|
Seçimler üzerine

Hafta başından bu yana seçim sonuçları üzerine çok şey yazılıp çizildi, bolca çözümleme ve yorum yapıldı. Burada seçim sonrası yapılan nice saptamayı tekrarlamaya gerek yok; ama yaklaşık bir buçuk yıldır altını ısrarla çizdiğimiz kimi hususları hatırlatmanın doğru olacağı kanısındayım.

DSP ve MHP''nin "ortak yükselişi" konusunda birbirini tamamlayan, birbirini besleyen, iki partiyi aynı zeminde buluşturduğu varsayılan formüller üretiliyor. Öncelikle "yapay" bir parti görüntüsü sergileyen, dolayısıyla seçmen için zorlayıcı olmaktan uzak ve kolay bir seçenek oluşturan, ancak "bütünlüğü"nü ne kadar koruyacağı da belirsiz olan DSP''nin "konjonktürel" yükselişi ile MHP''nin uzun yıllar içinde diğer parti tabanlarına yayılan, son derece örgütlü ve sistematik bir "kendiliğinden tepki"ye dayanan konumu (bu çelişkin bir tanımlama değil!) arasındaki ayrımı görmek ve anlayabilmek gerekiyor.

Hafta başından beri dile getirilen pek çok faktöre ek olarak, DSP ve MHP''nin geldiği yer için ne söyleyebiliriz? Hatırlarsanız, bu köşeden sık sık dünya üzerindeki "bütünleşme" ve "parçalanma" senaryolarına değiniyoruz. Kaba bir formülle, öncülüğünü "uluslaraşırıfinans"ın yaptığı ve daha kuşatıcı bir iradenin tesisi için "millî irade"den vazgeçilmesini gerektiren yeni bir "örgütlenme modeli" tartışılıyor dünya üzerinde (oysa "çekirdek Avrupa" türünden girişimlerde bile belli bir ülkenin -örnekse Almanya''nın- "milli iradesi" derinden derine ağırlığını hissettiriyor). Söz konusu projenin yönü ve başarısı ne olursa olsun, dünya üzerindeki "bütünleşme" ve "parçalanma" senaryoları arasında diyalektik bir ilişki var. Ulus-devletler bünyesinde ortaya çıkan "parçalanma" eğilimleri, yeni bir irade varsayan "bütünleşme" projesi için hem bir tür "meşruiyet temeli" oluşturuyor, hem de işlevsel bir araca dönüşüyor.

Postmodern diye tanımlanan, ama (belki de bu tanımın eklektik doğası nedeniyle) eski siyasal kabul ve göstergelerin, hiç de aşınmadığı bir dönemde "ulus-devlet", kendisini bekleyen gelecek ne olursa olsun, yukarıda sözünü ettiğimiz "diyalektik oyun"a karşı gelişen tepkinin merkezi oluyor. Bu köşeden sürekli dünya üzerindeki "yeni millî işlev"e vurguda bulunmamız da söz konusu basit (ama siyasal sonuçları önemli) gerekçeye dayanıyor. Daha önce, Rusya ve Almanya üzerine kaleme aldığımız tematik yazılarda bu "yeni millî işlev"e özellikle değinmiş ve Türkiye''nin de, dünya üzerindeki konum göz önüne alındığında, bu işler açısından "spesifik" bir yere sahip olduğunu belirtmiştik. Son örneğimiz Japonya''dan. 22 Nisan tarihli "International Herald Tribune"da Roger Buckley imzasıyla yayınlanan yazı, "Hayır Diyebilen Japonya" kitabının yazarı Shintaro Ishihara''nın Tokyo''ya belediye başkanı seçilmesiyle ülke içinde ve dışında alarm zillerinin çalmaya başladığından söz ediyor ve Japonya''da bir tür "yeni-milliyetçilik"in doğup doğmadığını sorguluyor. Elbette bu söylediklerimiz, "bütünleşme" projeleri karşısında bu ülkelerin yeni bir "blok" oluşturduğu anlamına gelmiyor. Tam tersine, söz konusu ülkeler arasındaki "ayrışma noktaları"nın artması kaçınılmaz (örnekse, hem Almanya hem Rusya, Türkiye''nin -ister istemez sahip olduğu- "yaşama alanı" açısından hiç de "memnuniyet verici" konumlara oturmuyorlar.) Çift-kutuplu niteliği ortadan kalkan ve çok-merkezli hale gelen bir dünyada "uluslararası strateji" gittikçe karmaşıklaşıyor ve daha "incelikli" taktik adımları kaçınılmaz kılıyor.

Bütün bu söylediklerimiz, yukarıdaki "karmaşıklık" iddiasına karşın, "basit" bir çerçeve oluşturuyor gibi görünebilir. Yine de bu "basit" çerçeve, DSP ve MHP''de temsil edildiği ve ciddi bir yükselişe geçtiği varsayılan "yeni milliyetçi yönelim"in sadece "şehit cenazeleri", "Apo''nun yakalanışı", "etnik milliyetçilik" türünden "kolaycı" (üstelik "yüzeysel") açıklamalarla geçiştirilemeyeceğini kanıtlıyor sanırım. "Siyasî akıl"ı tatile çıkaranlara, "şematik indirgemecilik"ten ibaret sananlara ya da "millî" nitelikteki herşeye alerjik reaksiyon verenlere duyurulur.

25 yıl önce
Seçimler üzerine
İslâmî hareketten kavramlar savaşına…
Yaşama Sanatı ve Sinema
Bizim sorunumuz ne?
İran’da değişimin ayak sesleri…
İslâmcılık, milliyetçilik ve tam bağımsızlık