerce uzağımızdaki bir tepenin baş döndürücü yükseklikteki zirvesini görmemize engel olabilir” diye yazmış Marcel Proust, ‘Albertine Kayıp’ isimli kitabında.

“Ben bir başkasıyım, başkası bir başkası, başkası da daha bir başkası...” diye söylendi beyaz saçlı adam, “artık takip edemiyorum, keşke herkes kendi yerinde dursa!”

#Aktüel
#Tarih
#Gökhan Özcan
1 yıl önce
Ben bir başkası mıyım?
Korku zamanı
Boykotta kafalar neden karışık
Kimin enflasyonu
Terör örgütü elebaşı olarak İsrail portresi…
Hamas’ın ateşkesi kabulü ve İsrail’in Refah Operasyonu