|
Strateji sanatı üzerine

Bugüne kadar Türkiye''nin geçen Eylül ayından bu yana yaşadığı süreç için pek çok şey söyledik. Şimdi bu sürece "strateji sanatı"nın perspektifinden bakmayı deneyelim. Bunun için Fredrick J. Lovret''ın "Japon Gücünün ve Stratejisinin Sırları" adlı kitabına başvuracağız. (1993: Dharma Yayınları; çev. Cem Şen). Önce bu süreci anlamak için Lovret''ın anlattığı bir öyküye kulak verelim. Tabii, bunu yaparken söz konusu bakışın "Apo''nun yakalanması" gibi bir başlıkla basite indirgenemeyeceğini, aslolanın Türkiye''nin nihai hedeflerinden oluştuğunu hatırlatalım. Öykü şöyle:

"Bir zamanlar Japonya''da bir okçuluk yarışması yapılır ve hedef olarak bir ''koi'' (parlak renkli kağıttan yapılmış bir balık) kullanılır. Balığın gözünün bulunduğu yere, bir boğanın gözü konur. Koi rüzgarda savrulduğu için, hedefi vurmak neredeyse olanaksız bir hal alır. Yarışmanın ardından okçulara hedefe atış yaparken ne gördükleri sorulur. Hepsinin verdiği yanıt aşağı yukarı ''berrak mavi gökyüzüne doğru rüzgarda savrulan parlak bir koi'' şeklindedir. Oysa, boğanın gözünü vuran ve yarışmayı kazanan okçu, bu soruya ''bir göz!'' diye yanıt verir. Bir göz; kazanan okçunun gördüğü tek şey buydu. Balığın geri kalanını, hatta gökyüzünü bile görmemişti. Yalnızca hedefi görmüştü. Bir Japon düşünür, kazanan okçu yalnızca gözü gördüğünden, onun için tüm evrende varolan tek şeyin bu göz olduğunu söyleyecektir. Böyle olunca hedefi nasıl kaçırabilir?"

Türkiye geçen Eylül''den bu yana hedefi görmüş ve sonuca ulaşmıştır. Burada basit bir şeyden söz etmiyoruz. Biraz daha açalım. Lovret yukarıdaki sorunun ardından şöyle devam ediyor: "Japon dilinde, hedefi bu şekilde vurmak ''atari'' olarak adlandırılır. Diğer şeylerin de farkında olmak ''uchi''dir. Bu durum, Doğu düşüncesi ile Batı düşüncesi arasında dikkat çekici bir farklılığı ortaya koyar. Batı''da bir okçu hedefi ıskaladığında bunun nedenini bir takım fiziksel etkenlerde arayacaktır. Oysa Japonya''da hedefi ıskalamak daha çok zihinsel bir sorun olarak görülür. Bir antrenör belki de ''sağ dirseğini çok yukarıda tuttun'' diyecekken, bir sensei (usta) uyarıyı öğrencinin içine yönelterek ''daha iyi yoğunlaş'' diyecektir."

Bu satırlar "fantastik bir hal"e ya da "zihinsel spekülasyonlar"a ilişkin değil. Elbette "sağ dirseğin duruşu" önemlidir; bu "teknik"tir. Zihnin konumu "strateji"dir. Türkiye "göz"ü hedefleyip zihnini durultmuştur; yani bir "strateji" ile hareket etmiştir. Bu sayede "sağ dirseğinin duruşu"nu ayarlamıştır; yani "doğru tekniği" uygulamıştır.

Anlattığımız bir Japon masalı değil, "Türkiye niçin büyük ülkedir?" sorusuna getirdiğimiz bir başka cevap. Japon strateji sanatında ''kime'', yani "ruhsal odaklanma" diye bir kavram vardır. Lovret bu konuda şunları söylüyor (metindeki "insan"ın karşılığını "ülke" diye okumayı deneyin): "En üstün ''kime'' durumu, tüm varlığınızın belli bir amaca doğru yüzde yüz verimle çalışmasıdır. Bu tür mükemmel bir verime asla ulaşamayacaksınız; fakat elde ettiğiniz şey, sıradan bir insanın yeteneğinin çok üzerinde olacak. Bu, varoluşun bir tür üstün insan durumu değildir; tümüyle olağan bir durumdur. Garip görünür, çünkü insanların büyük bir çoğunluğu gerçek güçlerinin çok küçük bir bölümüyle çalışırlar. Mükemmel ''kime''ye sahip olmak, yalnızca yapmakta olduğunuz şeyi yapmaktan başka bir şey değildir. Bir kılıç ustası ile acemi arasındaki tek fark, ustanın usta olmaktan başka hiçbir şey yapmamasıdır. Buna karşın acemi, kendini unutamaz. Dikkatinin tümünü yaptığı iş üzerinde yoğunlaştırmak yerine, zihninin bir bölümü daima güvenliği konusunda endişe duyar."

Böylece yine aynı yalın gerçeğe varıyoruz: Türkiye "acemi" değil, "usta ülke"dir; hem de ta başından beri!


25 yıl önce
Strateji sanatı üzerine
Küfre küfür, kâfire kâfir diyememek
Batı çalar, CHP oynar…
Rusya yaptırımları, ABD’nin Türkiye uyarısı ve çifte standardı
Nüfus
Yasa ve toplumsal meşruiyet: 6-8 Ekim davası