|
Bu sınırı kimler çizmiş gönlüme?

ile getirsin getirmesin, herkesin özlem duyduğu bir dünya vardır. Benim gönlümde yatan, sınırları olmayan bir dünya.

İnsanların her istediği yere serbestçe gidebildiği, kimsenin kimseyi engellemediği, horlamadığı bir dünya.

Silahların unutulduğu, bölüşümün adilce yapıldığı, ırk, din, dil ayrımının olmadığı bir dünya...

Çok şey mi bu istediğim? Bugün için imkansız kabul. Ama hayale sınır yok. Gönlüme söz geçirmem de mümkün değil.

En basit ifadeyle, hayvanların milyonlarca yıldan bu yana yaşadığı gibi bir sistem bu. Göçmen kuşların hangi biri sınır tanıyor? Ormanlarda yaşayan börtü böcekler, kelebekler, arılar, ayılar, tilkiler, kurtlar, arslanlar hangi ülkenin sınırında birbirlerine pasaport soruyorlar? Hangi denizin, hangi okyanusun balıkları kavgaya tutuşuyor?

Bu sınırları biz kendimiz koymuşuz. Dikenli tellerle, mayınlarla döşediğimiz hudut boylarıyla, gümrüklerle kendi kendimizi çevrelemişiz.

Tek ülkeden ibaret bir dünya özlemi, bugünün savaşlarla dolu olan dünyasında fazlasıyla ütopik bulunabilir. Öyledir de. Fakat bütün bunları sağlamak için, temel olarak tek kural yeter: Herkesin başkalarına saygı duyması ve hakkına tecavüz etmemesi.

Kimse kimseyi sevmek zorunda değil, o gönül işi; ama saygı şart. Bu sağlanamadığı için çıkıyor bunca patırtı. Saygı duyulmadığı ve haklar gaspedildiği için. Düşmanlıklar, savaşlar, kavgalar, haksızlıklar, ihanetler hep aynı sebepten kaynaklanıyor.

Oysa Allah önünde bütün insanlar eşittir. Kanun önünde de öyledir güya.

Herkes biliyor ki Osmanlı''nın finali oynamasından sonra, Misak-ı Millî dışında kalanlara telkinde bulunduk. Bulundukları yerden ayrılmamalarını daha uygun gördük. Fehmi Koru bahsetti, Balkanlar''daki evlad-ı Fatihan''a "orada kalın" dedik. Topraklarına sahip çıkmalarını istedik. Avrupa''ya giden işçilerimizin o ülkelerde kök salmaları için politikalar geliştirdik, çifte vatandaşlık anlaşmaları yaptık.

Çünkü onlar sadece ekmek parası kazanmaya gitmiş işçiler değildi. Bir açıdan "Alperenler"di onlar, "Akıncı"ydılar. Kök saldılar, büyüdüler. Seçme ve seçilme haklarını kazanmaları için mücadele etmelerini sağladık. Yönetime gelmeleri gerekiyordu, bunu başaranların sayısı az değildir. Aynı şeyi Avustralya için de Amerika için de, Uzak Doğu için de düşündük.

Bugüne kadar teşvik ettiğimiz, anlaşmalar imzaladığımız çifte vatandaşlık yüzünden Merve''yi linç etmeye kalkışıyoruz şimdi. Oysa "Merve" konusunu, başörtüsü yüzünden tartışılmaya başlamıştık. Orada bazı pürüzler çıktığını "big brother" görmüş olmalı ki, tartışmanın zemini vatandaşlık zeminine çekildi. Ama aynı durumda bulunan 20 milletvekili daha olduğu konusundaki iddiaları es geçenler, yarın Merve''nin ayakkabılarının rengi yüzünden bir başka tartışma açabilirler.

Nereden bilecektik?

Sevgili Kargamız, Merve Kavakçı''ya teşekkür borçlu olduğumuzu söylüyor. Açıklaması da makul.

O olmasaydı biz kartel medyasındaki tefsir üstadı köşe yazarlarının varlığını nasıl öğrenecektik?..

Demirel''in on-onbeş yıl önce söylediklerini yutup yutmayacağını, tam aksi düşünceleri savunacağını...

Meclis''te yetenekli bestekâr milletvekillerinin bulunduğunu ve gizli bir "dışarı dışarı" bestelerinin olduğunu... Ve nereden bilebilirdik, bazılarının "vampir" olduğunu?..

Karagöz''ün eşi

Ekranlarda ve gazetelerdeki bir sigorta reklamında, Karagöz kullanılıyor son günlerde. Karagöz, çocuğu, karısı ve Hacivat... Reklamı hazırlayanlar, gündemdeki başörtüsü tartışmasından epeyce etkilenmiş olmalılar ki, Karagöz''ün karısını başı açık çiziktirivermişler. Hatun böylece çağdaşlaşıvermiş, laikleşivermiş o kafaya göre. DSP''liler çok memnun olmuştur herhalde. Medyamızın maydanozları, domatesleri ve hıyarları da...

Devletimiz büyüktür arkadaşlar!..

63 Yaşında bir adam... Elektrik faturasını ödeyecek. Gitti, sıraya girdi. Sıra uzun. Beklemeye başladı.

Bekledi, bekledi... Sırası bir türlü gelmedi. Sıra tam ona gelmek üzereydi ki, adamcağız olduğu yere yığılıp kaldı. Kalbi dayanamamıştı.

Kuyruktakiler "Aaa, adam öldü" dediler, fazla şaşırmadılar... Kuyrukta beklemeye devam ettiler. Memurlar, "Yahu, öldü adam be!.." dediler, işlerine devam ettiler.

O sıralarda Cumhurbaşkanı, basın mensuplarına "Devletimiz büyüktür" nutku çekiyordu.

Devletimiz büyük ve fakat kuyruklar da uzundu. Yaşlı kalpler fazla beklemeye dayanamıyordu.

Yoksa bu insanlar, bu devlete yakışmıyor mu ne?

25 yıl önce
Bu sınırı kimler çizmiş gönlüme?
İslâmî hareketten kavramlar savaşına…
Yaşama Sanatı ve Sinema
Bizim sorunumuz ne?
İran’da değişimin ayak sesleri…
İslâmcılık, milliyetçilik ve tam bağımsızlık