|
Şeyh Edebali'nin huzurunda biraraya geldik

Bilecik Şeyh Edibali Üniversitesi’nde, rektörlüğün himayesinde ‘’I.Dünya Savaşı Sürecinde Ortadoğu’nun Şekillenmesi’’ Uluslararası Sempozyumu gerçekleşti. Bilecik, Ortadoğu ülkelerinden misafirler ağırladı. Bağdat Üniversitesinden, Musul’dan, Suriye’den, Ülkemin üniversitelerinden akademisyen ve toplum önderleri Ortadoğu’nun dününü konuşurlarken söz nihayetinde bugününe geldi.

Bütün oturumlara katılıp, konuşmacı veya oturum başkanı olarak bizzat iştirak eden Bilecik Şeyh Edibali Üniversitesi kurucu Rektörü Prof. Azmi Özcan hocamız Osmanlı Devleti’nin kurulduğu bu coğrafyada, yaşayan Osmanlı ruhunu misafirlerine hissettirdi. Kan damlayan İslam beldelerinden, yüreğindeki acıları da beraberlerinde getiren misafirler, öz vatanlarına gelip sıla-i rahim yapan, bu toprakların öz evlatları gibi karşılandılar. Hepimiz dertliydik. Üzüntülerimizi paylaştık. Teselli olacak kelimelerimiz çok değildi ama kendimize bakma cesaretimiz vardı. Nerede yanlış yaptığımızı Arapların, Türkmenlerin, Ahıskalıların gözünden seyrettik.

Sempozyumda bizzat bulunarak canlı takip etmek, sonradan yayınlanan sempozyum bildirilerini okumaktan öte bir şey. Yüzüne baktığınız, birlikte sohbet ettiğiniz insanlar bir şekilde hayatınızın bir parçası olurlar. Sadece sunumlarını dinlemezsiniz. Gözlerinin içine bakarsınız. Gönüllerinin derinliklerini hissedersiniz. Yüzlerindeki mimiklerden hüzünlerini, sevinçlerini görebilirsiniz. Memleketlerine dair sorular sorarsınız, laf lafı açar, ikamet ettikleri şehirleri, ailelerini, sevdikleri yemekleri vs. öğrenirsiniz. Sözlerini anlamaya ve kuru kelimelerden sıyrılıp arkasındaki derinliği hissetmeye katkı sağlar. Tanışarak birbirimizi anlamamız yazarak anlamaktan öte birşeydir.

Türkiye’den sempozyuma katılanların ekserisi Arapçaya vâkıftı. Konuşamayanlar da konuşulanları anlayacak kadar kelimelere aşinaydı. Ortak dilimizin İngilizce değil de Arapça oluşu kendimi ailemin arasında gibi hissettirdi. Birinci Dünya Savaşında Osmanlı’yı sırtından bıçaklayan Araplar yoktu karşımızda. Asırlar boyu birlikte yaşadığımız, akraba olduğumuz, etnik kimliklerimizin üzerinde ortak kimliğimiz olan kardeşlerimizle karşılaştım. Birbirimizin gönlüne çabucak girdik. Yaralarımız müşterekti. Kimseye mezhebini sormadık. Hepimiz İŞİD’den, sünni-şii kavgasından şikayetçiydik. Ama aslına bakarsanız, bazılarımız sünni, bazılarımız da şii idi. Kan akmasın kavga bitsin derdindeydik. O an öyle hissettim ki Arap coğrafyasında nereye gidersek gidelim bir Müslümanla karşılaşsak aynı bu sempozyumun katılımcıları gibi kendi mezhepleri ne olursa olsun kavga etmek istemeyeceklerine inandım. Bizim halklar olarak, birbirimizin inanç ve ibadetleriyle, etnik kimlikleri ve kabileleriyle, dilleriyle, renkleriyle bir problemimiz yoktu.

Peki kavgayı kimler yapıyor? Savaşın taraftarları kimler o halde? Şeyh Edibali’nin medfun olduğu bu toprakların üzerine basan ayaklarımız, bu topraklarda birbirimizi belki de ilk defa gören gözlerimiz kalbimize şahitlik etsinler ki biz savaşlara sadece sürükleniyoruz. Öldürmek gibi bir niyetimiz yok. Ama hayatta kalmanın başka bir yolu olmadığı için kan akıtılıyor. Yaşamak için öldürmek mecburiyetinde kalmak, böylesi bir kaosa itilmek nasıl bir oyun. Nasıl bir strateji belirlenmiş ki istemediğimiz halde, yapmaktan nefret ettiğimiz halde, bozulan düzeni yeniden inşaa etmek adına savaşıyoruz. Herkes bir günlüğüne olsun dursa sanki kaybolan sukunet geri gelecek. Herkes yerinde dursa sanki muhacirler yurtlarına dönecek. İngiltere, Amerika silahlarını alıp çekip gitseler biz şiisiyle, sünnisiyle, Arabıyla, Türkmeniyle, Kürtüyle o ortak kimliğimizle yaşayabileceğiz.

Bilecik’te o farklı kimliklerin ortak sözlerini dinleseydiniz sanırım beni daha iyi anlardınız. Kimse istemiyorsa, savaşalım diye iddia etmiyorsa kim körüklüyor bu yangının ateşini. Cevabı malum da olsa bu soruları daima soralım. Kardeşlerimizi bize düşman eden gerçek ve ezeli düşmanımızı gözle görünmese de kalbimizle hissedelim. Musul’dan gelen Türkmen kardeşimizin dediği gibi ‘’olmaz olsaydı petrol, topraklarımız yoksul olsaydı da yıllardır çektiğimiz bu acılar olmasaydı.’’ Batının iştahını doyuramayan İslam toprakları, derinliklerindeki petrolden nefret ediyor. Haramzadelerin hayır getirmeyen malları gibi kuru toprağın altına yayılan neft tek başına olmasa da akan kanların baş sorumlusu olarak sanık sandalyesinde yargılanıyor.

Hastalığın adını koymadan tedavisine geçilmez. Bizim hastalığımızın adı etnik kimliklerimiz veya farklı mezhep isimlerimiz değil. Bizim hastalığımızın adı neft ve batının topraklarımızdaki diğer çıkarları. Tedaviye buradan başlayalım. Şiilikten, sünnilikten başlarsak daha pek çok uzvumuz kangren olur. Allah muhafaza belki de hepten mefta olup gideriz.

Bilecik Şeyh Edibali Üniversitesi Rektörü Prof. Azmi Özcan hocamıza, sempozyumu düzenleyen Prof. Zekerya Kurşun hocamıza, ORDAF’a yaptıkları bu değerli ve zor zamanımızda gönüllerimize teselli veren çalışmaları için şükranlarımı sunarım.

#şeyh edebali
#azmi özcan
#osmanlı
9 yıl önce
Şeyh Edebali'nin huzurunda biraraya geldik
Kürtlerin ikinci “Tek parti dönemi”!
Trump’ın seçime endeksli kürtaj açıklaması
Kaostan zaferle çıkmak!
İslâmî hareketten kavramlar savaşına…
Yaşama Sanatı ve Sinema