|
Kendi sesinin sarhoşu

Herkes, belki de tarihin başka hiçbir döneminde olmadığı kadar büyük bir anlatma çabasında. Herkes anlatabileceği bir şeyler olduğuna ve bunları anlatmazsa insanların, hayatın, hatta tarihin eksik kalacağına inanıyor. Bu ‘söylenmese olmayacak’ şeyler, devasa meseleleri çözecek büyük hakikatler hakkında olmuyor buna karşılık; harareti yüksek güncel meselelerle ilgili ömrü kısa, söylenene kadar gündemdeki yerini kaybeden sabun köpüğü şeylerle ilgili oluyor çoğu zaman. Bir çoğu büyük bir ihtirasla söyleniyor ve beklendiği üzere arkadan gelen yeni güncel tartışmalarla silinip gidiyor.

Bu gittikçe büyüyen söyleme ihtirasının, bu ısrarlı anlatma çabasının karşısında ona eş bir anlama çabası yok ama. Buna yakın bir anlama çabası bile yok hatta. Söylemek için bunca hevesli olanlar, dinlemek noktasında sahici bir gayret içinde değiller. Onlar aslında dinlemiyor, sadece dinler görünerek konuşanın sözünün bitmesini ve sıranın kendilerine gelmesini bekliyor.

“O kadar ki, çoğu kimse karşısındaki konuşurken onun gerçekten ne dediğini anlama çabası göstereceğine, o susar susmaz ne diyeceğini düşünerek dinler. Yani söyleneni hep ‘bilir’. Bildiği için de söyleneni hiçbir zaman anlayamaz, öğrenme imkânını kendine tıkamıştır” diyor üstad İsmet Özel, ‘Üç Zor Mesele’ kitabında.

Herkesin ihtirasla konuştuğu ama pek kimsenin can kulağıyla dinlemediği, yani anlamak isteyenin pek çok ama anlamak isteyenin pek az olduğu bir ortamdan geriye zihinleri sağır edici bir uğultudan başka ne kalır? Herkesin kendi (zorunlu olarak) statik/donuk yargıları içine kilitlenip kaldığı, bunları aşabilmeye imkan sağlayabilecek her türlü söze, fikre, anlama, temasa kendini kapadığı bir dünya... Bütün yatırımını iletişime yapan, her şeyi daha fazla iletişim hedeflerine göre kurgulayan bir dünya, buna karşılık kendi kendine konuşmakta olduğunun bile farkına varamayacak kadar başkalarından kopuk, kendi etrafında dönen sağır bireyler...

Her türlü teknolojinin iletişimin emrine koşulduğu, iletişim hedeflerinin maksimize edildiği bir zamanda insanlık tarihinin belki de şimdiye kadar görmediği ölçüde iletişime kapalı kitlelerini mi ortaya çıkarmış oluyoruz yani? Keşke itiraz edebilsem buna! Ama bazı şeyler o kadar göze batar hale geldi ki, edemiyorum. Her gün konuşur görünen ama birbirini anlamayan, anlamanın yanından bile geçmeyen ve çoğu zaman bunun farkında da olmayan insanlarla ilgili sayısız örnekle karşılaşıyorum. Belki gözlemci ben olmasam, başka biri olsa, beni de onlardan biri olarak görecek. Başta da ifade ettiğim gibi bir çok şey söyleniyor her gün insanlar arasında; ısrarlı, deli, inatçı bir anlatma hevesi var. Bu söylenenleri, ona karşı söylenenlerle karşılaştığımızda kahir ekseriyetle arada gerçek bir iletişim bulunduğuna dair herhangi bir kanaate ulaşamıyoruz.

“Başkasının sesini duyamayan” dedi beyaz saçlı adam, “kendi sesinin sarhoşu oluyor!”

Konuşurken ya da yazışırken aslında herkes diğerinden bağımsız kendi ezberindeki sözü söylüyor, arada gerçek bir irtibat, bir iletişim emaresi, çoğu zaman ortak bir bağlam bile olmuyor. Ayrı ayrı besteleri ayrı tellerden çalan ama bunu aynı anda hep bir arada yapan tahammülfersa bir orkestra düşünün! Hepimizin başını ağrıtan hayat gürültüsü işte bu acayip orkestradan çıkıyor.

Şekspir ile bitirelim, ‘Kral John’un Yaşamı ve Ölümü’nden davayı nerede kaybettiğimizi aşikar eden bir alıntıyla: “Duyabiliyor olsaydın beni kulakların olmadan,/ Cevap verebiliyor olsaydın dilin olmadan/ Gözler, kulaklar ve kelimelerin zararlı sesi olmadan/ Sadece hayal gücünü kullanabiliyor olsaydın,/ İşte o zaman, uyanık güne rağmen akıtırdım yüreğine düşüncelerimi”

#İsmet Özel
#Üç Zor Mesele
#Gökhan Özcan
1 yıl önce
Kendi sesinin sarhoşu
CHP neden bir milli güvenlik sorundur
“Görüntülere kazak ören aldatılmış büyükanneler” Türkiye’si...
Meselemiz “hesapsızlık”
Amerikan sponsorluğunda İsrail-Suudi normalleşmesi
Faz-2: Washington’un bölme operasyonuna Ankara yanıtı