|
"Başkanlık Sistemi" mi dediniz?

"Başkanlık Sistemi"nin faziletlerini iki eski cumhurbaşkanından, Turgut Özal ve Süleyman Demirel''den de dinlemiştik. Bugün de Başbakan''ın bir dileği-önerisi olarak tartışıyoruz.

Türkiye siyasal-hukuksal tartışmaların "sınır tanımazlığı"ndan dolayı da gerçekten "sui generis" bir ülke. Bir taraftan "kuvvetler ayrılığı"nın çok daha "esnek" olmasını savunuyor, diğer taraftan bu ayrılığın en "katı" olarak yaşandığı "Başkanlık Sistemi"nin ne derece yararlı olduğundan söz ediyoruz. "Başkanlık Sistemi" derken ben de –tabii olarak- bu sistemin siyasi coğrafya haritasında tek temsilcisi olan ABD''yi kastediyorum. Yoksa bildiğiniz gibi, dünyada "Başkancılık Sistemi" altında gününü geçiren başka ülkeler de var. Evet sadece ABD. Nitekim bu yüzden Jean Gicquel, ABD''deki sistemi "yalnız-tek başına başarı" olarak nitelemiş.

Önümdeki röportajda (tarihi yazmıyor) bir zamanların "sivil anayasa taslağı"nı hazırlayan heyetin başkanı Prof. Ergun Özbudun''a soruyorlar:

"Cumhurbaşkanını halka seçtirmeye neden gerek duydunuz? Gene Meclis''in içinden seçilemez miydi? Türkiye Barolar Birliği''nin taslağında yer alan ve bir anlamda sizin önerinizi eleştiren görüşler için ne diyeceksiniz?"

Özbudun: "Cumhurbaşkanı''nın halkça seçilmesi ise, en son vahim örneğini 2007 ilkbaharında görmüş olduğumuz tıkanmaları engellemeyi amaçlamaktadır. Dolayasıyla, Türkiye Barolar Birliği 2007 taslağında yer alan, Cumhurbaşkanı''nın halkça seçiminin rejim üzerinde ''yozlaştırıcı sonuçlar'' yaratacağı,rejimin ''çoğunlukçu demokrasiye kayacağı" bunun "ne parlamenter sistemle, ne başkanlık ya da yarı-başkanlık sistemi ile bir ilgisi''nin olduğu yolundaki görüşleri paylaşmak mümkün değildir. Bu eleştiriler ancak, Cumhurbaşkanı''nın bugünkü yetkileri muhafaza edilseydi, doğru olabilirdi. Taslağın öngördüğü hükümet sistemi, parlamenter sistemi, parlamenter modele, 1982 Anayasası''ndakinden çok daha uygundur."

Özbudun''un bu sözlerini niçin aktardığımı anlamışsınızdır muhakkak…

Peki olamaz mı? Biraz gayret etsek ülkedeki anayasal sistemi dünyanın "ikinci başarılı" Başkanlık Sistemi''ne dönüştürmek mümkün değil mi?

Ne diyeyim bilmiyorum ki…

Bu sımsıkı "üniter" yapı, bu "siyasi partiler yelpazesi", bu "yargı", bu "yüksek yargı", hele de bu seçim sistemi ile bu işin gerçekten mümkünatı yok…

Onun için daha "gerçekçi" olalım derim; bir takım sistemler gönlümüzde yatsa da, bunların "objektif şartları"nın varolmadığını bilelim. ABD''nin de Türkiye gibi cumhuriyete "meşruti monarşi"den geçtiğini hatırlayıp, bu tek benzerlikten hareketle "Başkanlık Sistemi"nin bize de çok yaraşacağı sonucunu çıkartmayalım.

Sözü fazla uzatmayayım. En iyisi, ABD Başkanlık Sistemi''nde "Başkan"ın nasıl seçildiğine dair sizin de kolaylıkla ulaşabileceğiniz bir internet ansiklopedisinde "Başkanın seçimi"ne ilişkin yer alan şu satırlara bir göz atalım. Sonra da bu dünya ile bizim dünyamızı hızla karşılaştırıp karar verelim: Böyle bir sürecin altından kalkabilir miyiz?

ABD başkanlık seçimlerine katılan her siyasi parti başkan adayını kendi içinde belirler. ABD Anayasasında bu aday belirleme sürecini düzenleyen hiç bir hüküm bulunmamaktadır. Ancak yıllar boyunca partiler tarafından bu süreci düzenleyen bazı gelenekler ortaya çıkmıştır. ABD''nin iki büyük partisi olan Demokratik Parti ve Cumhuriyetçi Parti başkan adaylarını ön seçimler yoluyla belirler. Bu ön seçimler eyaletlere göre Primary veya Caucus yöntemiyle yapılır. Primary yöntemi partinin taraftarı olan her ABD yurttaşına açık olan seçimlerdir. Caucus yöntemi ise ancak partinin kayıtlı üyelerine açıktır.

(…)

ABD başkanlık seçimlerinin sonucu ülke çapında adayların aldığı oy oranına göre değil de kazanılan seçiciler kurulu üyesi sayısına göre belirlenir. Seçiciler kurulu, başkanlık seçimlerinden hemen sonra toplanan bir kurultaydır. Bu kurultaya her adayın kazandığı temsilciler katılırlar ve yapılan oylama sonucu ABD''nin başkanı belirlenir. ABD başkanlık seçimleri bu seçiciler kurulu üyelerinin belirlenmesi esası üzerine kurulmuş bir sistemdir.

Seçime katılan her ABD yurttaşının oyu aslında desteklediği adayı seçmek için değil, adayı temsil edecek olan seçiciler kurulu üyesini belirlemek için kullanılır. Her eyalet kendi payına düşen sayıda seçiciler kurulu üyesi belirleyecektir. Her eyaletin seçiciler kurulundaki üye sayısı o eyaletin Senato ve Temsilciler Meclisindeki temsilci sayısının toplamına eşittir. Bu kurala olan bir ayrıcalık ABD''nin başkenti olan Washington, DC kentidir. Washington, DC özel bir statüye sahiptir, senatör veya Temsilciler Meclisi üyeleri yoktur. Ancak kentte yaşayan seçmenlerin başkanlık seçimine katılabilmeleri için bu kente seçiciler kuruluna en az üye gönderen eyalete eşit sayıda bir üye gönderme hakkı verilmiştir. Porto Riko, Guam, Amerikan Samoası gibi ABD''ye bağımlı toprakların sakinleri ABD başkanlık seçimlerinde oy kullanamazlar ve dolayısıyla da seçiciler kuruluna üye gönderemezler. Eyaletler seçiciler kurulu üyelerini belirlemekte geniş bir serbestiye sahiptirler. Örneğin bazı eyaletlerde en yüksek oyu kazanan aday o eyaletin bütün seçiciler kurulu üyelerini kazanmaktadır. Bazı eyaletlerde ise seçiciler kurulunu belirlerken nisbi temsil sistemi kullanılır.

Bu sisteme göre bazen ABD çapında diğer adaya göre daha az oy kazanan adayın başkanlığı kazanabilmesi mümkün olmaktadır. Örneğin 2000 ABD başkanlık seçimlerinde Cumhuriyetçi Parti adayı George W. Bush Demokratik Parti adayı Al Gore''a göre 500.000''den fazla farkla daha az oy almakla birlikte seçiciler kurulu üye sayısı bakımından 271-266 oranında bir üstünlük sağlayarak seçimi kazanmıştı.

14 yıl önce
"Başkanlık Sistemi" mi dediniz?
Kara dinlilerle milletin savaşı
Bir Başka Mesele: Sistemi psikiyatr ve psikologlar bozdu
Niçin Diyanet
Bi şey yapmalı!
Hayallerin ötesinde yaşanan bir zaman dilimi