|
Niyazî-i Mısrî (ks) ve gizli hazine

İnsanlığın savaşlardan ibaret olan tarihi yazılırken Hz. Peygamber’in (sav) buyurduğu gibi, ‘büyük cihad’ kabul edilen ‘nefsle savaş’ tarihi de usul usul gönül arşivlerimize işlenmektedir. İnsanlığın savaşlar ve zaferler üzerinden kendine yazdığı şanlı tarihlerin iç yüzünde çünkü Hazreti İnsanların önderliğinde devam eden asıl serüven yer alıyor.

Okumakla, alıntı yapmakla yetinen değil, bizzat ol’ma makamındaki veliler her daim aramızdadır, güzelleşmek isteyenler, buna talip olanlar için. ‘Güzel ahlak’ın evrensel bir değer olarak kuşanılmasıyla toplumsal hayat da içten dışa güzelleşmeye başlar, başlıyor. Ruh medeniyeti kurulmadan büyük ve çoğulcu bir uygarlıktan tam olarak söz edemememizin önemli bir sebebi de bu zaten.

Bugün kâmil insan yetiştirme ve bu toprakları mayalayanların yolundan gitme geleneği “fertlerin hakikati bugün yetersizdir, cemaat olmak daha iyidir” denilerek kimi cemaatler tarafından hor görülüyor. Mısri veya Geylani Hazretleri gibi Allah dostlarının kendinden menkul şahıslar olduklarını vehmetmek, Resulûllah hakikatinin de künhüne vakıf olmamayı getiriyor.

Aşk şahitleri tek başlarına bir fert değildir, aksine onlar kendilerini yok etmiş, nefsin üst mertebelerine ulaşmış, teşbih ile tenzihi cem eden, cem’ül cem makamında zevk eden, vücud birliğini ispatlamış, hakikat temsilcileridir. İki âlemde de tasarruf ehlidirler.

Geylani hazretleri gibi gavs-ı âzâm’ların ismini zikredip onların “tek başlarına büyük başarılar elde edemeyeceklerini” söyleyenler ise cemaatlere gelen bereketin daha fazla olduğuna, bir çıkarlar ittifakı çerçevesi çizerek hükmetmişler. Velilerin ‘her an diri’ olmalarının toplumların ve insanlığın tekamülünde ne mânâya geldiğini göz ardı eden bu yaklaşıma bel bağlamak tevhid hakikatinden uzaklaştırıyor cemaatleri. İdeolojik ve nefsanî bir çıkarcılık ilişkisine bağımlı kılıyor.

İnsanlaşma yolculuğumuzda ise asıl olan; kendi gönlünün semalarından vahyi indirmek, yani gıdım gıdım onu vücudunun her zerresine, içine dışına yaymak, onu kendinde canlandırmak. Bu da ne kadar cemaatler içinde olursak olalım, hakikatin vücudda tahakkuk etmesiyle, ferdî bir seyr ü süluk ile mümkün.

İşte bu yüzden bunu gerçekleştirmiş ve sonraki kuşaklara ‘gizli hazine’yi aşkın diliyle miras bırakmış Niyazi Mısri gibi Hak dostlarının canlı sözünü işitmek insanın evrensel niteliklerini keşfetmemiz için en acil ve en öncelikli adım. Başlangıçtan kıyamete dek Hak erenlerin varlığın birliğinde hiyerarşik olarak kuşandıkları işlevin değişmezliği Hakk’tır çünkü.

Daha önce tevhid sosyolojisine dair yazılarımda giriş yaptığım bir eserin genişletilmiş baskısını yeni elime aldım. Bu vesileyle tıpkı Yunus Emre’nin olduğu gibi Niyazi Mısri Hazretlerinin de canlı sözünü bana işittiren Dr. Mustafa Tatcı’nın okunmakla bitmeyen kitaplarından birinden daha söz etmek istiyorum: Niyazî-i Mısrî Halvetî - Divan-ı İlahiyat. (H yayınları / Ocak 2015)

Aşk ve irfan yolundan gitmek isteyen ama kimin sözüne güveneceğini bilemeyen gerçek talipler için tam kapsamlı olan bu kitabı okurken hakikatin tarihsel bir ‘şey’ olmadığını idrak ediyorsunuz. Kur’an’ın ve sünnetin evrensel gerçek olarak insanlaşma serüvenimize nasıl nakşolunacağının ipuçlarını buluyorsunuz. Şöyle yazıyor eserin başında Mustafa Tatcı:

“Hazret-i Niyâzî, Cenâb-ı Hakk’ın Kur’ân’da ve Hazret-i Peygamber’in hadîslerinde vaz‘ ettiği hakîkatleri ve manevî hayatımızda İbn Arabî, Celâleddîn-i Rûmî, Yûnus Emre, Yahyâ-yı Şirvânî, Yiğitbaşı Ahmed Marmaravî, Vâhib Ümmî ve Ümmî Sinân hazretlerinin eserlerinde billûrlaşan vahdet idrâkini tarih içinde işleye işleye süzüp incelttiğimiz ve derinlik verdiğimiz bir dil ile anlatmıştır. Mısrî’nin dîvânında ortaya koyduğu irfânî derinlik ve vüs’at, özenle seçerek yan yana getirdiği kelimelere yüklediği ahenk ve mânâ; Muhyiddîn’den; Bedreddîn’den, Şems ve Mevlânâ’dan, Yûnus ve Fuzûlî’den tevârüs ettiği ehlinden ehline, gönülden gönüle aktarılan bir mirâstır. Bu ilâhî mirâs, Mısrî gibi büyük bir kâbiliyette yeniden neşv ü nemâ bulmuş yeniden ete-kemiğe bürünmüş, yeniden üslûba dönüşmüştür.”

Hazreti Pîr’in hayatını ve divanını ihtiva eden bu eserde ana metni destekleyen anekdotlara, Mısri’ye çağlar içinde çok değerli mutasavvıflar tarafından yazılan Medhiyye’lere ve şerhlere de kapsamlı bir şekilde yer veriliyor. Pek çok belge ve fotoğraflarla desteklenen eserde, Limni adasında Hazretin medfun olduğu yeri keşfeden Tatcı seyahatlerini ve tanıklıklarını da okurla paylaşıyor. Dahası, İzmir ve Selanik’de keşfettiği Mısri dergahlarını da ilk kez gün yüzüne çıkarıyor.

Ne vakit aşk ve irfandan bahseden bir yazı yazsam, Mısri veya Yunus’dan bahsetsem onların sözünü şeriatın dışında veya ona alternatif bir ilim olarak algılayanların hışmına uğradığımdan, Tatcı’nın kitabından şu bölümü de nakletmeyi görev biliyorum:

“Şerîatsız hakîkat oldu ilhâd / Hakîkat nûr, ziyâsıdır şeriat’ diyen Hazret-i Pîr’in temâs ettiği denge, tasavvuf yolları içinde fevkalâde önemlidir. Sülûku sırasında yaşadığı aşk ve irfân hâllerini yorumlamaya çalışan sâlikin şerîattan hakîkate doğru yol alırken hangi halde hangi reçeteyi kullanacağını bilmesi, nefsinin tehlikeli yollara sapmasını önleyecektir. Niyâzî Hazretlerinin ilâhiyâtı bu sapmaları önleyecek altın kuralları ihtivâ eder.” (İnşallah devam edeceğim.)

#Hz. Peygamber
#kâmil insan
#tevhid
9 yıl önce
Niyazî-i Mısrî (ks) ve gizli hazine
İslâmî hareketten kavramlar savaşına…
Yaşama Sanatı ve Sinema
Bizim sorunumuz ne?
İran’da değişimin ayak sesleri…
İslâmcılık, milliyetçilik ve tam bağımsızlık