|
Okuma notları

“Babil’de insanlar güneşi örten örtü kalkacak, gökteki yıldızlar yeniden düzene girecek diye beklediler. Tarlalarda bir başlarına koştuklarını gördün onların. Seslerindeki şaşkınlık giderek daha kötüledi. Görünüşe bakılırsa kendi kendini bile anlamıyordu hiçbiri. Böylece birbirinden ayrı, avuç içi kadar bir yere sıkışmış yaşamlarını sürdürdüler. Dilleri kesilmişti, bakışları mevsim sonuna kalmış bir sineğin uçuşu gibi şaşkındı. Birbirlerinin ellerini yakaladılar, çünkü korku içindeydiler.


Ama sanki parmaklarından

kan çekilmişti; sanki ölü eli tutmuş gibi oldular. O zaman çığlıklar atarak birbirlerinden kaçtılar ve evlerine gizlendiler. Babil, o koca kent, insanlar tarafından terkedilmiş bir görünüme büründü”

(Peter Rosei/ Yolculuk)

“Masmavi bir dünya içinde idiler. Buğulu, şeffaf bir mavilik, sonra benek benek, yaprak yaprak dağılan, geniş oluklar halinde akan bir altın yağması. Yüzlerce görünmeyen ağzın üflediği ney nağmeleri ve onun etrafında bu musiki ile beraber büyüyen, değişen, ilerleyen sessizlik. Geceyle sokak fenerleri, mehtaptan gayrı her ışık garip bir durgunluk kazanmıştı. Öyle sessiz, sadece kendileri olarak suyun üstünde ve içinde sütunlarını, kemerlerini, altın saçaklardan kapılarını uzatıyorlardır.

Bazen bu ışıklar daha inceliyor, gene altın yosunlar gibi birbirlerine karışıyorlardı.

Ve ay hepsinin ortasında bozulmaya başlayan meyvenin çekirdeği gibi, olgunluğunun son anlarını yaşayan bu ihtişamı kendi etrafında topluyordu.

Garip bir saltanattı bu. Her şey ona kendini açıyor, nizamını kabul ediyor ve bu nizam her şeyi içinden değiştiriyordu, hepsini birden büyük, esrarlı bir varlığın rüyası yapıyordu.

Yaratılışın kemeri üzerimize kapandı, tek bir alemin parçasıyız”

(Ahmet Hamdi Tanpınar/ Huzur)

“Irene kimseyi rahatsız etmedi. Sabahki ev işi bittikten sonra, günün geri kalan bölümünü yatak odasındaki kanepede örgü örerek geçirirdi. Neden böyle çok örgü ördüğünü sorarsanız söyleyemem;

sanırım kadınlar örgünün

hiçbir şey yapmamak için dört dörtlük bir bahane olduğunu

anlayınca örmeye başlıyorlar”

(Julio Cortazar/ Büyüdükçe)

“Onun hakkında öğrendiği her yeni şey önemliydi. Diş fırçasını ve diş macununu masasının üzerinde bir bardağın içinde tutardı o. Bu yüzden Mick de diş fırçasını banyoda rafta bırakacağına bir bardakta saklar oldu o günden sonra. Lahana sevmezdi o. Mister Brannon’un yanında çalışan Harry söylemişti bunu. O da lahana yemez oldu. Onun hakkında yeni bir şey öğrendiğinde ya da ona bir şey söyleyip de gümüş kurşun kalemiyle bir şeyler yazdığında uzun süre kendi kendine kalıp düşünmesi gerekirdi bunu. Onunla birlikte olduğu zamanlar kafasındaki tek düşünce, daha sonra yeniden yaşayıp anımsayabilmesi

için her şeyi toplamak, toplamaktı kafasında”

(Carson Mc Cullers/ Yalnız Bir Avcıdır Yürek)

“Ah! Minnet denen şeyi insanlarda görmek o kadar nedir bir şeydir ki! Ve sonra şu da var ki en çok minnet besleyenler gerekli yüz ifadesini bulamazlar; heyecana kapılıp susarlar; utanırlar ve çoğu zaman duygularını gizlemek için çekiniyormuş

gibi tavırlar takınırlar. Fakat Tanrı, esrarlı bir heykelci gibi, bu insana hisleri güzel ve yumuşak bir şekilde ifade edebilecek bütün hareketleri kolaycı yapabilmek

kudretini ihsan etmiştir.”

(Stefan Zweig/ Bir Kadının 24 Saati)

#Ahmet Hamdi Tanpınar
6 yıl önce
Okuma notları
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü
İsrail’le ticaret ve Deutsche Welle