|
Ramazan’ı “Mübarek” Kılan Kur’an’dır

Dün gece, on bir aylık bir özlemden sonra bu Ramazan’daki ilk teravihimizi eda ettik. Gece yarısı kalkıp ilk sahurumuzu yapıp bereketlendik. Dört senedir Amerika’da bulunan bendeniz için bu Ramazan’ı İstanbul’da geçirmenin heyecanı bir başkaydı. Hakikaten çok özlemişim İstanbul’un Ramazanını. Demeyin “Şehirlerin Ramazanı mı olur?” diye. Her milletin, her kültürün ve her şehrin kendine has bir Ramazan’ı olduğu muhakkak. Fakir, ilk teravihi yıllardır neredeyse hiç bozmadığım gelenek üzere Fatih Camii’nde eda ettim. Ancak bu teravih farklıydı benim için. İlk defa yaşları on üç ve yedi olan iki oğlumla birlikte Fatih Camii’nde teravih namazı kıldım. Çocukluğu Fatih Camii ve çevresinde geçmiş biri olarak, çocuklarımla birlikte bu mübarek camide teravih namazı kılmanın manevî lezzeti bir başkaydı hakikaten. Rabbime ne kadar hamd etsem azdır.

Şöyle bir soru sorsak nasıl cevaplarız acaba? Ramazan’ı İslâm’da diğer aylardan farklı kılan asıl etken ne olabilir? Ramazan’ı “mübarek” kılan, “on bir ayın sultanı” mertebesine yükselten asıl sebep nedir acaba? Oruç tutmak mı? Teravih kılmak mı? Fitre vermek mi? İtikafa girmek mi? Bu soruyu hikmetli kitabımız Kur’an’a sorsak, nasıl bir cevap alırız acaba? Öncelikle şunu ifade edelim ki, Kitab-ı Hakîm’de adı geçen tek aydır Ramazan. Ve bir sıfatı zikredilir hemen. “Şehru Ramazan ellezî ünzile fîhi’l-Kur’ân” (Bakara 2/185). Meâlen: Kur’an’ın indirildiği Ramazan ayı. Yani Ramazan’ı “mübarek” kılan Kur’an’dır. Kur’an bu ayda inmeye başladığı için, Ramazan hususi bir değer kazanmıştır. Ramazan’ın kıymeti, Kur’an-ı Azimuşşan’ın bu ayda inmeye başlamış olmasından gelmektedir. Ramazan’daki bütün farklı ibadet ve hayır hasenat, aslında Kur’an’ın doğum ayını kutlama gayesine matuftur.

Peki, nasıl kutluyoruz Kur’an’ın doğumunu? Bir ay boyunca oruç tutarak. Yani nefsimizi tutarak. Geceleri teravih adında ilâve nâfile namazlar kılarak, bol bol sadaka vererek, hatimler okuyarak. Sanki vahy-i ilâhî, kalb-i Muhammedî’yi tenvir etmeden evvel, o kalbin sahibi Muhammed Mustafa (sav) hangi aşamadan geçmişse, biz de bir nevi ona öykünüyoruz. Bu vesileyle, kalbimizi gâh hikmetli Kitab’ın nurlu manalarına açık olmaya, gâh -vahy-i nebevîye değil, ama- salihlere mahsus ilhâmât-ı Rabbâniyyeye mazhar olmaya hazır bir kıvama getirmeye çalışıyoruz aslında. Efendimiz, “İkra! Bütünleştirerek, birleştirerek oku!” hitabıyla başlayan vahy-i ilâhîye mazhar olmadan altı ay evvel, görüldüğü gibi gerçekleşen sadık rüyalara mazhar olmuştu. Bu rüyaların, kendisini için muazzam bir manevî yolculuğun başlangıç işaretleri olduğunu anlamış ve kendisini Hira’da inzivaya çekmişti. İlk İslâmî kaynaklar, buna münzevi bir halde kendini ibadete vermek anlamında “tahannüs” derler. İşte altı ay süren bu sadık rüyalar ve inziva hayatının neticesinde gelmişti ilk vahiy. Adeta salih bir kul, kendini tamamen Rabbi’ne vermeden, maddî göz ile görülemeyen manevî hakikat ve güzellikleri manen müşahede edecek mertebeye ulaşmadan, kesretteki vahdeti göremeden kendisinin hususi bir Rabbânî ikrama mazhar olmasının mümkün olmadığına işaret edercesine.

İşte Ramazan’ı kendi hayatımızda “mübarek” bir kıvamda yaşamak istiyorsak, bu ayı “tahannüs” ile, fizikî olarak mümkün değilse bile kalbî bir inziva ile yaşamaya çalışmalıyız. Böyle bir manevî şuur ve farkındalık neticesinde bu ayda inmeye başlamış olan mübarek Kur’an’ı okuyup anlamaya çalışırsak, Muhammedî bir yol tutmuş oluruz. Ramazan’ı mübarek kılan, Kur’an’ın bu ayda inmiş olmasıysa, benim Ramazan’ımın mübarek olması için de Kur’an’daki hakikat ve hikmetlerin benim gönlüme inmiş, orada yerleşmiş olması gerekir.

Öyleyse gelin bu Ramazan’ı nasıl idak etmemiz, insanlığın zirvesi Muhammed Aleyhisselâm’ın kalb-i saadetlerinin Kur’an ile buluşmasını nasıl kutlamamız gerektiği sorusunu bu Ramazan ve bugün kendimize tekrar soralım. Önce ilâhî vahye muhatap olmanın kıymetini idrak edebilecek bir kalbe sahip olmaya çalışalım. Yâr’ın muhabbetinden ağyâra hiç yer kalmayan bir kalbe niyet edelim. Şemseddin Sivâsî Hazretleri’nin nutk-ı şeriflerinde “Sür çıkar ağyârı dilden tâ tecellî ede Hak/Padişah konmaz saraya hane mamur olmadan” şeklinde ifade buyurduğu gibi gönül hanemizi ilâhî lütuf, işaret ve manalara açık hale getirmek istiyorsak, önce onu ağyar muhabbetinden temizleyelim. Manevî dikkatimizi, eşya ve hadiselerin çokluğuyla dağıtmadan, “Bir” olana teksif edip manevî birleşmenin hazzını yaşamanın tâlibi olalım. Kur’an-ı Hakîm’i bu manevî olgunlukla bol bol okuyup manalarını tefekkür etmeye çalışalım. İşte böyle bir yoğunlaşmayla Kur’an’ın hikmetli manalarının deryasına dalan bir insanın o deryadan çıkaracağı kendine mahsus, biricik inci ve mercanlar, şu fânî hayatta insanoğlunun mazhar olabileceği en büyük lütuf olsa gerektir. “Hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse ona muazzam bir lütufta bulunulmuştur (Bakara 2/269).”

Bu noktada Kur’an’ın hakikati nedir? diye sorulabilir. Kur’an, bize kâinattaki çokluğu, parçalanmışlıktan, bölünmüşlükten kurtararak “Ehad” olanın birliğine irca etmeyi öğreten hikmetler buyruğudur. İlk emri de “harf ve kelimeleri toplayarak, birleştirerek okumak” anlamındaki “ikra”dır. Şu halde Kur’an’ın hikmetli manalarına aynalık yapabilecek bir kalbin, öncelikle “Ehad” i tanıyıp kanattaki “ehadiyyet”in sırrına mümkün mertebe erebilmesi gerekir.

Bu Ramazan’daki manevî yolculuk ve tahsilimizin, Kur’an’ın muciz beyanı ve hikmetli manalarına aynalık yapabilecek, kesretteki vahdeti vüsati nisbetinde keşfedebilecek selim bir kalbe sahip olma uğrunda bizi yetiştirip pişirmesi niyazıyla.

#Ramazan
#Aktüel
#Mahmut Ay
2 ay önce
Ramazan’ı “Mübarek” Kılan Kur’an’dır
Anca gidersiniz
İşte bizim kadınımız (Meridyen Derneği)
Bir Başka Mesele: Sistemi psikiyatr ve psikologlar bozdu
Niçin Diyanet
Bi şey yapmalı!