|
İngiltere"de işim ne!

Sabahın yemişi üç tane vişne, gidersem sevdiğim ardıma düşme türküsü eşliğinde ve sabahın erken saatinde yollara düştük. İstikamet Kanada. Fakat doğrudan varış yok. İngiltere üzerinden aktarmalı gidilecek. Eyvallah, o da olur kabulümüz.

Mahmur bir telâşla İstanbul''dan ayrıldık.

Kaptan Varna''nın tam üstünden geçti. Bulutlarından tanıdım Varna''yı. Bir de tabii ufak ekrandaki haritanın yardımı oldu.

*

İki hafta önce Uzak Doğu''da esmiştik; bu defa yine Mevlana Hazretleri sayesinde Uzak Batı''ya uzanacağız.

Geçen seyahat, güney sularında bulunan ada ülkeleriydi; bu defaki ise tam çaprazında, kuzeyin kocaman bir ülkesi. Ve yine ada sayılır. Adı üstünde Kanada.

Aslına bakarsak, dünya üstündeki bütün kıtalar ada sayılır. Her kıtanın da ismi, ada kelimesinde olduğu gibi, A harfi ile başlayıp A harfi ile bitiyor. Bizim kıtaları adadan farklı görmemiz, algılama hatasından başka birşey değil. Adanın bile tanımına ters. Tek mesele, büyüklük.

*

Londra''ya indik, gazetelerde Liverpul-Beşiktaş maçının 8-0''lık sonucunu gördük.

O sonuç, mide ağrısı ve can sıkıntısı halinde etkisini gösterdi. Paf takımı mı demek lâzım, yoksa puf takımı mı, bilen söylesin.

Dört saatlik uçuşun ardından havaalanında smoking yazan bir oda bulunmaması ise ayrı bir rezalet. Cafelerinde, lokantalarında, hatta barında garında hep aynı işaret var. Üzerinde çarpı işareti bulunan yasak levhaları.

Dinlenme salonu var, farklı inanışlar için ibadet salonu var, her türlü ihtiyaç düşünülmüş, bir tek duman yasak.

Fakir, tiryaki olalı böyle eziyet görmedi.

*

Ben bu İngiltere''nin nesine geldim, meledi de kuzular sesine mi geldim? Yok. Değil. Koyunla kuzuyla açıklanacak bahis başkadır.

Görün, nasıl rüsvay ediyor elin ecnebisi adamı! Saymadım kaç etti, ikide bir üst baş kontrolünden geçerek Toronto uçağına bindik. Kaç saat uçtuğumuzun da farkına varamadım. Vakit ilerledikçe uçağı kaçırma senaryoları kuruyorum kafamda. Bir toplu iğne yeter. Kaçırsam, bir adaya indirsem, koca okyanusta bir ada bulunur herhalde.

*

Yok, o meretin adını yazmak istemiyorum. İki nefes duman için yüz dolara kıyarım diye düşünce belirdi. Saatler uzadıkça gözden çıkarabileceğim miktar arttı. Nafile düşüncenin âlâsı elbet.

On saat, oniki saat... Yol bitmiyor.

Artık bitiyor, geldik dediğimizde, çok şükürün r''sine varmadan, İstanbul ile Almanya arası kadar mesafe olduğunu fark ediyoruz.

Şarkılar seçip dinliyoruz. Sıkıntıdan.

Clare Teal, “Reach Out” diyor, “I''ll be there” manasına, fakat ben onu Sultan Reşat anlıyorum.

*

Geri sayım hep sürdü. İftar topunu bekler gibi. Ta ki tam gün süren yolculuk bitip, çakmağı çak türküsüne geçme imkânı doğunca, artık bir şey önemini kaybetmişti. Yakmasam da olur dedim. Mecnun''un Leyla ile karşılaşınca “Sen de kimsin?” diye soruşunu hatırladım.

Ben artık aştım. Hem olayı, hem kendimi. Mesele nikotin, tütün, duman meselesi değil, haysiyet meselesi.

Londra''da gördüğüm “You''re nearer” yazısı aklımdan çıkmadı. Ben de hep orada ne aradığımı sordum kendime.

Toronto''ya indik, temiz hava yüzüme çarpınca dünya başka türlü dönmeye başladı.

Bu tecrübeyi anlatmak zorundaydım. İbretlik çünkü. İnanmayan yaşasın!

16 yıl önce
İngiltere"de işim ne!
Üç aylar’da bütün yollar, yürek-ülkesi’ne çıkar...
Kara dinlilerle milletin savaşı
Zulme isyan haktır!
Zamanda ve mekânda bir uyanış: Sîdî Ukbe Ulucamii
19 Mayıs’a 10 gün kala…