|
Kur’an’ı nasıl bir kalp ile anlamalı?-1

Yüce Yaratıcımızın bizlere göndermiş olduğu kutlu mesaj Kur’an’ın lafzını tilâvet etmek müstakil bir ibadettir. Onun manasını tefekkür etmek de yine müstakil bir ibadettir. Manasını düşünerek okumak, tilâveti tefekkür ile taçlandırmak ise nur üstüne nurdur. Sünen-i Dârimî ve diğer bazı kaynaklarda Hz. Ali’ye atfen “Lâ hayre fî kırâetin lâ tedebbura fîhâ (Tefekkürsüz kıraatin hiçbir faydası yoktur)” şeklindeki söz, tefekkürün önemini vurgulamak için söylenmiş mübalağalı bir ifade olsa gerektir. Yoksa Kur’an’ı tilâvet etmek de başlı başlı başına bir ibadettir. Nitekim bazı tâbiun uleması tarafından sahâbilerin özellikleri sayılırken, onların Kur’an’ı çokça tilâvet etmelerine özel vurgu yapılır. Onların topluca bulundukları ortamda Kur’an okurlarken arı vızıltısı gibi seslerin işitildiği zikredilir. Ancak elbette ki, Kur’an Rabbânî bir buyruk, Tanrısal bir mesajdır. Mesaj yüklü ve anlamlı her söz gibi o da anlaşılmak için söylenmiştir. Şu halde Kur’an’ı anlamaya çalışmak, başlı başına bir sorumluluk ve ibadettir. Nitekim Elmalılı Hamdi Efendi, Kur’an’ın lafzının Arapça olmakla birlikte, manasının Arap olsun olmasın bütün insanlar tarafından iyi anlaşılması, mefhumu ve meâlinin teakkul ve tefekkür edilmesinin ilâhî bir talep olduğunu ifade eder. (Elmalılı, Hak Dini, 4/2844). İşte biz de bundan sonraki yazılarımızda, Kuran’ı doğru anlayabilmek için neler yapmak lazım geldiği üzerinde duracağız. Kur’an’ı anlamak için yapılması gereken ön hazırlığın kalbî ve zihnî/aklî olmak üzere iki boyutu vardır. Biz, öncelikle kalbin, gönlün, iç dünyamızın, duygularımızın nasıl hazırlanması gerektiği üzerinde duracağız.

İmam Gazzâlî, muhalled eseri İhyâ’nın birinci cildinin sonlarına doğru şöyle bir başlık atmıştır: “Tilâvetin Bâtınî Amelleri üzerine.” Bu başlık altında on madde zikretmiştir. Bunların her biri, Kur’an’a muhatap olacak kişinin, kalbini buna manen hazırlamasına yönelik yapması gerekenler şeylerdir. Biz, bu maddelerin başlıklarını zikredip kısmen Gazzâlî’nin görüşlerini çağdaş dile uygun şekilde özetle aktarıp, onun anlatmak istediklerini, kendi anlayış, görüş, duyuş ve ifadelerimizle aktarmaya çalışacağız.

1. “Söz”ün kıymetini idrak etmek:

Kur’an, harf ve sesten oluşan ilâhî bir kelâmdır. Yüce Yaratıcı’nın insanlara harfler ve seslerden oluşan kelâm (söz) vasıtasıyla hitap edip mesaj göndermesi, sözün değerini ve önemini gösterir. Ehl-i Sünnet âlimlerinin ittifakla ifade ettikleri üzere Cenâb-ı Hakk’ın, zatıyla kâim ezeli bir kelâm sıfatı vardır. Buna “kelâm-ı nefsî” denir ve gerçek ilâhî kelâm budur. İlâhî sözleri kullara ulaştıran harf ve seslere ise “kelâm-ı lafzî” denir. Bunlara ilâhî kelâm denilmesi mecâzendir. Allah, mahlukata kelâm-ı nefsî ile değil kelâm-ı lafzî ile hitap eder. Zira Allah’ın mahlukatla konuşması ancak harf ve ses yaratmasıyla mümkün olur.

Dili kullanmak ve söz söylemek, insanı diğer varlıklardan farklı kılan en önemli özelliğidir. Dil, düşünmenin basit bir aracı değildir. İnsan, önce düşünüp sonra konuşmaz. Zira dil olmadan düşünemez. Düşüncenin her safhasında dil vardır. Bu manada insanın içinden konuşması anlamında düşünmeye “nutk-ı dâhilî” denilir. Şu halde, Cenâb-ı Hakk’ın, insanı insan yapan, onu diğer varlıklardan ayıran en temel vasfını dikkate alarak ona dil aracılığıyla mesaj göndermesi Müslüman için çok anlamlı ve kıymetlidir. Hz. Muhammed’e (sav) gelen İslâm ne zaman başlamıştır? sorusuna verilecek cevap, Izutsu’nun da belirttiği gibi “İslâm, Allah’ın Hz. Muhammed ile konuşmasıyla başlamıştır” şeklinde olacaktır.

Nitekim ilâhî bir “söz” ile başlayan İslâm’ın mensupları “söz” e fevkalâde önem vermişlerdir. Müslümanların geliştirdikleri medeniyet ve kültürlere bakıldığında, İslâm medeniyeti için, “dil medeniyetidir” denilse yeridir. İslâm’ı ve Müslümanları ağır bir dille tahkir etmesiyle maruf olan Ernest Renan bile bu manaya işaretle “Müslümanların en başarılı oldukları saha, dildir.” demiştir. Kanaatimizce bunun en önemli sebebi Kur’an’dır. Bir söz olan Kuran’ı, dilin imkan verdiği ölçülerde daha iyi anlayabilmek için, Müslümanlar tarafından filoloji sahasında çok ciddi çalışmalar yapılmıştır. Hatta bazen abartıya kaçılıp dil ilimlerinin din ilimleri gibi algılandığı dahi söylenebilir.

Cenâb-ı Hakk’ın kelâm sıfatını kavramak, insan için muhaldir. Bu sebeple O, insanların anlayabilmesi için mesajlarını onların anlayabileceği bir formatta göndermiştir. Bu, kelâm sıfatı için bir tür tenzil-i rütbedir. Gazzâlî buna şöyle bir örnek verir: İnsanlar hayvanlarla iletişim kurmak, onlara en azından bazı komutlar vermek istediklerinde, hayvanların kendilerini anlayamadıklarını gördükleri için, onların anlayabileceği türden bir takım sesler çıkararak onlarla iletişim kurabilmişlerdir (İhyâ, 1/394). İşte Mutlak Varlık’ın biz aciz ve nakıs kullarıyla bizim anlayabileceğimiz dilden iletişime geçmesi de buna benzer.

Gazzâlî, hikmetli bir sözün önem ve değerini şöyle vurgular: “Güneşin karşısında gölgenin duramayacağı gibi, hikmetli bir sözün karşısında da batıl bir söz duramaz…Şu halde söz, kendisi görülmeyen ama hükmü her yerde geçen bir hükümdar gibidir.” (İhyâ, 1/394). İşte bu özelliği dolayısıyla Cenâb-ı Hak, insanla iletişimini dil aracılığıyla kurmuştur.

İnsan, Kur’an’ı okurken şöyle düşünür/düşünmelidir: Okuduğum bu kitap, Yüce Yaratıcı’nın ezelî bir sıfatı olan kelâm sıfatının (kelâm-ı nefsî), benim anlayabileceğim şekilde harflere ve seslere bürünerek (kelâm-ı lafzî) anlamlı bir söz halinde tecelli etmesinden ibarettir. Rabbim, benimle söz aracılığıyla konuşuyor. Eğer söz aracılığıyla bana hitap etmeyi, benimle iletişim kurmayı murat etmiş olmasaydı, ben bu lütfa nail olamazdım. Söz vasıtasıyla Rabbim benimle ve bütün insanlıkla iletişime geçmiş. Kelâm sıfatı, benim anlamam için beşerî bir dile bürünmeye tenezzül etmiş. Bu ne muazzam bir lütuf tecellisi! Söz ne kadar kıymetli bir şey ki, Rabbim onun vasıtasıyla bana hitap etmiş. Dolayısıyla söz, beni Rabbimle konuşturan, buluşturan bir araç olması hasebiyle çok değerlidir.

Hasılı, insan, Cenâb-ı Hakk’ın kelâm sıfatının bizim anlayabileceğimiz şekilde tecellisine imkan vermesi itibariyle “söz”ün kıymetini bilmelidir. Kur’an’ı okurken, Rabbi ile arasında iletişim aracı olması hasebiyle her bir Kur’an kelimesine, harfine ve noktasına muhabbet gözüyle bakmalı, adeta onları kalbiyle kucaklayıp okşamalıdır. “Ey güzel elif! Ey tatlı mim! Ey şirin noktacık! Rabbim sizin aracılığınızla benimle iletişime geçmeyi murat etmiş ya, siz benim için çok kıymetlisiniz. Sizi çok seviyorum!” deyip Kur’an’ın her bir unsuruyla muhabbet ilişkisi kurabilmelidir.

Mevlâ, Kur’an’a olan muhabbet ve hürmetimizi, onu her okuyuşumuzda ve her düşünüşümüzde müzdad eylesin!

#Kur'an-ı Kerim
#tefekkür
#ibadet
#tilavet
1 ay önce
Kur’an’ı nasıl bir kalp ile anlamalı?-1
Ölümün dört rengi (I)
Bir Başka Mesele: Sistemi psikiyatr ve psikologlar bozdu
Niçin Diyanet
Bi şey yapmalı!
Hayallerin ötesinde yaşanan bir zaman dilimi