|
Pâk olanlar

Bireylerin günah ve yanılgıları Allah''a isnad edilemez. Allah; Âlemler''in Rabbi''nin, Tek (Ahad) İlâh''ın, Tek Tanrı''nın ism-i celâli, özel adıdır. Ana dili arapça olan hristiyanlar da Allah''a özel adı olan Allah adıyla dua ederler, bu isimle yakarır, bu isimle O''nu çağırır, bu isimle münâcât ederler.

Böyle olunca da bugün Batı''da “Allah” adının “müslümanların tanrısı” anlamında kullanılması, tehlikeli ve zararlı bir “fitne” anlamına gelmektedir. Bu kötü bid''at de son yıllarda îcat edilmiş ve Avrupa toplumlarında ortaya salınmıştır. Doğu hristiyanları arasında bu fitne yerleşemezdi. Çünkü onlar da Allah''ın “Ahad” olduğunu bilirler. Amerika ve Avrupa''da bu fitne “iş görebilir” ve görmektedir..

Bu temel fitneye kapılmış olanlar; bu felâketin tabiî bir sonucu olarak, Resûl-i Ekrem''i (S.A.) de “Tek Gerçek Tanrı”nın elçisi olarak değil, -hâşâ- bâtıl bir ilâhın, gerçekliği olmayan bir kurgunun adına kendi uydurduğu bir dinin temsilcisi sayarlar. Dolayısıyla, “Rahmeten lil-Âlemîn”i “yalancı, sahte peygamber, deccâl” olarak görme hastalığının a''razını gösterirler. “Karikatür krizi” bu a''razdandır. Bu hastalığa tutulmuş kimselerle, ancak yine bu hastalığa tutulmuş “münafıklar” müzakere ve ittifak edebilirler. Böyle ittifaklar da sağlam kayaya dayanmadıkları için uzun ömürlü olmazlar. “Cento''ya inanıyorduk ve bağlı idik”. Tarih dahî 1960 idi. Şimdi 2008''deyiz. Bir “ortalama vatandaş”a, yaşı da elliyi fazla aşmamış olması şartıyla, “cento” nedir? diye sorarsak, -valla bilmem!, -çimentoyu, parlamentoyu duymuşum ama bu dediğini bilmem, bir dondurma markası mı acep? kabilinden cevaplar alabiliriz.

Benî İsrail peygamberleri de istisnasız pâk ve mâsûmdurlar. Ne var ki bugün yahudilerin dindar olanlarına da bu gerçek unutturulmuştur. Kur''an-i Kerim''de bu olgu “Musa''ya eza etme” olarak nitelenir. (Ahzâb, 33/69). Musa''ya (A.S.) ezâ eden, millî bir hükümdarı olarak gördüğü Dâvud ve Süleyman''a büsbütün eza eder. Bu pâk elçilere de yakışıksız eylemler isnad eder.

Hristiyanlar kendi toplumlarını bu fitneden koruma içgüdüsüyle babasız doğan pâk peygamber İsa Mesih''e (A.S.) ulûhiyet izafe etmişlerdir.

İslâm toplumlarına da - özellikle İran İslâm Devrimi''nden sonra - bu fitne bulaştırılmıştır: Bu fitnenin de iki türü vardır. Alıcının meşrebine göre, dileyen “selefî” görünümlü nifak zehirini, dileyen “modernist” görünümlü “zehr-i mâr”ı seçebilir. Bu tehlikeli uyuşturucuyu kullanarak bağımlısı olanlar, düştükleri “dalga” içinde sayıklarlar: -İnsan beşer, bazen şaşar! Peygamberler de yanılırlar, günah da işlerler. Böyle olunca da Ehl-i Beyt kavramının, Âl-i Yâsîn kavramının da temeli yoktur.

Oysa gerçek bu değildir. Resûl ve nebîler, Resûller''in velî ve vasîleri, “pâk”dirler. Mevlânâ''nın uyarısına kulak vermeliyiz: -Hâl-i pâkân-râ kıyas ez-hod me-gîr! (Pâklerin halini kendi halinle kıyas etme!).

Allah''ın seçtiği Sevgi elçileri ve Nûr mazharları, örnek önderler de yanılır ve günah işlerlerse Fatiha''da niçin “Sırat-ı Müstakıym''e ilet bizi/Ni''met verilenlerin yoluna” duası bize öğretilmiştir? İsmet ve tahâret ni''meti bir hayâl ise, Sırât-ı Mustakiym nasıl olur da bazı seçkin insanların sapmaksızın izledikleri yol olabilir?

Resûl-i Ekrem''i (S.A.) ve Ehl-i Beyt''i, Fâtıma''yı ve Ehl-i Beyt imamlarını, Sefîne-i Necât''ı teşhis edemeyen kimseler, “Âhir Zaman tûfanı”ndan imanlarını kurtaramazlar. Sefînet-ûn Necât”ın simgelediği Ehl-i Beyt''in “Kur''an-i Nâtık”, mücessem Sırât-ı Mustakiym olduklarını idrâk eden, Sırat-ı Mustakıym''i ve Kurtuluş Gemisi''ni tam bir güvenle seçer ve tufandan kurtulur.

Önceki Papa''nın çok doğru bir teşhisi vardı: İblis''in en çok hoşlandığı şey, kendi varlığının inkâr edilmesidir. Bu inkâr, İlâhî Kelâm''ın da inkârına yol açar. Sonuçta “günah” kavramının da, iyi-kötü ayırımının da temeli kalmaz.

Bizler, imtihan âleminin öğrencileri, Sevgi elçileri ve Nûr mazharları olanların, “en''amte aleyhim”in kadrini bilmeli ve nankörlük etmemeliyiz ki, onların sevgisiyle Allah''ın da bizi sevmesi mutluluğuna erişebilelim.

“Hayırlarda yarışmak”, İblis dürtüsüyle ve nefs-i emmâreyle şaklabanlık ve şarlatanlık yarışına girişmek ve başkalarının sürçüp düşmelerinden sevinmek de değildir ey Azîzan! İmam-ı Sâdık''ın sözüne kulak verelim: Elinde eşsiz değerde bir mücevher varsa, halk bunun “değersiz bir taş” olduğunu söylüyorsa, ne zararın var?

İki eşsiz değerde emaneti aslâ terketmeyelim. “Ey gönül, fecre az zaman kalıyor”.

16 yıl önce
Pâk olanlar
Orta yol doğru istikameti gerektirir
Korksak mı?!
Londra izlenimlerim, beklentiler ve riskler
Türkiye’nin enerjisi
Komprador entelektüel ve siyasi işlevi