|
Kör nokta

Bir insanın hafızasındaki en eski görüntü, veda etmeye hazırlandığı boş bir ev olabilir mi? Ev bile değil, boş bir hol... Durduğumuz yerde bir kapı, tam karşısında ışıltılı bahçeye bakan bir pencere ve yanlarda başka kapılar... Hatırda kaldığına göre, bir çocuğu bile etkileyecek derinlikte bir hikayesi olmalı. Bu görüntü, yüzü geriye doğru bakan nice hikayenin ilk cümlesi olabilir. Bütün o hikayeler, o cümleler, o kelimeler, toplanıp bir böyle bir görüntünün içine sığdırmış kendini ve küçük bir çocuğun hafızasına ilk çentiği atmış. Orası çocuğun hafızasının kayda başladığı yer... Ama belli ki çocuğun hikayesinin başladığı yer değil! Çocuk, o anın öncesine, o boş evin dolu hallerine dair bütün hikayeleri, bütün ihtimalleri ve duyguları o ilk görüntünün içinde tuttuğuna göre, bu böyle! Başkalarının hafızalarında da böyle başlama noktaları var. İçinde önceye dair hikayeler, ihtimaller, duygular taşıyan böyle ilk görüntüler...

“Bakışlarımızın kendi hafızası var, buna inanıyorum” dedi yanındakine dönerek, “gördüklerimizi her şeyden ayrı bir yerde saklıyor ve unuttuğumuz şeylerle birlikte unutmuyoruz.”

Her gün hayatla gözlerimiz arasına giren milyon tane görsel malzeme var. Hayata doğrudan bakamıyoruz, çünkü gözlerimizi o görsellerden alamıyoruz. Hayat gibi akışkan, değişken, doğurgan, sonsuz ihtimalli değil o görseller... Aksine sabit, durağan, buyurgan ve tek yönlü her biri... Gözlerimizi hayatın akışına çeviremediğimiz için o görsellerle birlikte bizler de zihinsel olarak sabitleşiyor, durağanlaşıyor, manipülasyona uğruyor, yönlendiriliyor ve görsellerdeki hazır fikirlere ikna oluyoruz. Bunun hayata gözlerini kapatmaktan, hatta sımsıkı yummaktan hiçbir farkı yok!

“Çevrede görülen her şey insanı yaralayabiliyor, insanı küçültebiliyor. Bir şeyi görmekle, yalnızca görmekle, bir parçanı kaybediyorsun sanki. Çoğu kez, bakmanın tehlikeli olabileceğini seziyor, gözlerini kaçırmak, hatta sımsıkı yummak eğilimini gösteriyorsun” diye yazmış ‘Son Şeyler Ülkesinde’ kitabının bir yerinde Paul Auster.

Gözümüzden kaçan şey hayatımız! Görmeye vakit ayıramadığımız şey kendi hikayemiz! Körleştiğimiz şey kendi insanlığımız! Bütün kapıları sımsıkı kapalı tutarken, içeride mahsur kaldığımızın farkına varamıyoruz. Kendi hayatımızın dışında kaldığımızın ayırtında olamıyoruz. Bakmaktan kendimizi alamadığımız şeylerle çevremize bir esaret duvarı örüyor, dışına çıkamıyoruz. Dünyanın en güzel, en heyecanlı, en dokunaklı filmi belki de bizim hayatımız, seyredemiyoruz!

Hayatımızı bütün görünümleriyle birlikte kamuya açtık, herkes bizi her halimizle gördü. Biz dönüp kendimize hiç bakmadığımıza göre, ne halde olduğumuzu onlara mı sorsak?

Georges Perec’in ‘Uyuyan Adam’ kitabından birkaç satır: “Kendi tarihinde hiç mi çatlaklık, zayıf nokta görmedin? Ölü zamanlar, boş geçitler. Geçici ve yürek paralayıcı o arzu, artık bir şey duymama, bir şey görmeme, sessiz ve hareketsiz kalma arzusu. Saçma sapan yalnızlık düşleri. Körler Ülkesi’nde başıboş dolaşan, bellek kaybına uğramış biri; geniş ve boş sokaklar, soğuk ışıklar, bakışın şöyle bir değip geçeceği dilsiz yüzler. Sana ulaşılamazdı asla.”

“Herkes görünür olmanın derdinde” dedi beyaz saçlı adam, “göremiyor olmak kimin umurunda?”

#hafıza
#görsel
#Paul Auster
#göz
2 yıl önce
Kör nokta
‘Mutlaka döneceğiz’ ya da Nekbe’dir yaramızın adı
O güne geri dönmek
‘İletişim aklı’
Bir sen bir ben bir de aile
Deprem gerçeği, ekonomi güvenliği ve TOBB Genel Kurulu’ndan yansıyanlar