|
Kur’an nasıl bir kalp ile okunmalı?-4

İmam Gazzâlî’nin (ö. 505/1111), muhalled eseri İhyâ’nın birinci cildinde yer alan “Tilâvetin Bâtınî Amelleri Üzerine” isimli bölümdeki madde başlıklarından esinlenerek yazmaya çalıştığımız yazı serimize devam ediyoruz.

4. Derinlemesine Düşünmek (Tedebbür):

Kur’an’ı derinlemesine düşünmek (tedebbür), kalbin Kur’an’a odaklanması (huzûru’l-kalb) aşamasından sonra gelir. Zira insan, Kur’an dışında başka bir şeye odaklanmamış olabilir, ancak yalnızca onu okumakla/dinlemekle kalıp manasını düşünmeyi ihmal etmiş olabilir. Hâlbuki okumaktan murat, derinlemesine düşünmektir. Kur’an’ın yavaş yavaş, tertil üzere okunması sünnettir. Zira sindirerek okumak, anlamaya yardımcı olur. Eğer kişi, âyeti bir kere okumakla yeterince düşünemiyorsa, o zaman tekrar tekrar okumasında fayda vardır. Nitekim Resûlullah Efendimiz (sav), “Şayet Sen onlara azap edecek olursan onlar Senin kullarındır. Eğer onları bağışlarsan, Sen izzet ve hikmet sahibisin.” (Mâide 5/118) meâlindeki âyeti, bir gece teheccüt namazında defalarca tekrar etmiştir. Bazı âlimler demişlerdir ki: “Bir âyeti okuduğumda, onu anlayamamış ve kalben ona odaklanamamışsam, ondan bir sevap beklemem.” Ebû Süleyman ed-Dârânî de (ö. 215/830) “Ben, bazen bir âyeti dört beş gece devamlı okurum. Onun manalarını düşünmeye son vermesem, başka bir âyete geçemem. (Onun manalarını çok uzun bir süre daha düşünebilirim).” Bazıları da şöyle demiştir: “Benim haftalık hatmim ayrı, aylık hatmim ayrı, yıllık hatmim de ayrıdır. Bunların dışında bir hatmim daha vardır ki onu otuz yıldır henüz tamamlayamadım.” (İhyâ, I/395-396).

İhyâ’dan özetle tercüme ettiğimiz bu açıklamalara şunları ilâve edebiliriz:

Cenâb-ı Hak, Kur’an’ı insanların derinlemesine düşünmeleri için gönderdiğini ifade buyurmuş (Sâd 38/29) ve insanların onu derinlemesine düşünmelerini istemiştir (Nisâ 4/82). Kur’an’da “tefekkür, tezekkür, tefakkuh, akl etme” gibi düşünmenin değişik form ve seviyelerine işaret eden farklı kelimeler geçmektedir. Ancak “tedebbur” kelimesinin onlardan farklı bir durumu vardır. O da şudur: Diğerlerinden farklı olarak, Kur’an’da bu kelime yalnızca Kur’an’ı anlamaya yönelik düşünme faaliyeti için kullanılmıştır. Kök anlamı dikkate alındığında “Bir işin sonucunu, başında düşünerek, proaktif bir şekilde önceden tedbir almaya yönelik düşünme” olarak açıklanabilir. Bu anlamı, Kur’an’ı düşünmeye uyarlayacak olursak şu söylenebilir: İnsan; Kur’an’ı düşünüp anlamaya çalıştığı takdirde, ondan hayatın anlam ve amacı, ölüm sonrası, çeşitli dinî-ahlâkî bilgiler vs. hakkında edineceği bilgiler, çıkaracağı sonuçlar ve bu esnada mazhar olacağı manevî feyz ve bereketi hesap edip, Kur’an’ın manalarını düşünerek anlamaya çalışmalıdır.

Eski Türkçe’de “tüş-mek” kökünden türetilen “düşünmek” kelimesi, “bir mananın içine düşmek, onun derinliklerine inmek” anlamındadır. Kur’an’ın manalarının içine “düşmek”, onu daha yakından tanımaya vesile olacaktır. Kur’an, Cenâb-ı Hakk’ın kelâm sıfatının bir tecellisi olduğuna göre, onu yakından tanımak, Allah’ı yakından tanımaya götürecektir. Marifetul-Kur’an, marifetullaha vesiledir. Bu manada İbn Kayyım el-Cevziyye (ö. 751/1350), şöyle der: “Rab Teâlâ, Kur’an’da kullarını şu iki yolla kendisini tanımaya çağırmaktadır: 1. Yaptıkları ve yarattıklarına bakıp düşünmek. 2. Kur’an âyetlerini tefekkür ve tedebbür etmek. Birincisi, duyularla algılanabilen (kevnî) âyetlerdir. İkincisi ise, nakil yoluyla gelen ve akıl yoluyla anlaşılan (Kur’an) âyetleridir.” (İbn Kayyım, el-Fevâid, s. 21).

Kur’an’ı tanımanın, Allah’ı tanımaya vesile olduğunu idrak eden ve Kur’an’ın mana deryasında tefekkür dalışlarının zevkini alan sahâbîlerin, düşünüp anlamak için Kur’an’ı yavaş yavaş okuduklarını öğreniyoruz. Meselâ kaynaklarda Hz. Ömer’in Bakara Sûresi'ni on iki senede; oğlu Abdullah’ın ise sekiz senede tamamladığı nakledilir. Hadis imamlarından Ebû Cemre (ö. 127/744); “Ben Kur’an’ı çok hızlı okuyor, üç günde hatmediyorum” dediğinde, hocası İbn-i Abbas; “Tefekkür ve tedebbür ederek, tertil üzere sadece Bakara Sûresi’ni bir gecede okumak, senin şu hızlı okuyuşundan daha faydalıdır.” demiştir.” (Abdurrezzak, Musannef, 2: 489).

Hz. Mevlâna (ö. 672/1273), bu manaya işaretle sahâbîlerin Kur’an’ı “yer gibi okuduklarını” söyler. Ve şöyle devam eder: “Bir kimsenin çok ekmek yemesi, elbette büyük bir iştir. Ancak ağzına alıp çiğnedikten sonra çıkarmak şartıyla bin merkep yükü ekmek yemesi de mümkündür. “Nice Kur’an tilâvet edenler vardır ki, Kur’an onlara lanet eder” uyarısı gelmiştir. İşte bu, Kur’an’ın manasına vâkıf olmayan kimseler hakkındadır.” (Fîhi mâ fîh, trc. A. Avni Konuk, s. 78).

Kur’an’ı düşünmenin ve anlamanın iki türü vardır. Birincisi, samimi bir Müslüman olarak Allah’ın kelâmı olması hasebiyle onunla özellikle gönül bağı kurarak duygusal bir iletişime geçmesi neticesinde ortaya çıkan “duygusal/kalbî anlama” diyebileceğimiz bir anlama türüdür. İkincisi ise, akademik bir titizlik ve ilmî bir bakış açısıyla “entelektüel/ilmî anlama” diyebileceğimiz bir anlama türüdür. İkincisi için ciddi bir ilmî birikim gerekir. Ancak birincisi, kişinin zekâ ve kültür seviyesine, duygularının yoğunluğuna göre farklılık gösterebilir. Her mümin, doğal olarak Kur’an’ın muhatabıdır. Dolayısıyla onu, imkânı nispetinde düşünmek ve anlamakla mükelleftir. Kimse, gücünün yetmediğinden sorumlu değildir. “Ben hoca değilim, Arapça da bilmem; dolayısıyla Kur’an’ı anlamak kim, ben kim!” diyerek Kur’an’ın manalarına dokunmaktan korkmak ve bu sorumluluğu kendinden atmak bir mümine yakışmaz. Rabbimiz bizi Kur’an’ı doğru anlamakla sorumlu tutmamıştır. Kur’an’ı anlamaya çalışmakla sorumlu tutmuştur. Şu halde onu anlama gayreti, “Ben Müslümanım!” diyen herkesin sorumluluk alanındadır.

Allah’ı seven kalp, Kur’an’ı da sever. Kur’an’ı seviyorsa, onun manalarını düşünüp anlamayı da sevmesi gerekir. Tam anlayamasa bile, onu anlama yolunda gayret sarf etmeyi sevmesi gerekir. O halde gelin Ramazan’ı fırsat bilelim. Kur’an’ın lafzını okuyup hatim ve mukabeleler yaptığımız gibi Kur’an’ın manasını anlamaya yönelik açıklamalı meal hatimleri ya da Türkçe tefsir hatimleri de yapalım. Bunu kendimiz yapabileceğimiz gibi, üç beş arkadaş bir araya gelerek bir tefsiri birlikte müzakere etme şeklinde de yapabiliriz. Tabii, en sağlıklısı bu işi, dinî bilgisi olan birinin riyasetinde yapmaktır. Hâsılı, imkânı ölçüsünde Kur’an’ı anlamaya çalışmak her müminin vazifesidir.

Dikkatli bir akıl ve rikkatli bir gönül ile Kur’an’ın mana deryasına “düşmek” ve oradan elde ettiğimiz mana incileriyle süslenmiş bir hayat yaşayabilmek niyazıyla…

#Aktüel
#Ramazan
#Mahmut Ay
1 شهر قبل
Kur’an nasıl bir kalp ile okunmalı?-4
İslam ve Batı, Şerif ve Derrida
Yaşar Kaplan’a rahmet
Bulanmadan, donmadan...
Bir Başka Mesele: Sistemi psikiyatr ve psikologlar bozdu
Niçin Diyanet