|
Büyük yolculuk: İbni, ibni

Musul'u hayal meyal, hatta tam olarak bir hayal gibi hatırlıyorum. Çöl görmeyi beklerken yemyeşil bir ormanda durup neredeyse piknik benzeri bir mola vermiştik ve soğuktu çok.



Sene 90, yaş on dört ve yolculuk kalbin şehrine, Mekke'ye doğru… Amcamın sürdüğü otobüsün en küçük yolcusu olarak aklım Kâbe'de değil henüz. O kadar öyle ki bu 'aklım Kâbe'de değil' diyorum. Aklın hiç öneminin olmadığını, Kâbe'nin bir kor ateş gibi kalbimi kırk yerinden dağlamasıyla öğrenmeme on gün var daha. Ve hayır, işin o kısmını sana anlatacak değilim sevgili okur. O benimle Kâbe arasında. Onu anlatmak çok ayıp…



Aklım nerede peki? Almayı planladığım süper hızlı bir uzaktan kumandalı arabada. Bir de tabii, otobüsün zulalarından birine saklayabilirsem Commodere 64'te. Yeni modeli o yıl çıkmış ki vay yavrum vay. Cybernoid, Last Ninja, Barbarian… Rüyama giriyor.



Musul'da Nebi Yunus Camii'ne gittik. Aslında kıssada anlatılan Ninova şehrinin sınırları içerisinde yer aldığımızı da, oranın türbe değil makam olduğunu da öğrenmeme çok vardı elbette. 2014'te IŞİD, o makamı yerle bir ettiğinde çocukluğumun bir parçası da havaya uçtu toza toprağa karışıp. Bu böyledir: Çocukluğumuzu, yaşanmışlığımızı almak isterler elimizden en çok.



Bizimle, '-r'leri düşmüş, '-h'leri hırıltılı, çok seri; yani neredeyse anlayamadığımız bir Türkçe'yle konuşup durmaksızın başımızı okşayan birçok insan fotoğrafı var zihnimde Musul'a dair. Ek kullanmadan soru soruyorlardı ve hep gülümsüyorlardı. Çok sonraları adını 'Türkmen gülümsemesi' koydum o gülümsemenin. Bitmez çilelerini, yaşadıkları acıları da sonradan öğrendim.



Zihnimi zorluyorum fakat Bağdat'a Tikrit üzerinden mi, Kerkük üzerinden mi gittiğimizi bir türlü hatırlayamıyorum. Harita da bir şey söylemiyor bana. Zira hem Tikrit kenarından hem de Kerkük üzerinden gitmek mümkün Musul'dan Bağdat'a. Yine de Tikrit üzerinden gitmiş olmayı, yani Felluce ve Ebu Gureyb'i uzaktan da olsa görmüş olmayı umut ediyorum. İki şehir de acımızın adıyla çağrılır. Felluce, işgalci Amerikan emperyalizmine direnişin adıdır, Ebu Gureyb ise barındırdığı aşağılık hapishane ve zihnimizde yer eden iğrenç karelerle öfkemizin.



Ve Bağdat… Beytül Hikme'nin, İmam-ı Azam'ın, Abdülkadir Geylani'nin, Sühreverdi'nin, Cili'nin, Ahmed bin Hanbel'in, Bişr-i Hafi'nin, İbn Cevzi'nin şehri. En çok Cüneyd'in ve Hallac'ın şehri. Aşkın ve sırla sırlanmanın, ilmin ve çözülmüş sırların şehri. Arapça'dan yapılan şehir. Rüyanın ve aruzun, kanunun ve tefin şehri…



Şehirden etkilendiğimi, çok etkilendiğimi, aşırı etkilendiğimi hatırlıyorum. Bir çeşit serap… Olabilir. Bir rüya… Elbette mümkün.



Otobüsü çektiğimiz otoparkın hemen yanında kocaman bir afiş ilişti gözüme. Yazıları harekesiz olduğu için okuyamıyorum ama işte şurada kesin olarak 'Köroğlu' yazıyordur, çünkü ben Cüneyt Arkın ve Fatma Girik'in oynadığı bu filmi izlemiştim. Bir garip oldum. Afişe doğru yürüdüm. İnceden bir şarkı çalınıyor kulağıma: İnsanları anlamak insanları tanımak / gerçek seveni bulmak onunla mutlu olmak / öylesine zor öylesine zor ki…



Hani Irak yabancı bir ülke, Bağdat çok uzak bir şehirdi yahu. En nihayet dura kalka 7-8 saatte geldik işte ve başımızın Türkçe okşandığı, sinemasında Cüneyt Arkın filmlerinin oynadığı, dükkânlarında İbrahim Tatlıses şarkılarının çalındığı bir yerdeyiz. Ne kadar uzak olabilir ki burası bize?



Tam olarak 'olamaz elbette' diye düşündüğüm yerdeyim şimdi. Bir avludayım. Yüzüm yapayaşlı bir kadının kurumuş, çekilmiş ellerinin arasında. Nedense ağlıyor ve nedense sürekli 'ibni, ibni' diyor. Anlamıyorum ama zaten hafiften özlemeye başladığım annemin kokusuna benzetiyorum duyduğum bu kokuyu. Öyledir. Ümmetin anneleri ümmetin çocuklarına böyle cennet gibi kokarlar hep.



Abdülkadir Geylani türbesindeki o kadının hikâyesi şöyle mi olsa: İki yıl önce Irak-İran Savaşı'ndan biricik oğlunun tabutu gelmiş. O günden beri her sabah namazında bu türbeye gelip, yatsıdan sonra ayrılıyor buradan. Acısına ancak Geylani merhem oluyor. Ve bazı günler bazı çocukları kendi oğulcuğuna benzetip sarılıyor onlara. Yaralanmış bir anne geyik olarak ceylanının kokusunu, tebessümünü, bakışlarını arıyor.



Kadıncağız, yüzümden ellerini indirdiğinde -nedendir bilmiyorum- ağlamaya başladım. Acı da bulaşıcıymış meğer. Bunu o gün oracıkta, Abdülkadir Geylani Hazretleri'nin türbesinde öğrendim.



Sonraki yıllarda o kadını sık sık düşündüm. Irak'ı ve Bağdat'ı öyle yerle bir ettiler ki… O kadın yaşıyorsa inşallah o türbenin avlusunda sarılacağı 'ikame oğullar' bulmayı başarıyordur kendine. Ve bugün Bağdat'ta öldürülen bir oğlumuz, zalimlerin dünya üzerinde öldürmeyi başardığı son oğlumuz olur inşallah.


#Musul'
#IŞİD
#Commodere 64
#Abdülkadir Geylani
7 yıl önce
Büyük yolculuk: İbni, ibni
Bir büyük insanın ardından
Kara dinlilerle milletin savaşı
Albert Einstein Tanrı"ya inanıyor muydu?
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!