|
Kelimeler hurdalığı

Sanki hepimizin içinde bir çatlak ses avazı çıktığı kadar bağırarak şu tersyüz edilmiş sloganı tekrar edip duruyor: “Susma, sustukça sıra sana hiç gelmeyecek!”



Her yer tüketilip atılmış kelimelerle dolu... Milyarlarca kelime dolaşıyor atmosferin içinde... Belki hayatı tehdit eden en büyük kirlilik bu! Çiğnenip tükürülmüş sakızlar gibi eriyor, her yere yapışıyor bu sıvaşık kelimeler... Çoklar ama çok çeşitli değiller; aynı kelimeler sayısız kez çoğaltılıp etrafa savrulmuş sanki. Anlamın kıyameti kopmuş da geriye anlamsızlığın çok sesli işgali başlamış gibi... Sözler ağızlardan çıktığı anda her yeri kaplayan kocaman anlamsız uğultunun bir parçası oluyor. Sonu gelmez bir kakafoni, sükûnetin cephelerini birer birer düşürüyor. Parmak uçları kelimeleri eziyor, şekilsizleştiriyor, cansızlaştırıyor, nefes alamaz hale getiriyor.

Her sabah evlerimizden çıkıp gecenin geç vakitlerine kadar, parklarda köpeklerini dolaştıran insanlar gibi mütemadiyen laflarımızı dolandırıp duruyoruz.

“Bir kıyıdayım da sanki kelimelerden oluşan bir deniz hırçın dalgalarıyla gelip beni zihnimi, duygularımı dövüp duruyor” dedi gözlüklü olan. “Ne bu, rüya mı gördün?” diye sordu gözlüksüz olan. “Hayır!” dedi gözlüklü olan, “Rüya değil kâbus bu ve tamamen gerçek!”

Kelimelerin ardında artık insan yüzleri yok, mimikler, ifadeler, anlamların simalara vuran izleri, işaretleri yok. Sanki insanlar insanlarla değil, parmak uçları parmak uçlarıyla konuşuyor. İçten muhabbet değil, dıştan iletişim kuruluyor. Uzun uzun konuşmuyor, konuşamıyor, kısa yoldan giderek, kestirmeleri kullanarak, işaretleşerek yazışıyor artık insanlar.

“Harfleri öğrenenler artık belleklerini işletmeyecekleri için, ruhları unutkan olacaktır. Yazıya güvendikleri için, şeyleri içeriden kendi kendilerine hatırlayacakları yerde dışarıdan, yabancı izler sayesinde hatırlamaya çalışacaklar. O halde sen bellek için değil, hatırlatma için bir deva buldun. Bunlar senin harflerin sayesinde, eğitimsiz kalmalarına rağmen gırtlaklarına kadar bilgiye gömüldüler mi, çoğu zaman hiçbir şeyi doğru dürüst düşünemedikleri halde kendilerini binlerce şey hakkında hüküm vermeye yetkin sanacaklardır” diyor ‘Platon’un Eczanesi’nde Jacques Derrida.

Zaman pikabının iğnesi hayat plağının bir yerinde takılıp duruyordu. İşte kelimelerin aynı ritim içinde sürekli kendini tekrar ettiği nakarat böyle icat edildi.

Bir de şunu düşünün; sözlerin çılgınca itiş kakışında nefes darlığı yaşayan bir kelime ne hisseder?

Ne zaman olacağını bilemeyiz ve nasıl olduğunu ve durup dururken nereden icap ettiğini... Kapıyı açınca yüzümüze vuran ayaz gibi içimize vurur; bir şiirin kelimelerinde tüten tazeliği...

“Sana durlanmış kelimeler getireceğim/ pörsümüş bir dünyayı kahreden kelimeler/ kelimeler, bazıları tüyden bazısı demir/ seni çünkü dik tutacak bilirim/ kabzenin, çekicin, divitin/ tutulduğu yerden parlayan şiir” diyor ‘Yıkılma Sakın’da üstad İsmet Özel.

Ya öreceğiz kelimelerden ilmek ilmek idraki, şuuru, farkındalığı... Ya boş boş konuşacağız hiç durmadan, etrafımızda büyüyecek bir kelimeler hurdalığı...

“Ha içini doldurmadığın söz” dedi meczup, “ha içini dolduramadığın kalp!”

#İsmet Özel
#Jacques Derrida
5 yıl önce
Kelimeler hurdalığı
Neden Şimdi?
Tevhid risalesi yazan Milli Eğitim Bakanı
Bir Başka Mesele: Kadın ve erkeğin ince ayarları bozuldu
Omelas’ı bırakıp gitmeyenler..
Tek bir zamana/ tarihsizliğe hapsedilmeye başkaldıran adam: Kadir Mısıroğlu