|
Çöpe giden ne?
Dün şöyle bir haber okudum gazetede: “Ramazan ayında ekmek ve pidenin sıcak tüketilmek istenilmesi ve ihtiyaçtan fazla alınması günde 3 milyondan fazla ekmek ve pidenin çöpe gitmesine neden
.” Üstünde uzun uzun konuşulmaya ihtiyaç göstermeyen vahim bir durum gerçekten... Bizim dindarlığımızın nasıl bir kafa karışıklığına doğru sürüklendiğini, sürüklenmekte olduğunu gösteren yakıcı bir örnek...

İbadeti israfla, örtünmeyi modayla, zenginliği gösterişle, sözü yalan dolanla, ticareti her türlü dümenle, işi gücü liyakatsizlikle, emaneti imtiyazla, fikri klişelerle, tarihi hamasetle, kültürü şovla, itirazı hakaretle bir arada yaşıyor; pek de rahatsız olmuyoruz artık bütün bunlardan. Kendimizi nasıl isimlendirdiğimizin hakikat nezdinde bir geçerliliği yok oysa; bunu hayatımızla delillendirmedikçe.

Geri dönülmesi giderek güçleşen bir bozulma yaşıyoruz. Hayatımızda maneviyatı zayıflayan ne varsa; şatafata boğarak çoğaltıyor, kendimizi bir şekilde ikna etmeye, inandırmaya çalışıyoruz duygularımızın, inançlarımızın, fikirlerimizin, değerlerimizin ve kimliklerimizin aslı astarı olduğuna. Her şeyi kozmetik bir abartıyla, gerçek olamayacak bir sunilikle yapar olduk. İnsan görünmüyor bakınca, yapıp ettiklerimizin ardında. Düzenliyor, organize ediyor, dini vecibeleri vesile kılarak bir araya geliyor ve bunların her birini de tanıtım, propaganda, reklam, sunum ve saire için birer bulunmaz fırsat gibi görüyoruz. Yaptıkça alışıyoruz ve normalmiş gibi gelmeye başlıyor bütün bu değer gaspları, bu zihniyet anormallikleri hepimize. Sığ, içsiz, gönülsüz, maneviyatsız, asılsız, nezaketsiz bir ‘insan’a, hakikatsiz bir ‘kul’a, manasız, kaba, yüzeysel bir ‘söz’e, merhametsiz, şefkatsiz, sabırsız, ölçüsüz bir ‘cemiyet’e, ukbâdan habersiz bir ‘dünya’ya doğru gidişatımızın her geçen gün biraz daha hızlanıyor olmasına hangi şuurla bir hayırlı itiraz geliştirebileceğiz peki?

Oruç tuttuğu için canı sıkılan, sanki hâşâ Allah’a bir şey lütfediyormuş havasında, neredeyse fedakarlığı için tazminat isteyecek, havadan, vakitten, zahmetten sürekli şikayet halinde bir kısmımız... Akşama kadar sofra tanzimine, iftar menüsüne, sıcaklara soğuklara, türedi gurmeliklere harcadığı vakti, orucun ruhaniyetini, maneviyatını, manasını idrake ayıramıyor bir başka kısmımız... Ramazan gelmiş, çarşı pazar şenlenmiş, çeşme akarken dolduralım tüccarlığında daha başka bir kısmımız... ‘Orucu ne bozar’dan ‘orucu ne oruç kılar’a bir türlü gelemeyen, hiç bıkıp usanmadan her sene aynı vakitte fıkıh magazininde demirlemekte daha da başka bir kısmımız. Ramazan-ı Şerif’in Allah’ın kullarına bir lütfu, keremi, bir rahmet ve mağfiret vesilesi, bir arınma ve kurtuluş fırsatı, bir feyiz membaı olduğunun farkında, şuurunda, idrakinde, hamdinde olan da var mı peki? Varsa bile görünür olan onların hali değil; kâhir ekseriyetimizin hâl-i pür melâli maalesef!

Orucu bir mesai gibi görüp akşamına yevmiye beklemek çiğliğinden artık kurtulalım. Ramazanı bir fedakarlık, bir zorluk, bir meşakkat, bir sağlık meselesi, bir gurmelik gösterisi, bir etkinlik takvimi, bir maneviyat şovu gibi görmeyi bırakalım. Akletmeye azmeden berrak bir kalple, sabrın ve merhametin, istiğfar ve mağfiretin, niyaz ve muhabbetin iklimine dalalım. Yapamayız demeyelim, yapmaya niyet edelim. Bu hâlisâne niyetle boynumuz bükük, yapmayı lütfedenin kapısına varalım. Malum ki, O’nun sınırsız kudreti için zor da yoktur, imkânsız da.

“Çün sabâ goncanın açtı nikâbın

Saf olup ref’etti anda hicabın

Her can fark eder mi usûl kitabın

Mekteb-i irfanda ârifân okur”

diyor, Aşık Ömer. Rahmet olsun.

#Oruç
#İbadet
#Ramazan
7 yıl önce
Çöpe giden ne?
Şahdamarı
Neden Şimdi?
Tevhid risalesi yazan Milli Eğitim Bakanı
Bir Başka Mesele: Kadın ve erkeğin ince ayarları bozuldu
Omelas’ı bırakıp gitmeyenler..